Anasız ve evlatsız geçen bir bayram daha

YORUM | MUSTAFA DOĞAN (ESKİ CUMHURİYET SAVCISI)

Devlet kaynaklı baskıları en ağır şekilde hisseden gruplar hiç şüphesiz kadınlar ve çocuklardır. Başka bir deyişle analar ve kuzularıdır. Onlar bu dönemlerde ayrı düşerler, ayrı düşürülürler. Hasret ve özlem karşılıklıdır. Evlat anasının gözyaşlarına, ana yavrusunun kimsesizliğine yanar. O acı ve hüznün tanımı yoktur.

Tarihimiz analar ve yavrularının gözyaşları ile doludur. Sadece kitapların, raporların, duruşma tutanaklarının sayfaları aralamakla, gecelerin karanlıklarını yırtan anaların feryatlarını, ana hasretiyle sessizce ağlayan kuzuların gözyaşlarını görebilir, hissedebilir hatta kulaklarınızda duyup  gözlerinizde hayallerini canlandırabilirsiniz. Muhtemelen büyük bir şok ve korku içinde “Aman Allahım!” deyip bu sayfaları hemen kapatacaksınızdır.

KHK’lıların çocukları için bir rapor yazayım dedim, keşke demese miydim, keşke hiç aklıma gelmese miydi bilmiyorum. Ne okumaları tamamlayabildim, ne de o raporu yazmaya cesaret edebildim. Acı ve gözyaşını yazmak hiçbir şeye benzemez. Dolma kalem gibi onları içinize çekersiniz. Nöronlarınız ağlamalar, inlemeler, dualar, beddualar ve yardım çığlıkları ile dolar. Sonra onları harf harf metne dökersiniz. Zordur çok zordur.

Yapılan bu zulmün en önemli faillerinin ise “Türk Milleti adına karar veren” hakim ve savcılar eliyle yapılması ise ayrı bir ironidir. Millet adına karar veren hakimler, meşruiyet kaynağı olan milletin masum analarına ve çocuklarına kastetmektedirler.

Melek Çetinkaya, oğlu Furkan için yıllardır çabalıyor. Hepimiz sosyal medyada defalarca hem oğlu Furkan hem de diğer askeri öğrenciler için döktüğü gözyaşlarına şahidiz. Melek Hanım, bir süre de cezaevinde kaldı. Oğlu Furkan’ın neler hissettiğini hiç düşündük, empati yapabildik mi?

Erdal Eren’i de hepimiz biliriz. Suç tarihi itibariyle yaşının küçük olduğu yönündeki savunmalar hiç dinlenmemiş ve apar topar idam edilmiştir. Halbuki yargılama en fazla iki duruşma daha uzardı. Ama bir hayat kurtulabilirdi. Onun da bir anası vardı. O da bir kuzuydu. Erdal Eren, her yıl ölüm yıldönümünde anılıyor. Onun idamına karar verenler ise lanetleniyor.

15 Temmuz 2016’da şaibeli darbe girişimi gerçekleştiğinde 14-15 yaşlarında askeri lise öğrencisi olan çocukların yaşlarının dolması beklenip, gözaltına alındıklarını, tutuklandıklarını görüyoruz. Bu çocukların bir kısmı hakkında işkence iddiaları bile gündeme geldi. Ceza hukukuna göre 12 yaşından sonra cezai sorumluluk başlar. Yani o yaştan itibaren derhal soruşturulabilirler. Soruşturma ve yargılama usulleri tabii ki yetişkinlerden farklı olacaktır.

Buradaki sorun eğer bu çocukların 14-15 yaşında bir suçun faili olduğu yönünde deliller var idiyse neden o zaman derhal soruşturulmadılar. Yok suçsuz idiyseler, neden 18 yaşını doldurdukları gün birden suçlu ilan edilip derdest ediliyorlar?

Aslında cevap belli. O zaman da masumdular, şimdi de.

Hukuken arkasına saklandıkları gerekçeyi de yazayım. Terör suçu mütemadi suçtur. Fail yakalandığı tarihte temadi kesilmiş olur. Yakalama tarihi  suç tarihidir. Bu çocuklar bir yere mi kaçmış, saklanmış? Yıllardır neden beklediniz? Temadiyi neden daha önce kesmediniz? Bu maske AİHM ve BM karar organlarının ifade ettiği gibi inandırıcı değildir. Ceza hukukunun temel kuralları ile örtüşmemektedir. Bu kılıf ne çalınan minareyi ne de hukuksuzluğu örtecek kadar büyüktür. Bu yaklaşımlarla bu çocukları hapsedenler ile Erdal Eren’i idam edenlerin “kastı” arasında bir fark yoktur.

Peki bu zulüm neden yapılıyor. Cevabı uzakta değil. Resmi kayıtlar her şeyi gözler önüne seriyor.

2017 yılı Eylül ayında Polis Akademisi’nde “Yeni Nesil Terör: FETÖ’nün Analizi” adlı bir çalıştay yapılmıştı. Çalıştayda FETÖ/PDY yargılamalarında görev alan savcılar ve hatta ağır ceza mahkemesi başkanları da hazır bulunmuştu. Çalıştayın ardından da bir rapor yayımlandı. Raporun 14. sayfasında, “FETÖ ile birkaç nesil sürecek bir savaş içerisinde olduğumuzu, devlet ve millet olarak savaşın bir bölümünü kazandığımızı ve savaşın devam edeceğini asla unutmamamız gerekmektedir” denilmiştir.

Görüldüğü üzere sadece bir cümlede üç kez “savaş” kelimesi geçmiştir. Türkçe’de bu cümlede kullanılabilecek alternatif pek çok kelime var iken ısrarla “savaş” kelimesinin tercihi ise özellikle dikkate değerdir.

Hakim ve savcıların da katkı sağladığı bu rapor, “suç ve cezanın kanuniliği”, “suç ve cezanın şahsiliği”, “masumiyet karinesi” gibi ceza hukukunun evrensel temel kurallarını rafa kaldırmıştır.

Savaş ile kastedilenin ne olduğunu anlayabiliyor muyuz? Gözümüzün önündeki Ukrayna savaşı bize fikir verebilecek mahiyettedir. Bu savaşta da gördüğümüz üzere, roketler, top mermileri, askerler hedef seçmemektedir. Yaşlı, kadın, çocuk demeden insanları yok etmektedir.

Türkiye’de de yargı, adı geçen raporda ifade edilen savaştaki görevini layığı ile yerine getirmektedir. Avrupa Birliği raporlarında yer aldığı üzere yürütmenin ve Yargıda Birlik Derneği’nin baskısı altındaki hakimler ve savcılar cihat ve vatan kurtarma gibi hamasi yaklaşımlarla ülkenin evlatlarına kıymaktadır.  Osman Kavala olayında gündeme gelen aymazlık, hukuk tanımazlık yıllardır anaları ve evlatlarını birbirinden ayırmaktadır. Hatta anaları yavruları ile birlikte cezaevine doldurmaktadır.

Bugün bayram. Eğer gerçekten bayramsa, yavruları ile birlikte cezaevinde yatan anaların ve yavrularının, ana-babası gerekçe gösterilerek hapse atılan evlatların, askeri öğrencilerin, 18 yaşı beklenip tutuklanan çocukların ve yıllardır ana hasreti çekenlerin, yavrusunun kokusu burnunda tüten anaların bayramlarını kutlamayı unutmayalım.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

1 YORUM

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin