Anne ve babamı nasıl büyüttüm

HABER ANALİZ | MUHSİN AHMET KARABAY

Bu Pazar farklı bir yazıyla sizlerle birlikte olmak istedim. En baştan belirteyim; birazdan okuyacağınız yazı bana ait değil, bütünüyle büyük kızımın kaleminden çıktı. 

Geçtiğimiz günlerde sohbet sırasında, “Size anne baba olmayı ben öğrettim” dedi. Önce çok garibime gitti, benim çocuğum nasıl bize anne baba olmayı öğretir diye düşündün. Sonra düşününce hak verdim. 

Bize nasıl anne baba olmayı öğrettiğini yazar mısın dedim. Önce yok dediyse de sonra kabul etti. Sizi, bana babalığı, eşime anneliği öğreten kızımın yazısıyla baş başa bırakıyorum.

Hasat zamanı dünyaya gözlerini açan ben, henüz çok toy iki gence kendimi teslim ettim. Biri henüz 18’inde diğeri 23’ünde… çok zor zamanlardı. Etrafta her şeyi idare etmeye çalışan bir bilge kadın (anneanne) dolanıyordu ama pek de buralı görünmüyordu. Ona bel bağlamam imkansızdı. Ama nasıl diyeyim her bakışından yaşadığı her şeye inat sevgi akıyordu.

Hayata başladığım ilk günler çok zordu. Onlarla nasıl anlaşacağımı bir türlü bulamıyordum. Ne desem beni anlamamakta o kadar ısrar ediyorlardı ki lafı sözü bırakıp ağlayıp duruyordum. Hatta sadece ağladığımda bana kulak verdiklerini fark etmemle birden hayat kolaylaştı. İkisini de bir ağıtla dize getirip gerekirse başımda nöbet tutturuyordum. 

Her zaman sorun olduğundan değil bazen sırf sıcacık kollarını, sevgi dolu seslerini duymak ve ilgilerini üstümde toplamak için ağlayıp durdum. Aslına bakarsanız bu eylemde hala çok iyiyim.

Gelelim bu iki gencin anne baba olma yolculuğuna… Annem, ah anneliğin tüm sırlarını öğrettiğim kadın. Ne çok uğraştım. İlk çocuk olmak öyle zor ki. Omuzumda biriken yüklerin sorumluluğunu çok erken taşımaya başladım. Tabii buna gönüllüydüm. İlk doğandım, zorlukları sevendim. Daha kendi çocuk olan iki kanı deli akan gence az mı şey öğrettim. 

Ağlamayla bir yere kadar ilerleniyor. Ya karnım acıktı sanıyorlar, ya altıma yaptım. Daha da ağlarsam hastayım… Yaşıma varmadan konuşmayı öğrendim. Öğrendim ki içimde birikenleri onların daha iyi anlayacağı bir dille söyleyebileyim. Hatta onlara en iyisini öğretmek için çocukluk dönemini hızla geçtim. Bir metreden az boyumla yetişkin oldum. 

Bir çocuk ne sever, neye ihtiyaç duyar, nasıl sevilmek ister, nasıl bir eğitim ister hepsini anlattım. Yeri geldi evrensel sırlar paylaştım. Ama en büyük öğretmenleri olan çocuklarına pek kulak astıkları söylenemez. 

Benimle daha fazla ilgilenmeye vakti olsun diye elimden gelen her yardımı yaptım. Hatta hayatlarını öyle kolaylaştırdım ki aradan bir buçuk sene anca geçmişti bir kardeşim oldu. Bizimkiler artık profesyonel lige geçmeye kalktılar. 

Biraz da babamdan bahsedeyim. Ben bir gazeteci kızıyım. En iyi bildiğim koku kağıt ve mürekkep. Belki de en sevdiğim koku olabilir. Babam hayatımın ilk yıllarında aynı anda iki üç iş birden yapıyordu. Onun iş yapışına hayrandım. Annemin dediğine göre bizlere daha rahat bir yaşam sağlamak için böyle çalışıyormuş. Yaşamdan anladığı anne babadan gördüğü sevgi ve doyan karnı olan bir çocuk olarak neye ihtiyaç duymamız gerektiğini biraz geç algıladım. Neticede ben de bir insanım. Görevim her şeyi bilmek değil bu iki genci anne baba yapmak.

Çocukluğu hemen geçtim dedim ya, 3 yaşıma girdiğim sıralardı… Evimiz küçük olduğu için babamın evde çalıştığı masa bizim odamızdaydı. Gözümü açtığımdaki ilk manzara duvardaki kütüphane, masadaki daktilo, rapido kalemler, mürekkep, karton, kağıtlar, dia fotoğraflar, cetvel, gönye ve kırmızı selo bant. 

Günlerce neyi nasıl yaptığını izledim. Şekilleri değişse de pötükareli açık yeşil ve beyaz kartona kırmızı bantla ölçüp biçip bir şeyler yapıştırıyordu. O kadar çok çalışıyordu ki beni sevmeye vakti kalmıyordu. Böyle babalık öğrenilmez diyerek kolları sıvadım. İş hayatım bu kararla başlamıştı. Çünkü ben ona işlerinde yardımcı olursam beni sevecek vakit bulacaktı. 

Bazı şeyler pek tahmin ettiğim gibi gitmedi. Ne zaman yardım etsem kızgın bir ifade, bazen daha büyük bir öfke, bazen de laf söz. Olmuyordu, ters giden bir şeyler vardı. Hem emeklerim boşa gidiyordu, hem bir türlü anlamıyordu. Vakti artacağına azalıyordu. Hatta yaptıklarımı bozup yeniden kendi yapıyordu. Sonra ben bu kartonları doğru yapmadığımı düşünerek kendime kızdım. Yazı işlerine başladım. Daktiloda yarım bıraktığı her sayfayı büyük bir özenle tamamladım. 

Yine olmadı. Artık kızmaların şiddeti artıyordu. 

Bir gün okumak ve yazmanın benim henüz bilmediğim eylemler olduğunu anladım. Bunları öğrenmek için önce okula gitmem gerekiyormuş. Dediklerine göre henüz yıllar varmış. Benim bu zamana kadar yaşadığımdan uzun yıllar…

Bu yüzleşme çok ağır geldi. Bana göre kendimi bildim bileli yaşıyordum. 

Öfke kontrolünü öğretmek için okula gitmem gerekmediğini fark etmemle hayata yeniden tutunmaya başladım. Her gün hem annemi hem babamı bu konuda sınayacak girişimlerde bulundum. Annem bu sınavları babama göre gözü kapalı geçiyordu. Yaptıklarıma daha anlayışlıydı. Onunla işim daha kolay sanıyordum ancak benden öğrendiği her bilgiyi kardeşim üzerinde daha çok uyguluyordu. Ona daha çok zaman ayırıyordu, daha çok ilgileniyordu. Dediğine göre kardeşimin daha çok ihtiyacı vardı. Sanırım kardeşimin keyfi daha yerindeydi ki çocukluktan hiç yetişkinliğe geçemedi.

Benim işim çok zordu. Babam dediğim adamı hakkıyla baba yapabilmek için hayatımı adadım. Sabrı ona ben öğrettim. Hiç bilmediği bir şeydi. Hoş görmeyi ben öğrettim. Onun grisi yoktu bir şey ya siyahtı ya beyaz. Sevmeyi, ilgi göstermeyi ben öğrettim. Ama sizden ne öğrendim, kızmayı, küsmeyi, surat asmayı, trip atmayı. Bir öğrendiklerinizle kıyaslasanıza… 

Bir ilk doğan olarak anne babamın tüm beceriksizliklerini ben deneyimledim. Daha ellerinde bebek tutmayı bilmeyip düşürmelerine kim dayandı ben. Henüz anne baba olmaya hazır olmadığınızı söylediğinizde size kim rehberlik yaptı ben. Tüm acemiliklerinize rağmen yılmadan mücadele ettim. İkinizi de hayata hazırladım. Benden öğrendiklerinizle evimize iki kardeş daha geldi. Son numara en şanslımız tabii cillop gibi anne babanın kucağına doğdu. Dört gözle beklendi. 

Öğretmen olmak kolay değil. Başta ağzının iyi laf yapması lazım. Anlattıklarının anlaşılması lazım. Ben de bir sürü yol-yöntem deneyerek sizin anladığınız dili konuşmaya başladım. 

Babam bana çok geç kulak vermeye başladı. Zaman içinde anladım bizim toplumumuzda babalar hep böyleymiş. Kuralları koyar, her şeyi onlar bilirmiş. Bir de bana sorsalar… siz babayı olmayı kimden öğrendiniz? Cevap basit. Her zorluğu göze alıp gelen ilk doğandan öğrendiniz.

İnsanlar çabuk unutuyor dünlerini. Siz daha tıfıl delikanlıyken biz ilk doğanlar olmasak siz baba olmayı, anne olmayı nereden öğrenecektiniz?

Yardım etmek için lavaboya girip bulaşık yıkamasaydım, evden gittiğinde kıyı köşe her yerde arama yapmasaydım, o bardakları kırmasaydım, topuklu terliklerinin, ayakkabılarının belini bükmeseydim anlayışlı bir anne olabilir miydin?

O daktilonun başına geçip yarımlarını tamamlasaydım, kırdığım cetveli gönyeyi halının altına saklamasaydım, Hıdırellez günü ateşin başına gidip dilek tutup eve geç kalmasaydım, onlarca kalemine mürekkep doldurmaya çalışırken bozmasaydım, nasıl öfkeni kontrol etmeyi öğrenip de sabırlı bir baba olabilirdin?

Sırf beni sevmeyi hatırlayın diye, dikkatinizi çekebilmek için konuştum, anlattım hayatımın başladığı günden beri… 

Güz mevsiminin içinde ağaçlar yaprak döküp kışa hazırlanırken ben sizleri ısıtmaya geldim. Bir olmayı, aile olmayı öğretmeye geldim. Siz ikiniz birbirinizi buldunuz ama ben sizi, merkezde odaklamaya geldim. İkiniz de ailesinden kopup gelmiş gençlerdiniz uzak kaldığınız sevgiyi size vermeye geldim. 

Sürçü lisan ettiysem affola… Tek gayem sizin anne baba olmayı beni severek öğrenmenizdi biraz zaman aldı, ama oldu. Çok net şekilde anne babalık yolculuğunda onur madalyasına layıksınız. 

Emeklerimi boşa çıkarmadığınız için şükürler olsun.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

1 YORUM

  1. Tek solukta okuduğum, enfes bir şekilde kaleme alınmış, her satırında kendinizi bulacağınız, doğal ve akıcı bir yazı. Tebrikler. Tebrikler. Tebrikler….

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin