Alın size fırsat, rüşdünüzü ispat edin!

YORUM | KADİR COŞKUN

Bir kaç gün önce, kışın sert havasına rağmen, gecenin berraklığında ay’ın Hilal evresi gerçekten muhteşemdi. İnsanın aklına “Ramazan’ı Şerifte neden bu kadar aşikar olmazsın be mübarek!” diyesi geliyor. Öyle ya, Ramazan-ı Şerifte böyle bir göz kırpsa, ne olur? Kameri Aylar’ın hepsi için, Hilal, Bedr, Eyyam-ı Biyd denilen günleri var. Google’in nimetlerinden istifade ederek, günlük takvim ihtiyacımızı hallediyor olsak da, ilgili ve mütehassısların bunları takibi kaçınılmaz.

Aynı şekilde, Ramazan dışında, imsak, iftar ve fecr-i kazib, fecr-i sadık gibi, şu an detaylarına giremeyeceğimiz, dini hayatın günlük işleyişinde çok önemli vakit taksimleri sözkonusu. Eğer siz de, Alem-i İslam’ın derlenip toparlanmasını, Ru’yet-i Hilal Probleminin çözümüne ve müslümanların her yıl aynı günde bayram (Özellikle Ramazan Bayramı. Kurban Bayramı’ında Hilal, sadece Hacc’a gidenleri ilgilendiriyor.) yapmalarına bağladıysanız, hayatınızın sonuna kadar bu suni rahatsızlıkla yaşamak zorundasınız. Bu tür sade suya tirit, mevsimlik tartışmaları, Ramazan’dan Ramazan’a kendilerine iş düşen, Ramazan Tacirlerine bırakalım. Nasıl olsa, Hilal’de dahil, önümüzdeki, Ramazan-ı Şerife kadar, imsak ve iftarı konuşup, gündem yapmayacağız.

Fakülteli yıllarda, yine Ramazan-ı Şerif tartışmalarının ayyuka çıktığı günlerdi. İslam Hukuku Hocası “Arkadaşlar fazla heyecan yapmayın! Bu tartışmalar bir aylıktır. Ramazan sonunda biter. Her Ramazan geldiğinde tekrar nükteseder! Nezle, grip ve soğuk algınlığı gibidir!” demişti. Otuz küsür senedir bizzat takip ediyorum. Hoca gerçekten haklıymış.

Müslüman camia olarak, ümmet hakkındaki gayret ve heyecanlarımız ya, Samiha Ayverdi Merhum’un yadigarı, “Ne İdik Ne Olduk!” hicranıyla ya da dış dünyanın farklı zamanlarda, değişik dozlardaki uyarıcıları ile köpürür. Dini hassasiyetlerin bu tür mevsimlik değişiklere endekslenmesi, her zaman lazım olan dini gayretin süreklilik ve tesirini azaltıyor. Şimdi içinde bulunduğumuz kötü durum gibi, dinin, siyasi hamasetin ucuz malzemesi haline düşürüldüğü durumlarda, neyin dini hakikat, neyin milli ve tarihi hamaset olduğu birbirinden ayırd edilemez. Dinin müminler üzerine yüklemediği mükellefiyetleri, dini-milli bir karışımla ideoloji haline getirmek, dini düşüncenin iflası demek. İflasın en büyük delili de dini esasların, ideolojik heyecanlar köpürünce akla gelmesi.

Cinayet insanlık suçu…

Suud Konsolosluğunda göz göre göre öldürülen gazeteci dünya gündemine girince, konu ile alakalı hemen hemen bütün ihtimaller dile getirildi. Hadise sıradan bir devlet işi. Devlet imkanları seferber edilerek, sivil biri üzerinde kullanılan orantısız güç. Ortadoğu’nun bütün acemilikleri gibi, Suud’un amatör ekiplerinin ellerine yüzlerine bulaştırıp, cümle aleme rezil-i rüsvay olmaları işin rengini değiştirmiyor. Daha ustalıkla yapılanların hiç birisinden haberdar olmuyoruz. Suikaste karışanların kaç kişi olduğu şu an için meçhul. Belli ki mesele, şahsi bir hesaplaşma değil. Hele dini hiç değil.

Kaşıkçı olayı, Suud Yönetimi ile alakalı olduğu için, meselenin siyasi yönü bir kenara bırakılıp, mesele İslam ve Müslümanlık perspektifine sokulmak için ciddi gayret sarfedildi. Reflekslerimizi tahmin etmek zor değil. Aynen Ramazan-ı Şerif Hilal’i konusunda düşülen “Müslümanlar bu yıl da hilal meselesinde ihtilafa düştüler! Bayramı beraber yapamayacağız…” hayıflanmları. “Gazetecinin cinayetini çözün bakalım. Müslümanlar hep böyle yapıyor.” yorgunluk ve bıkkınlığı ile kendisini gösterdi. Durun ya hu! Hemen, harlamayın, yakmayın, yıkmayın, hey hey’lerinize sahip olun. Önce meselenin ne olduğu bir anlaşılsın. İslam ve Şer’i Şerif, kolu-kanadı kopmuş, teşhisi yapılamayan hastalar için acil servis değil ki! Cenaze tekfin ve teçhiz işlemleri ise ayrı bir konu.

Hümanizm’in ideallerinden çok daha kuşatıcı…

Geçtiğimiz günlerde, ABD’de Sinagog’a yapılan kanlı saldırı 11 kişinin hayatına mal oldu. Katliam, beyaz-ırkçı, aşırı dinci, antisemitik (Yahudi Düşmanlığı), nefret ve kin gibi suç motivasyonlarının hepsi için örnek teşkil edecek nitelikteydi. Saldırının hemen ardından suçlu yakalandı. ABD Başkanı’nın suçlu hakkındaki takdir edilebilecek cezanın “İdam” olması noktasındaki kanaati hiç yadırganmadı. Ama hiç kimse, meseleyi, Yahudi ve Hristiyan dinine mensup insanların dini gayretlerini körükleyecek, ya da dini tercih ve hassasiyetlerini hafife alacak bir yorum yapma ihtiyacı duymadı. Hadise pekala, Evancelik Hristiyan camianın eşiğine yuvarlanabilirdi! Ama öyle olmadı.

Cinayet bir insanlık suçu. Cezasını takdir etmeye gelince, o konuda tercih ettiğiniz ceza kanunlarına göre hüküm verme durumundasınız. “Ceza” dan bahsettiğimiz için, işlenen cürmün bir kez daha tekrar etmemesi için suça uygun müeyyidenin caydırıcı olması da önemli. Öyle veya böyle, olaya karışanların da cezadan nasibini almaları gerekir ki, iş olup-bittiye getirilmesin.

İslam’ın insan hayatına verdiği ehemmiyet konusunda, herkesin bir çırpıda okuduğu, “Kim, bir cana kıymamış, ya da yeryüzünde bozgunculuk yapmamış (masum) bir canı öldürürse, sanki bütün insanları öldürmüş gibidir.” (Maide, 32), ayet-i kerimesi, sadece İslam’ın insan hayatı konusunda ne kadar humanist (!) ilkeler barındırdığını ifade etmiyor. Kelam-ı İlahi’nin, Şer-i Şerifin, özellikle insana karşı işlenen cürmlerdeki cezai müeyyideleri uygulama noktasında getirdiği ağır yükümlülükler var. Yine İslam’ın ferd ve toplumu muhafaza noktasında riayet ettiği beş esastan -hayat, din, nesil, akıl, malın korunması- en önemlisi ‘hayat’. Diğerleri ‘hayat’ sözkonusu olduğunda kendilerinden bahsedilen şeyler. Dolayısıyla, ‘hayat’a karşı işlenen cürmlerin, cezai karşılığı, o derece caydırıcı ve teşebbüs cesaretlerini kırar mahiyette olması kaçınılmaz. İslam’ın Allah’ın kullarına yönelik cürmlere teşri buyurduğu cezalar, kimsenin hoşuna gitmese de ağır ve caydırıcı unsurların tamamını ihtiva ediyor. Hırsıza uygulanan had öyle. Terörist ve benzer suç örgütlerine teklif ettiği de öyle. Kaşıkçı Suikastinde, aynı suça bulaşmış insan sayısının çokluğuna bakmadan, gözünün yaşına bakmadan teşri buyurduğu da…

Hz. Ömer (RA), dinin her konusunda Hz. Ömer (RA)

Kıssa ve menkıbe anlatanlar açısından Raşid Halifeler’in ikincisi Hz. Ömer (RA), tükenmez bir altın damarıdır. Yalnız vaiz ve nasihatçiler için mi? Ortadoğu’da bir şekilde idareyi ele geçirmiş, müslüman halkı  inim inim inleten Doğu’lu facir ve müstebitler de, Hz. Ömer (RA)’ın hukuki uygulamalarından rol çalmayı pek severler. Sünni Dünya’nın lideri olma hırsına düşenler için, etraflarını çeviren Saray Meddahlarının en harc ı alem malzemesi, Hz. Ömer (RA) kıssalarıdır.

Ne var ki, Emirü’l-Müminin Hz. Ömer (RA)’in din konusundaki, tutarlılık, ciddiyet ve mehabet açısından taklidi, kopyalanması ve seri üretimi imkansızlık ölçüsünde zordur. Aile mensuplarını idareden ve devlet işlerinden uzak tutmada ne kadar ciddi ise, Şer’i Şerif’in ahkamını uygulama noktasında da o kadar pervasızdır. “Adalet mülkün temelidir!” deyip, müslüman halka olmadık zulüm ve baskıyı uygulayan, Nepotizm’in zirvesinde arşiyeler çizen, Doğu’nun zalim ve facirlerinin Hz. Ömer’i (RA)’den ne kadar uzağa düştüklerini hesap edin.

Halep oradaysa arşın burada. Sünni Dünya’nın Lideri rollerine soyunanlar, dava ve iddiamızı çürütebilecek bir tecrübenin eşiğinde bulunuyorlar; Kaşıkçı Suikasti, ne kadar adil ve Ömervari olduklarını göstermeleri için bulunmaz bir fırsat.

İmam-ı Malik, Meşhur Hadis Mecmuası Muvatta’da şöyle konumuzla ilgili ilginç bir rivayete yer verir. Hz. Ömer (RA), feci şekilde öldürülen bir adamın, cinayetine karışan beş ya da altı kişiyi kısas ile cezalandırır. Sonra da şunu ekler, “Eğer, cinayete San’a şehrinin tamamı dahil olsaydı, hepsine kısas uygulardım.” (Muvatta’, Ukul, 19) Konu hakkında, Mezheplerin uygulamaları farklılık arzetse de, Emirü’l-Müminin’in cezai müeyyide ciddiyeti, Maide Suresindeki ayet ve İslam’ın beş temel esasından en önemlisini koruma ve kollama noktasında kusursuz bir uygulamadır.

ABD’de Sinagog saldırısından sonra, öldürülenlerin gönüllerini almak için ‘İdam’ çeşnili konuşma yapmak zorunda kalan Trump, üzüntülü ailelerin “Sakın şehir ve mahallemize yaklaşma!” tepkisi ile karşılaştı. ABD Başkanı, beyaz-ırkçı, yabancı düşmanlığı ve antisemitik söylemler konusunda birinci dereceden sorumlu görülüyor. Kayıplarının derin acısını yaşayan aileler, her gün yeni bir ayrımcılığı körükleyerek siyaset yapan Trump’ın merhametini değil, kanunların takdir edeceği kararı bekliyorlar.

Hilal, açık havalarda sergilediği muhteşem gökyüzü manzarasını her Kameri Ay’da tekrarlıyor. Öyle olmadığı zamanlarda da çözümler tükenmiş değil. Şer’i Şerif, insani ihtiyaçları giderme ve problemleri çözme noktasında humanist beklenti ve dayatmalardan çok daha fazlasını vadediyor. Şairin dediği gibi,  “Güneşi ceketinin astarı içinde kaybetmiş!”, zavallı, kağıttan Sünni Liderlerin elinde, ideolojik ve kültürel bir aygıta dönüşmüş sistem enkazlarını İslam ile birbirine karıştırmayın.

Kur’an-ı Kerim ve ondört asırlık İslami düşünce mirası, insani problemleri çözme konusunda hususi bir yerde bulunuyor. İslamı ve Müslümanlığı başlarındaki tükenmiş siyasi aktörlere bağlayanların, her siyasi başarısızlıkta faturayı İslam’a çıkarmaları geçtiğimiz asrın tedavisiz hastalıklarından. Kaşıkçı Suikastindeki hukuki trajedi, İslam’ın değil, Sünni Dünya Lider taslaklarının media şovu. Masum birinin öldürülmesi karşısında, gerekirse İstanbul ya da Riyad’ın yarısını cezalandırabilecekler mi, göreceğiz.

Ruyet-i Hilal, İslam dünyası için bir aylık geçici bir rahatsızlık ama, siyasi kompleksin travmaları bir buçuk asırdır devam ediyor.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin