Ayrılıkçılığın iktidarı

YORUM | ALPER ENDER FIRAT 

Türkiye’nin Viyana Büyükelçisi Ozan Ceyhun ‘Avusturya Günlüğü’ isimli bir Facebook sayfasında yayınlanan Gündem Özel isimli programda Adil Elmas’ın konuğu oluyor. Elmas, Viyana Eyalet Hükümetinin kurulduğunu ve 100 meclis üyesinin seçildiğini hatırlatıyor. Tam bu esnada Ceyhun araya giriyor ve “3 tane de Türkiye kökenli seçildi” diyor. Gazeteci Elmas “4 kişi” diye düzeltme yapıyor. Ceyhun ise 3 diye üsteliyor.

Ozan Ceyhun’un Türkiyeli saymadığı isim Berivan Aslan ise sosyal medya hesabından büyükelçinin bu tutumunu skandal olarak yorumlayarak tepki gösterdi. “O bizden değil” yaklaşımıyla ayrıştıran, bölen bir Büyükelçi, “Beni nasıl yok sayarsınız?” diye tepki gösteren Türkiyeli bir Kürt. Oysa tam tersi olması gerekmez miydi? Bir büyükelçi ülkesinin çıkarı için soğuk duranlarla bile ilişkiyi geliştirmek için gayret göstermeli değil miydi? Ama öyle olmuyor, sırf Kürt diye, Viyana eyalet meclisine seçilmiş birisini Türkiyeli saymıyor.

BU YAZIYI YOUTUBE’TA İZLEYEBİLİRSİNİZ ⤵️

Ozan Ceyhun’un sözlerini, öylesine ağızdan çıkmış sıradan iki cümle olarak göremeyiz. Bu, yeni Türkiye rejiminin diplomasi ve dış siyasete yansıma biçiminden başka bir şey değil. Türkiye Cumhuriyeti Devletini temsil edenlerin toplumun belirli kesimlerini yok sayıp dışlamasının ve ötekileştirmesinin somutlaşmış halidir.

Büyükelçinin bu tavrı, aynı zamanda 15 Temmuz Rejiminin Türkiye’de uyguladığı politik davranışın da izdüşümü.

Sıkıştığı her dönemde yardımına koşarak onun tepetaklak olmasını engelleyen ve iktidarda tutan güç merkezlerinin Recep T. Erdoğan’dan isteğinin tam da bu olduğunu düşünüyorum.

Hatırlayacaksınız ilk dönemlerinde AK Parti’nin, Türkiye’yi yorgunluktan bitap düşüren meseleleri çözmek için ciddi bir gayreti vardı. Akıllı bir devletin suhuletle çözebileceği ve toplumsal barışı sağlayacağı Kürt meselesi, inanç özgürlüğü, Alevilerin mutsuz olmasına neden olan konuları temelden çözmeye niyetlenmişti. Hatta Ermeni meselesinde de inisiyatif almış, Ermenistan ile sıcak ilişkiler geliştirmeye başlamıştı. 

Her akıllı devletin yapması gerekenleri yapıyor, yıllardır ülkeyi hasta eden iç kanamaları tedavi etmeye niyetli görünüyordu. Yani Türkiye’nin temel kangrenlerine el atılmış, Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş statükosuna dokunmuştu. Evet aslında dokunan Recep T. Erdoğan ve AKP değildi ama en azından konjonktürel çıkarları gereği siyasi zemin sağlamıştı.

Bu sayede Türkiye’nin ayağındaki bütün prangaları kaldırmak üzereydi… 

Geçmiş dönemde Türkiye’ye bu statükoyu yazanlar, bu prangaların sökülmesine müsaade etmediler. Recep T. Erdoğan ve AKP, kendileri için kurulan bal tuzağına, boğazına kadar batınca, bilindiği gibi gidip onların kucağına oturdu. Recep T. Erdoğan’ın ipini ele geçirenler her şeyi geriye sardılar. Toplumun gıdım gıdım elde ettiği hakların tümünü geçmiş statüko Recep T. Erdoğan urbasıyla yeniden kendinde topladı.

15 Temmuz bu statükonun son karşı hamlesidir.

Anadolu’nun en zeki, en yetişmiş, en vatansever evlatları hunhar bir kıyma makinası tarafından kıyıma uğratmakla kalmadılar, bununla birlikte geçmiş problemler de tekrar diriltildi. Kürtler yeniden itilen, horlanan, yok sayılan ve böylece ruhen ülkeden kopup gidecek bir konuma getirildiler.  Bugün ülkeyi yönetenler Kürtleri tamamen küstürmeyi özel misyon edinmiş gibi bir politika izliyor. 

Artık devlet, belirli kesimleri ötekileştiren, onlarla kavga eden, sürekli huzursuzluk çıkaran, döven, sopalayan, itekleyen konumuna yeniden döndü hatta eskiyi bile aratır hale geldi.

Sarayı bir iktidarda tutanların ondan son bir isteği daha var, o istek de bütün cemaatlere, hizmete yaptığının aynısını yapmasıdır.

Bir zamanlar kendi bölgesini etkisi altına alan, bir cazibe merkezi haline gelen Türkiye’nin bugün geldiği yer ortada. Bu ülkenin bir daha başını kaldıramaması için kendi iç sorunlarının çözülmemesi ve sürekli ahmakça patinaj yapması gerekirdi, Türkiye’nin yeni rejimi bunu sağladı.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin