‘Allah kahretsin, teşekkür ederim’

YORUM | AHMET KURUCAN 

Eminim ki anlam veremediniz bu başlığa. Bir tarafta beddua ya da dillere pelesenk olan şekliyle yolunda gitmeyen işler esnasında ağızdan şuursuzca dökülen bir deyim, diğer tarafta şükran ve minnettarlık ifadesi.

“Allah kahretsin!” olumsuz giden işler karşısında söylenen deyim değil aksine şuurluca dile getirilen bir kahriye ve beddua. Teşekkür ise gerçekten şükran ve minnettarlık ifade eden bir beyan.

Merakınızı gidereyim, Türkiye’de hayatını sürdüren ve yıllarca aynı kurumda birlikte çalıştığımız akif ve arif bir arkadaşımın, kardeşimin, dostumun bayram tebrikleşmesi esnasında yaptığımız konuşmadan aktardığım iki cümle bu. İkisi de aynı ağızdan ve her ikisinin de muhatabı aynı kesim.

BU YAZIYI YOUTUBE’DA İZLEYEBİLİRSİNİZ ⤵️

Şöyle başlayayım, iki yıldan beri pandeminin bizleri sürüklediği zaruri şartlara bağlı olarak yapamadığımız bayramlaşmayı bu sene yapabildik. Hamd O’na, minnet O’na, şükran O’na. Sınır getirilmeyen kalabalıklar halinde kılınan bayram namazları ve sonrasındaki kucaklaşmalar, ev ziyaretlerindeki saatler süren muhabbetler, çocukların büyüklerin ellerinden öpüp harçlıklarını alması ve akranları ile oynamaları özlediğimiz manzaralarmış. Ve tabii ki bir dostumun tasviri içinde “Camdan konuşmalar”. Facetime, Zoom, WhatsApp vb. üzerinden uzakları yakın eden, hasretin ateşini kısmen söndüren çoğu zaman körükleyen görüntülü muhabbetler. Yıllardır fiziken bir araya gelememenin ıstırabının daha derinden yaşandığı anlar. Konuşma bittikten sonra duyarlı insanların odalarına kapanıp dakikalarca hıçkırıklara boğulduğu, gözyaşlarının sel olup mendillere abdest aldırdığı ağlamalar.

Söz konusu dostum bizim Tavşanlılıların tabiriyle “evinde, işinde, eşinde ve aşında” olan dünyalar tatlısı, dini duyarlılığı alabildiğine yüksek, gördüğümüz ve bildiğimiz kadarıyla Rabbisi ile olan ilişkilerinde istikamet ve istimrar içinde ve helal-haram hassasiyeti alabildiğine yüksek bir kişi. Cemaat ile olan gönül bağını hiçbir zaman saklamamış, elinden geldiği kadarıyla benimsediği Hizmet projelerine destek vermiş, aldığı eğitim ve ileri seviyedeki İngilizcesi ile dünyayı iyi takip eden birisi. İnanın bana, şu an devlet bürokrasisinde ahbap-çavuş ilişkisi içinde göreve getirilmiş bir insanı çekin, yerine onu koyun, bilgi ve tecrübesinin olmadığı bir alanda dahi olsa açığı kısa zamanda kapatacak ve görevden aldığınız kişiden daha iyi iş çıkartabilecek bir kapasiteye sahip. Ama ne yazık ki meş’um 15 Temmuz hadisesinden sonra içeri alınanlardan. İki çocuğu ve eşini geride bırakarak yıllarca hapishanenin rutubetli, soğuk dört duvarı arasında ömür tüketenlerden.

İki yıla yaklaştı hapishaneden çıkalı haksız yere kendisinden çalınan senelerini tamamlayarak. Hayata kaldığı yerden devam etmek için kollarını sıvadı. Öncesinde kabiliyetlerine bakarak kendi iş yerinde çalıştırmayacağı kişilerin yanında işçi olarak çalışmaya başladı. Kısa zamanda toparladı bana anlattığı kadarıyla. Şimdi hiç kimseye muhtaç olmayacak hatta muhtaçlara yardım edecek seviyede hayata asılmaya devam ediyor.

Daha önceki telefon konuşmalarımızda da söylemişti, bu bayram tebrikleşmesinde de sözü oraya getirdi, yıllarca ellerinden tuttuğu, her türlü maddi-manevi desteği verdiği yakın ve uzak çevresindeki herkesin vefasızlığı ona çok koymuş. “Allah kahretsin!” diyor.

“Yanlış yapıyor, affetsin, korkmuşlar, endoktrine edilmişler vs.” türünden sözlerle yargılamalarda bulunmayın lütfen. Empati yapmaya çalışın. Hapis hayatı öncesinde şimdi kahrolsun dediği kişilerin kimler olduğunu ve onlara ne türlü yardımlar yaptığını siz de bilmiyorsunuz ben de. Hapishane hayatında ve sonrasında neler yaşadığını siz de bilmiyorsunuz ben de. Ailesi ve çocuklarının yaşadıkları hakeza. Dolayısıyla anlamaya ve anlamlandırmaya çalışalım. Benim tanıdığım o akif ve arif insan, onca eğitimine, onca dini bilgi ve yaşantısına rağmen bu bedduayı ediyorsa bir bildiği vardır diyorum ben.

Unutmamalı ki kim olursa olsun başkaları namına düşünemeyiz. Onların özgürlük alanına müdahale edemeyiz. Kararları onlar namına veremeyiz. Ama sorumluluğumuzun idraki ve şuurunda olarak kendi düşüncelerimizi usulüne uygun bir biçimde anlatabiliriz. Anlattıklarımız onun kararını belirler ya da etkiler bilemem, nihai karar ona aittir. Bu kişi yetişkinlik ve olgunluk çağına gelmiş kendi çocuğumuz bile olsa böyledir.

Şükran ve minnettarlık ifade eden teşekkürüne gelince… Kendisine bu vefasızlığı gösteren, ailecek yaşadıkları zulümleri yaşamasına neden olan süreçte siyaset ve yargı erki başta olmak üzere her kim görev aldıysa, her kim zerre miktar katkıda bulunduysa onların tamamını kastederek teşekkür ediyor. İronik ama gerçek. “Neden?” dedim telefonda büyük bir şaşkınlıkla. Bir cümlelik cevabı oldu bana: “Hayatıma anlam kattı bana yaşattıkları.”

Açmasını istedim. Tevazu göstergesi olan “Siz benden daha iyi bilirsiniz” cümlesiyle söze başladı, öncesi ve sonrası diyerek bazı mukayeselerde bulundu. “Önceden şöyle bakıyordum, şimdi böyle. Hapis hayatım öncesi şöyle davranıyordum şimdi böyle ve yeter,” dedi. “Siz anladınız.”

Evet anlamıştım. Anladığım şey şu oldu: Hayatına sınırlar koymuş. Kendini başkalarından korumak için alan belirlemiş ve kalın hatlarla o sınırları çizmiş. Çevresine bir çit örmüş, duvar örmüş. İyileri içeri almış, kötüleri dışarı çıkarmış ve kapılarını da sıkı sıkıya içeriden kilitlemiş, girmek yasaktır yazılı levhalar asmış. Hatta “Ne olur ne olmaz hırsızlar, arsızlar, vefasızlar eskiden olduğu gibi kapımı çalmadan yeniden girmeye çalışırlar,” diye de alarm teçhizatı kurmuş.

Maddi ve manevi düzlemde yüklenmesi ve taşınması imkansız yükleri artık sırtından atmış. Atmadıkları adına da limitini belirlemiş.

“Hayır” demesini öğrenmiş ve o “hayır” sözcüğü hem sınırlarını çizen bir çit ve duvar hem de kilidinin kapısını açan bir anahtar olmuş.

Zamanın kıymetini daha iyi anlamış ve harcandığında geriye gelmeyecek o en önemli sermayesini eşi ve çocukları başta olmak üzere harcamaya değer dediği kişilerle ve meşguliyetlerle harcamaya başlamış.

Sözün özü, mutluluğun özünde, başarının temelinde sınırlar çizmenin ön şart olduğu gerçeğini geç de olsa acı da olsa yaşayarak görmüş ve öğrenmiş.

Sadece o mu? Ben de öğrendim. Haydi itiraf edin siz de öğrendiniz. Öğrenmediniz mi?

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

2 YORUMLAR

  1. ‘Yikilasi hane’yle ‘zaman harcamaya deger es ve cocuklari’i nasil telif edecegiz. Zamanin baskalasmasiyla mi. Insan fitratinin ve takatinin disina tasan gayeyi hayal ile mi. Catlayan ruyayla mi. Neyle. Herkes bir bir uzaklasirken donup dolasip yine aileye donulecekseydi zamaninda haneyi neden cignettirdiniz ulan diye sorasim geliyor ama ‘vardir bir bildigi’ esigine takilip kaliyoruz iste. Birisinin bunlari kulagina soylemesi de lazim aslinda.

  2. Daha önce yazdım, gene yazacağım. İnsanların hepsi bu hizmeti sevmiyordu. Hizmeti güçlü bildikleri için “belki beni de bir yerlere tayin ettirirler” düşüncesiyle yanaşıyorlardı. Hizmeti temsil ettiğini ya da hizmetten olduğunu açıkça belli eden kişilere binlerce yalakalık ile dil dökerken, ben tarafsız olarak insanlara yanaştığımda, onların serzenişlerini, hakaret ve aşağılamalarını önceden de duyuyordum. Bu nedenle aynı kişilerden, aynı halktan mı bahsediyoruz diye şaşkınlıkla dinliyordum. Fakat üstadın düsturlarını tek taraflı okuyan ve “hüsnü zan ama adem-i itimad” sözünün sadece “hüsnü zan” kısmını alıp tedbirsizce davranan insanlar eninde sonunda bununla karşılaşacaktı. “Geçmişte beraber çalıştığımız, yardım ettiğimiz” dediğiniz insanlar geçmişte de farklı değildi. Bir örnek vereyim. Bulunduğum yerde bir öğretmen yabancı dil öğreniyor. Sonrasında derneklerden birine takılmaya başlıyor ve açıkça “şimdi yurtdışına çıkabilmek için 1 ay buraya sohbete gitmek lazım” diyor. Bu kişinin durumu bildirildiği halde “belki birşeyler öğrenmesine ve görmesine vesile olur” deniyor. Ben şahsen, menfaat için geldiğini direk sezinlediğim kişilere hüsnü niyet ile bakmadım. Bunların fayda getirmeyeceğini söylerken hep “belki bir fayda olur” cevabını alıyorduk. Demek ki çok sert tokat lazımmış. Halbuki büyüğümüz de zamanında “her zaman iyi niyetle davranmalı, kötülük görsek bile gene iyilikle cevap vermeli ama bizim bu davranışımızı açıkça suistimal edenlere karşı da gerekli tedbirleri almalı, uyanık olmalıyız” mealinde bir konuşma yapmıştı. Ne diyelim. Bu meseleler okunup anlaşılmadıkça, duvarlara toslaya toslaya öğreneceğiz. Aleyhimizde yazmaya devam eden kötü ruhlu insanlar bile açıkça “Hizmettekiler affeder nasıl olsa, cukkamıza bakalım. Hem bu taraftakilerin acıması yok” diye söylemediler mi? Hırsızlık, soysuzluk, arsızlık bile yapsanız sizi bağrına basan bir anne varsa, bu anne sizi gerçekten terbiye edebilir mi? Bir de böyle düşünün. Son olarak şunu da düşünün. Diyelim ki bir mevkiye gelmek için ateistler derneğinin seminerlerine gitmeniz ve destek vermeniz gerekse vee bunu yapmış olsanız, sonrasında ateist olur musunuz? İşte sizinle beraber olduğunu düşündüğünüz insanların durumunu ancak bu şekilde anlarsınız

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin