Balkondan inmek mümkün mü?

YORUM | YAVUZ ALTUN

“Balkon konuşması” kavramı, Türk siyasi tarihine Erdoğan’ın hediyesi. 2007’de partisi için yaptırılan yeni genel merkezin arka bahçeye bakan tarafındadır balkon. İlk kez, 2007’deki sürpriz seçim zaferinden sonra kullanıldı. Konuşmayı YouTube’dan bulup dinleyebilir ve aynı Erdoğan’ın nasıl bugünkü hâline dönüştüğünü merak edebilirsiniz. “Lütfen müsterih olun. Kime oy vermiş olursanız olun, oylarınız bizim için değerlidir. Tercihlerinize saygı duyuyoruz,” diyen Erdoğan’dan, “zillet ittifakı” söylemine koca bir tarih.

Pazar günkü seçimden sonra ise Erdoğan balkon konuşması yapmadı. Bazıları bunu seçimin yalnızca İstanbul’la kısıtlı olmasına verebilir. 31 Mart sonrasındaki balkon konuşmasını hatırlayalım o zaman. Yalnızca eşiyle çıkmıştı. Cümleleri bile düzgün değildi. İstanbul’u kaybettiğini kabullenmiş, karmaşık bir şekilde aslında çoğunluğun yine AKP’de olduğunu anlatmaya çalışmıştı.

Ama o balkonda başka şeyler de oldu zaman içinde. 2013’e gidelim mesela. Gezi Parkı olayları yaşanırken dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül çıkıp “mesajı aldık” dedi. Erdoğan, “ne mesajı alındığını bilmiyorum,” diyerek karşılık verdi. Gezi’ye tepkisi ise daha sert oldu. Bugünkü “beka” söyleminin temelleri atıldı. Bütün dünyanın birleşip Erdoğan’ı devirmeye çalıştığı tezi işlendi. Milyonlarca AKP seçmeninin buna inanması sağlandı.

2007’de nasıl ki askerin açıktan tavır koymasına karşılık “dik durup seçim kazanıldı”, Erdoğan da yolunun hep bu olacağını düşündü sonrasında. Gezi’de parti içinden çok kimse, ılımlı bir tavır takınılması gerektiğini düşünüyordu. Ama Erdoğan kutuplaştırma politikasını tercih etti. Bunun alıcısı da oldu. Üstelik bugün muhalif olan pek çok muhafazakâr isim, o dönem Erdoğan’ın komplolarla devrilmek istendiğini söylüyordu.

Sonrasında, Aralık ayında, yolsuzluk dosyaları saçıldı ortaya. AKP hükümetinden dört bakanın da ismi vardı. Yine parti içinden bir grup bakanların yargılanmasının doğru, toplum nezdinde aklanmaya vesile olabileceğini fısıldadı. Meclis’teki yüce divan oylamasında partinin 40-50 arası fire verdiği konuşuldu. Gelgelelim, Erdoğan kararlıydı.

30 Mart 2014’teki yerel seçimlerde, AKP beş yıl öncesine göre oylarını arttırıp İstanbul ve Ankara gibi büyükşehirlerde konumunu koruyunca, her şey unutuldu. “Erdoğan meğer haklıymış” diyenler çoğaldı. Çünkü siyaset, Makyavelist bir oyun olarak oynandığında, “kazanan her şeyi alır” düsturu geçerlidir. Gezi’de tedavüle sokulan “beka” söyleminin mayası maalesef tutmuş oldu.

7 Haziran 2015’te yine değişik bir şey oldu. AKP ilk kez tek başına iktidar olma imkânı yakalayamadı genel seçimde. Demirtaş’ın liderliğindeki Kürt partisinin yüzde 10 barajını aşması, yeni bir kriz doğurdu iktidar partisi için. Bu krizde de, parti içinde “ılımlılar” vardı. Dönemin Başbakanı Davutoğlu’nun CHP ile bir koalisyona sıcak baktığı, “toplumsal baskının” böylece dineceğini düşündüğü sır değil.

Ancak Erdoğan masayı devirdi, yeniden seçime gitmeyi tercih etti. Kumar oynuyordu bir nevi. Hiçbir zaman açıklanamayacak biçimde, 7 Haziran’la 1 Kasım arasında Türkiye tarihinin en kanlı terör saldırılarını yaşadı. Toplum bir anda gözünü ekonomiden, teröre çevirdi. Kürtlerle barış başka bahara kaldı, MHP’yle yakınlaşıldı. Nicedir hamam kurnasındaki çifte musluk gibi kullanılan Türk-İslam sentezinin “Türk” musluğu biraz daha açıldı.

Ve Erdoğan 1 Kasım’da bir kez daha “haklı” çıktı, “halkının sesi” oldu. Davutoğlu’nun üstü çizildi.

O günlerde Erdoğan’ın başkanlık hevesinin kursağında kalacağını, hiçbir zaman halkın buna onay vermeyeceğini düşünenler oldu. AKP içinde bile başkanlık bir “heves” olarak görülüyordu. Ancak 15 Temmuz meş’um darbe girişimi, dönemin Başbakanı Binali Yıldırım’ın ifadesiyle, başkanlığa giden yolu açacaktı.

Gelgelelim, 16 Nisan 2017’deki başkanlık referandumu, Erdoğan’ın akıbetini anladığı gündü bana kalırsa. O fotoğrafı hatırlarsınız, konuşma yapmak üzere kürsüye gelmeden hemen önce yüzü düşmüş bir hâlde objektiflere yakalanmıştı. 1 Kasım’da partisi yüzde 49.5, MHP ise yüzde 11.9 oy almıştı. Şimdiyse, ikisi yan yana, üstelik 15 Temmuz’un “meşruiyet rüzgârı” da yanlarında, hatta YSK’nın mühürsüz oy kararıyla birlikte, ancak yüzde 52’ye ulaşabildiler. Bundan sonrası çetin geçecekti, belliydi.

Erdoğan “bildiğini okudukça” kazandığına inanan, ve fakat böyle yaptıkça o balkonda giderek yalnızlaşan, elindeki fırsatları çarçur eden bir trajedinin kahramanı oldu. Nitekim kaybetmekte olduğunu en iyi kendisi bildiği için, ekonominin de dikiş tutmayacağını görerek, başkanlık seçimlerini erkene aldı. Vatandaşın cebi yanmadan, son bir zafer gerekliydi.

“Erdoğan’ın bir bildiği vardır” diyenler için yolun sonu 24 Haziran seçimleri denebilir. Damadı Berat Albayrak’ı ekonominin başına getirmesi, geçen yıl Mayıs’taki Londra çıkarmasında kafası karışan küresel yatırımcıları iyice afallattı. O günden beri Albayrak’ın her toplantısı yabancı medyada alay konusu. Yaz boyu süren ABD’yle Andrew Brunson krizi, işleri daha da kötüye götürdü. Ekonomiye vurduğu darbe bir yana, karşılığında ne kazanıldığı meçhul.

31 Mart yerel seçimleri ise, düpedüz yenilgiydi AKP için. Türkiye’nin en büyük 6 şehrinin, 5’i artık muhalefet tarafından yönetiliyor. Kayyım atanan Kürt illeri, yeniden HDP’nin elinde. Orta Anadolu’da ve Karadeniz’de bile oy kaybeden bir AKP var.

“İstanbul’u kaybeden Türkiye’yi kaybeder” demişti Erdoğan. Bu büyük kaybın acısını belki hafifletir diye, İstanbul’u tekrar elde etmek için bir hamle daha yapmaya karar verdi.

Balkon, gerçeklerden uzak bir yer. AKP binasının bahçesinde de yalnızca “sıkı reisçiler” var artık. Sürekli bildiğini okuyarak kazanmasını bilen ve kazandığında her şeyi affettirdiğini düşünen Erdoğan, orada mahsur kaldı.

Şimdi ne olacağına, AKP’liler karar verecek. Ekrem İmamoğlu’nun etrafında, bir zamanlar Erdoğan’ın etrafında ışıldayan o hâle var artık. Ona yönelik her hamle, ters tepecektir. Dahası, ekonomiden dış politikaya Türkiye’nin iyice köşeye sıkıştığı bir dönemden geçiyoruz. Bugüne kadar “ülkenin sahibi” olduğu zehabıyla onu idare eden müttefikler, elleri daha güçlü masaya oturacaklar. Oyalamasına, kaprisine, nazına eskisi kadar prim vermeyecekler.

Erdoğan’ın “beka” söylemi Gezi Parkı protestoları sırasında ahlakî üstünlüğünü kaybeden bir iktidarı bu kadar sene yaşatmanın bir yoluydu. Ülkeyi yönetemediği artık iyice ortaya çıkınca, o da bitti. Artık topluma vaat edebileceği hiçbir şey yok. Binali Yıldırım’ın “halkla kaynaşma çabası” şeklindeki seçim kampanyası işe yaramadı. Öyle ki, Erdoğan son hafta sazı eline aldı. Şapkadan birkaç tavşan çıkardı. Ama artık köhne bir bodrum katında sahne alan, beceriksiz sihirbazlar kadar çaresizdi.

Artık o balkondan inip halkın arasına karışamaz. Ya, gerçekten giderek kalabalıklaşan ve güçlenen halkla kavga etmeyi sürdürecek; ya da hiç olmazsa seçmenlerinin iyiliğini düşünüp tansiyonu düşürerek köşesine çekilecek.

Umarım eski AKP’liler ve parti içindeki “ılımlılar” Erdoğan’ın her şeyi eline yüzüne bulaştırmasından cesaret bulur ve seçmenlerinin geleceği için daha fazla çaba gösterirler. Milyonlarca insan, Gezi’den bu yana sürdürülen ve bir hayli pahalı bir prodüksiyon olan “beka” söyleminin etkisiyle öfke ve nefretle kendini zehirliyor, buna bir demek, her şeyden çok AKP’liler ve çocukları gerekli.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin