Amberin Zaman: ‘Biz de gidersek meydan tümüyle boş kalır’ bahanesine sığınmayın; en büyük kötülüğü siz yapıyorsunuz

Gazeteci Amberin Zaman, Türkiye’de medya bağımsızlığının engellenerek kamu yararını ayak altına alındığını söyledi. Büyük medya patronlarının iktidara taviz vererek ve demokrasinin yok olmasına seyirci kayarak ayakta kalmaya devam ettiğini söyleyen Zaman, “İktidarın yolsuzluklarını, hak ihlallerini, zorbalıklarının üstünü örterek…Saray’ın dalkavukluğunu yaparak… IŞİD tarafından yakılan Türk askerlerini görmezden gelerek… MİT yöneticilerinin PKK tarafından Irak Kürdistanı’ında ulu orta kaçırılmasına göz yumarak… Yani kamu yararını ayaklar altına alarak… Ve sakın bunu “Biz de gidersek meydan tümüyle boş kalır” bahanesine sığınmasınlar. En büyük kötülüklerden birini de siz yapıyorsunuz.” dedi.

ABD’de yayınlanan The Post filmi üzerinde bağımsız medyanın önemine dikkat çeken Zaman’ın Diken.com.tr’deki köşe yazısı şöyle;

Kamu yararı ve basının görevi

Amerika’da ‘fake news’ yani sahte, manipülatif haberlerin artan etkisinin dehşetle izlendiği bu günlerde Steven Spielberg’ün yönettiği ‘The Post’ isimli filmi, bir ülkede bağımsız medya olmadan sağlıklı demokrasinin mümkün olamayacağı gerçeğini tartışmasız biçimde ortaya koyuyor.

Kapalı gişe izlenen film gazeteciler kadar medya patronlarının da kamunun yararını kişisel hırsları, egoları ve maddi çıkarlarını üstünde tutmadıkları zaman ülkenin ne gibi felaketlere sürüklendiğini anlatıyor.

Vietnam Savaşı’nın tüm barbarlığı ve manasızlığıyla sürdüğü 71 yılında geçen gerçek bir hikayeyi üzerinden.

Cumhuriyetçi başkan Richard Nixon iktidarda. Savaş Kamboçya’ya da sıçramış durumda. Bir önceki başkan Johnson’un savunma bakanı Robert McNamara ünlü düşünce kuruluşu The Rand Corporation’a ABD’nin savaştaki rolünün etkilerini incelemesi için bir rapor sipariş ediyor. Nixon’un koltuğa oturduğu 1969 yılında tamamlanan 7000 sayfalık çalışma, Vietnam’ın nasıl bir bataklık olduğunu, milyonlarca Vietnamlının yanı sıra binlerce ABD askerinin nasıl pisi pisine can verdiklerini tüm çıplaklığıyla gözler önüne seriyor.

Ama iktidar Vietnam’daki varlığını sürdürüyor. Halkın cebinden çıkan milyarca dolar da cabası. Bu duruma dayanamayan bir Rand uzmanı ‘Pentagon Papers’ adıyla anılan dosyaları önce The New York Times’a sızdırıyor. Gazete belgeleri yayınlamaya başlayınca savcılık müdahale ediyor ve gazeteye dava açıyor. Yayın duruyor. Bu kez belgeler The Washington Post gazetesinin eline geçiyor.

Gazetenin sahibi orta yaşlı bir kadın. Adı Katharine Graham ve gazetenin hisselerini borsada satışa sunmaya hazırlanıyor zira gazete madden çok sıkışmış durumda. Meryl Streep tarafından canlandırılan Graham, McNamara dahil Washington’da birçok kodamanı sürekli villasında ağırlıyor.

Belgeleri yayınlamanın bedeli bu dostluklara veda etmek, gazetenin mali geleceğini sekteye uğratmak ve Graham için cezaevi kapılarının aralanması anlamına geliyor. Graham’ın avukatları “Yayınlamadan biraz bekleyiniz. Gazete kapanırsa bu kez kamu yararına hiçbir şey yapamaz hale gelirsiniz” diyerek Graham’ı caydırmaya çalışıyorlar. Gazetenin efsanevi genel yayın yönetmeni Ben Bradlee ve ekibi ise “Taviz vermeye başladığınız an sonu gelmez, aman sakın” diyorlar.”

Ve belgelerin basılmaması halinde topluca istifa edeceklerini söylüyorlar.

2001 yılında bir efsane olarak hayata veda eden Graham avukatları defliyor. The Post belgeleri basıyor. Ertesi gün Amerika’nın dört bir yanındaki gazeteler yasağı delerek kervana katılıyor. Kamu yararı adına yayın yapma hakkı gazeteciler ve de medya patronları tarafından böylece topyekun baskılara rağmen tescillenmiş oluyor.

Tahmin edebileceğiniz üzere, filmin her karesini Türkiye’deki siyasi ve ahlaki çöküntüyle karşılaştırarak geçirdim. Türkiye’de basın hiçbir zaman özgür değildi. 80’li yıllarda tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de sektörün sermaye yapısı değişince patronlar ellerindeki gazeteleri ve tv kanallarını diğer işlerini ilerletmek için silah haline dönüştürdüler.

Lüks hayatlara dalan kimi genel yayın yönetmenleri ise birincil görevlerinin ‘basın hürriyeti’ değil, patronların finansal çıkarlarını kollamak olduğuna kanaat getirdiler.

Yine Türkiye’nin basın tarihi kara lekelerle olduğu kadar Uğur Mumcu, Hrant Dink ve Cizre’de canları pahasına gazete dağıtan gençler gibi onurlu mücadele örnekleriyle dolu.

“Medya eşittir koz” anlayışının bayraktarlığını yapan Doğan grubu askeri vesayet tüm hızıyla devam ettiği 1996 yılında Radikal gibi cesur bir gazeteyi kurup basabildi. Dinç Bilgin de Erol Aksoy ile birlikte Yeni Yüzyıl’ı.

Cumhuriyet ise Adana bürosunun başında bulunan Celal Başlangıç sayesinde okurlara Güneydoğu’da halka yaşatılan dehşeti çoktan belgelemeye başlamıştı. 2007’de doğan Taraf gazetesi de sevabıyla günahıyla Ahmet Altan ve Yasemin Çongar’ın rehberliğinde kendi çapında çığır açtı.

Taraf, Radikal ve Yeni Yüzyıl yok artık. Ahmet Altan sırf iktidara kafa tuttukları için kardeşi Mehmet ile birlikte hapiste. Saydıklarım arasında madden en güçsüz durumda olan Cumhuriyet direnmeye, tutunmaya gayret ediyor. Ahmet Şık, Akın Atalay, Murat Sabuncu, Enis Berberoğlu halen tutuklu. Cesaretlerinin bedelini maddi, manevi ödüyorlar. Sevgili Kadri Gürsel, Banu Güven gibi özgürlükleri, yaşam standartları pahasına namuslu gazetecilikte inat eden birçok meslektaşım var. The Post’u izlerken sizleri düşündüm, filmin ortasında kalkıp isimlerinizi haykırmak geldi içimden. Sahiden…

Diken, MedyaScopeTV, T24, Duvar, Bianet, ArtıGerçek, Evrensel, Birgün, ve P24, gibi bağımsız medya kuruluşları aynı zorluklarla boğuşarak okurları gerçeklerle kavuşturmaya çabalıyorlar. Bu çetin koşullarda gazeteciliği seçen yürekli ve kabiliyetli genç kalemler var.

Burcu Karakaş, Tunca Öğreten, Rıfat Doğan, ve halen cezaevinde akıldışı gerekçelerle bulunan ve gözaltında işkenceye maruz kaldıkları iddia edilen Ayşegül Parıldak , Zehra Doğan ve Nedim Türfent gibi….

‘Büyük’ medya patronları ise iktidara taviz vere vere ayakta kalmaya devam ediyorlar. Demokrasimizin yok olmasına seyirci kalarak…

İktidarın yolsuzluklarını, hak ihlallerini, zorbalıklarının üstünü örterek…

Saray’ın dalkavukluğunu yaparak… IŞİD tarafından yakılan Türk askerlerini görmezden gelerek… MİT yöneticilerinin PKK tarafından Irak Kürdistanı’ında ulu orta kaçırılmasına göz yumarak…

Yani kamu yararını ayaklar altına alarak…

Ve sakın bunu “Biz de gidersek meydan tümüyle boş kalır” bahanesine sığınmasınlar. En büyük kötülüklerden birini de siz yapıyorsunuz.

Oysa Katharine Graham’un gösterdiği gibi buna mecbur değilsiniz.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

3 YORUMLAR

  1. Reis’in: “açırsanız acınacak hale düşersiniz” sözünün anlamını onlar da biliyor. Merak etmeyin, ne zaman ki AKP zayıflar, ne zaman ki AKP yakınlarında olmanın kendilerine zarar vereceğini anlarlar, “çark etmesini” bilirler.

  2. O amiral gemisinin ve diğer gemilerin “patronları” Erdoğan’ın kayığına bindiler de, o geminin yüzmesi için her gün kayık çeken “gazeteci tayfası” ve yelkenlere üfleyerek rüzgar veren “okurlar” ” suçsuz mu?

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin