Başkanın uçağı ve gazeteciler

YORUM | ADEM YAVUZ ARSLAN

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun Karadeniz turu ve özellikle o seyahat esnasında ‘misafir’ ettiği gazetecilere dair tartışma – harareti düşse de – sürüyor.

Özellikle Nagehan Alçı ve Ertuğrul Özkök’ün “baş köşede” ağırlanması büyük bir tartışma çıkardı. Eleştiriler ve tepkilerin büyük bir kısmı ise sol-seküler kesimlerden geldi.

İktidar cenahı, ki medyanın yaklaşık yüzde 90’ına denk geliyor, keyifle tartışmayı izlerken geride kalan kesimler adeta isyan etti.

BU YAZIYI YOUTUBE’DA İZLEYEBİLİRSİNİZ ⤵️

“Devir değişse de bir şey değişmeyecek” diyenlerin oranı hayli yüksek.

Aslında bu tartışmaya girmeyi düşünmüyordum. Hem gündemde daha önemli konular var hem de sorun yanlış bir düzlemde tartışılıyor. Fakat tartışma hala sıcak.

O yüzden yıllardır yerinde izlediğim ABD medyasından örnekle konuya dahil olma ihtiyacı hissettim.

Öncelikle şunu söyleyeyim: Ekrem İmamoğlu’nun “farklı mahallelerden gazeteciler” davet etme fikrine katılıyorum. İster belediye başkanı olsun ister cumhurbaşkanı, halkın oyuyla seçilmiş kişiler herkese eşit mesafede olmak zorunda.

Aksi halde Erdoğan’dan ne farkınız olacak?

AKP uygulamalarını nasıl eleştireceğiz? Ekrem İmamoğlu muhalifleri çağırıyor diye eleştirirseniz Erdoğan’a söz söyleme hakkınız olmaz.

İmamoğlu’nun yaptığı yanlış mahalle değil kişi tercihindeydi.

Çünkü Nagehan Alçı’nın yazdıkları, yaptıkları ve açıklamaları ortada. Gazeteciden çok parti görevlisi gibi çalıştığı için otobüse başköşeden girmesi haklı olarak tepki çekti.

Hele ki sicilinde Kabataş yalanı gibi bir ayıp olan birinin “muhalif gazeteci” kontenjanında olması büyük bir ayıp. Üstelik İmamoğlu ve danışman kadrosu süreci çok kötü yönetti.

Tuhaf açıklamalarıyla adeta tüy diktiler.

Bu konuları zaten günlerdir dinliyor, okuyorsunuz. O yüzden olayın Türkiye ayağına bir virgül koyup asıl meseleye gelelim.

Peki ABD bu işi yani başkanın ya da devlet yöneticilerinin gazetecilerle ilişkilerini, uçağa veya otobüse binmeyi nasıl çözmüş?

Çözmüş diyorum çünkü gerçekten çözmüşler.

Bence Türkiye’de de benzeri bir sistem kurulmadığı  sürece kişiler gelir gider ama tartışmalar bitmez.

Öncelikle şunu söyleyelim: ABD başkanı da olsanız attığınız her adım, harcadığınız her kuruş denetime tabi. Gazetecilerin siyasilerle ilişkileri ve seyahatlere katılmasının ise çok sıkı kuralları var.

Mesela Amerikan başkanlık uçağına binecek herkes (başkanın kendisi hariç) para ödemek zorunda. Hem de “first class” parası ödeniyor.

Başkanın korumaları, danışmanları, bürokratlar vs. o uçakta kim varsa bilet parası Beyaz Saray tarafından çalıştıkları kurumlara kesiliyor.

Bütün bu işleri Beyaz Saray Yolculuk Hizmetleri birimi yapıyor. Eğer başkan politik kampanya için başkanlık uçağını kullanıyorsa uçağın tüm masrafları partisine fatura ediliyor.

Başkanın çocuğu ya da eşi bile olsanız uçağa bedava binemezsiniz. Resmi göreviniz yoksa uçak paranızı başkana kesiyorlar. Yazının konusu bu değil ama ABD başkanı olmak ‘kârlı’ bir iş değil.

Biz gelelim asıl konumuza yani gazetecilerin bu seyahatlerdeki konumuna.

ABD’de uygulanan sistemin temeli şeffaflık ve adalet ilkesine dayanıyor. Başkanın uçağında 12 gazeteci için kontenjan ayrılıyor.

GAZETECİLERİ BAŞKAN YA DA BEYAZ SARAY SEÇEMİYOR

Ama en önemli konu şu: Başkanın seyahatini izleyecek gazetecileri Beyaz Saray, başkan ya da herhangi bir devlet kurumu belirlemiyor.

Daha doğrusu belirleyemiyor.

Yani Erdoğan gibi uçağa yandaşları doldurup gezemiyorsunuz. Uçağa binecek gazetecileri bir gazeteci kuruluşu olan Beyaz Saray Muhabirleri Derneği belirliyor.

Burada da sıkı düzenlemeler var.

Gazeteciler uçağa dönüşümlü binebiliyorlar. Tabi ki uçağa binenler de first class fiyatından para ödemek zorunda.

Uçakta yedikleri içtikleri, seyahat boyunca yaptıkları tüm harcamaları kendileri ödemek zorunda. Yani ABD başkanının uçağına binip haber takip etmek çok pahalı bir şey.

Bir diğer kritik uygulama da şu: Uçağa binen gazeteciler ‘özel haber’ yapamıyor. Uçaktaki açıklamalar, röportajlar ortak havuza aktarılıyor ve herkes o haberleri kullanıyor.

Özetle başkan ya da danışmanları kendilerine yandaş bir ekip oluşturup devlet imkanlarıyla gezip tozamıyor.

Eskiden siyasilerin seyahatlerini muhabirler izlerdi.

Erdoğan iktidara yerleştikçe çok şeyi olduğu gibi bu uygulamayı da bitirdi. Uçağına yandaş isimleri almaya başladı.

Erdoğan’ın canını sıkan soru sorabilen, yazı yazabilen hiç kimse uçağa binemedi. Bir bakıma uçağa binebilmek imtiyaz olarak görülüyor.

Gazeteciler uçağa, ulaştırmaya, yeme içmeye ve bilumum masraflara para ödemiyor. Gazeteciler sadece kalacakları otelin parasını ödüyorlar. Yani uçaktaki gazetecilerin tüm masrafları vergi mükelleflerinin sırtında.

Kaldı ki bu durum sadece Erdoğan’ın uçağında böyle. AKP hükümetinin başlattığı bir uygulama daha var. Her bakan artık özel uçakla seyahat ediyor. Seyahatine mutlaka birkaç yazar davet ediyor.

Onların uçak biletleri dahil tüm masrafları bakanlıklar tarafından karşılanıyor. Başkan ya da bakanlar böyle yapar da belediyeler durur mu?

Onlar da “resmi seyahat” adı altında uçak dolusu isimle seyahatler yapıyorlar ve her türlü harcama milletin sırtında.

Hal böyle olunca da gazetecilerle siyasiler arasında mesafe kalmıyor. Dolayısıyla en çok yalakalık yapan uçağın baş köşesine yerleşiyor.

Benim Ankara temsilciliği yaptığım yıllarda uçağa binenler az da olsa renkliydi. 2012 sonrası olay tamamen propagandaya döndü. Artık haber metinlerini bile Fahrettin Altun’un ekibi yazıp gazetelere yolluyor.

Yeri gelmişken bir şeyi daha hatırlatayım…

ABD’de Türkiye’deki kadar bol miktarda VIP uçak yok. İki başkanlık uçağı var ve onlar da yedekli kullanılıyor.

Uçaklar 2022 itibariyle 33 yaşındalar ve yaşlandıkları yönünde ciddi eleştiriler var. Bakanlıklar, milletvekilleri ya da belediye başkanlarının özel uçakla seyahat etmesi konuşulmaz bile.

ABD kongresi başkanı, milletvekilleri, senatörler ya da üst düzey bürokratlar tarifeli uçaklarla seyahat ediyorlar. Aslında mevzuat Kongre üyelerine business class uçma imkanı veriyor ama seçmen linçinden korkan siyasiler bu hakkı kullanmıyor.

Kongre üyelerinin ya da üst düzey bürokratların seyahatleri sıkı denetime sahip. Savunma bakanı ve komutanlar da keyfine göre özel uçakla uçamıyor. Devlet görevi bile olsa bu uçuşlar sıkı prosedürlere sahipler.

Mesela devlet görevi ile uçulsa bile eğer gidilecek yere bir ABD firması uçuyorsa bilet oradan ve en uygun tarifeden alınmak zorunda. Kamu görevlileri geçerli bir sağlık gerekçesi yoksa business class uçamıyor.

Özetle…

Başkan bile olsanız kamu kaynaklarını kafanıza göre kullanamıyorsunuz. Başkan ya da belediye başkanı iseniz uçağa, VIP otobüse atlayayım gazetecileri ağırlayıp kendi propagandamı yapayım diye düşünemiyorsunuz bile.

Dolayısıyla ABD benzeri bir düzenlemeye gitmediğimiz sürece Erdoğan gider İmamoğlu gelir, onlar gider başkası gelir ve her gelen kendi yandaşlarına torpil geçer.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

2 YORUMLAR

  1. Maalesef Tr724 yazarlarinda bulunduklari ülkelere hayranlikla bakmalari hastaligi mevcut. Türkiye’nin realitesine uygun hareket edilmedigi müddetce Erdogan’a alternatif olmak imkansiz. Bati modeli sol, yesil, liberal partilerin iktidara gelme ihtimali imkansiz. Ancak koalisyon ortagi olurlar, onda da kisa bir süre sonra iktidardan düserler.
    Imamoglu atmasi gereken adimlari atiyor. En nihayetinde Isvec, Hollanda gibi topluluklarin basina gecmek gibi bir amaci yok.

  2. “Başkan bile olsanız kamu kaynaklarını kafanıza göre kullanamıyorsunuz.”

    Bizimkisi padişah.

    Has-Zeamet-Tımar sistemini uyguluyor. Ganimetten yüzde 20 pay sistemi daha bunun dışında. Fetvacılarının dayanaklarının şeri cevazlarını, Osmanlı ve Endülüs-Emevi sistemi uygulamalarından alıyorlar.

    Hazine arazilerinin, ihalelerin vs peşkeş çekilmesini peşkeş olarak görmüyorlar, onları hakları görüyorlar. Mülkiyetleri kendilerine verilmiş araziler üzerinde istedikleri gibi tasarruf edeceklerini fetvarla almışlar.
    İhaleleri istediği kişiye vermeyi de başka bir hak görüyorlar.

    Şaka sanmayın lütfen, Erdoğan ve tayfası, kendilerini hırsız görmüyor. Karamangillerin zihninde hele hiç değiller.

    Demokratik Sistemde bir çeşit yapılmış düzenlemeleri, o sistemin sevabı veya günahı olarak görüyorlar. Ama bunları Dinen sayılan günah ve yasaklar arasında görmüyorlar.

    Atamalardaki liyakat sistemini, kendilerinin zihnindeki liyakat sistemine göre yapıyorlar, onu da günah, kul hakkı görmüyorlar.

    Özeti şu, Erdoğanın bayraktarlığını yaptığı Siyasal Sistem, şu an yaptıkları hiçbirşeyi günah görmüyor.

    Hepsi tarihte yaşanmış sistemlerden alınmış uygulamalar olarak görüyorlar.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin