AKP’nin rehin aldığı cemaatler, tarikatlar

YORUM | MAHMUT AKPINAR

Siyasal İslamcılarla aynı zemini paylaşan Hak Yolcular, İskender Paşa gibi bazı cemaatler hariç, eskiden örgütlü dindarlar siyasal İslam’a mesafeli dururdu. Ana akım pek çok cemaat ve tarikat uzun yıllar İslamcı partilere oy vermedi. Dindarların büyük kısmı AP, DYP, ANAP gibi liberal, sağ, merkeze yakın partilere destek oldu. Ana akım dini gruplar bir siyasi partiye açıktan destek vermeyi tercih etmedi. Tabanına doğrudan siyasi telkinde bulunmadı.

Cemaatlerin ve tarikatların siyasal İslamcı partilere mesafeli durmasının sosyolojik, pragmatik ve din anlayışından kaynaklanan nedenleri vardı. Bunların bazılarını sıralamak gerekirse:

BU YAZIYI YOUTUBE’DA İZLEYEBİLİRSİNİZ ⤵️

  • Öncelikle siyasal İslam ile geleneksel İslam veya sosyal İslam arasında temelden fikir ayrılığı mevcuttu. Siyasal İslam yaklaşımı tepeden inmeci ve tümden gelimciydi. Devleti ele geçirerek bir İslami rejim kurulması ve sonra toplumun devlet eliyle Müslümanlaştırılması, dönüştürülmesi yöntemini tercih ediyordu. İran, Sudan gibi ülkelerdeki devrimleri örnek alıyordu. Oysa geleneksel İslami cemaatlerin/grupların başta İran rejimi olmak üzere, İslam’ı rejime-yönetime indirgeyen yaklaşımlara temelden itirazı vardı. Tarikatların ve cemaatlerin gövdesini oluşturduğu geleneksel İslami akımlar dinin devlete bakan yönünden öte, itikada, ahlaka, ibadete, dini eğitime odaklanıyordu. Tümevarım yöntemiyle bireyler düzeltilirse yukarıya doğru ailenin, toplumun ve nihai olarak da devlet yönetimin düzeleceği tezini savunuyordu.
  • Geleneksel dini gruplar, siyasal İslamcıların devlete talip olarak laikçileri, Kemalistleri tahrik ettiğini ve tüm dindarları hedef haline getirdiğini düşünüyordu. Teorik olarak siyasal İslamı onaylamama yanında, pratik gerekçelerle de siyasal İslam’la aynı kareye girmek istemiyorlardı. Bu nedenle yıllarca siyasal İslamcılar cemaatleri, tarikatları küçümseyecek, “pasif”, “korkak” olmakla suçlayacaktı.
  • Bülent Arınç’ın “biz varsak siz varsınız, biz yoksak siz de yoksunuz” ifadesinde/tehdidinde açıkça görüldüğü üzere siyasal İslamcılar kendisini ‘asıl’ görüyordu. Onlar ‘siyasi temsilci’ye, ‘halife’ye tekabül ediyor, diğer dini gruplar ise onlara biat etmek zorunda olan teb’aya karşılık geliyordu. Bu yaklaşım sebebiyle kitlesinin denetiminden çıkacağı kaygısı yaşayan veya siyasi bir maceraya kurban etmek istemeyen dini liderler takipçilerini siyasal İslamcılardan uzak tutuyordu. Erbakan-Erdoğan örneklerinde şahit olduğumuz üzere, siyasal İslamcı liderler dini duyarlılığı olan herkesin tartışmasız kendisini desteklemesini bekliyordu. Aksi durumlar “bağilik”, “isyan” olarak görülüyordu. Tam da bu nedenle Hak-Yol cemaati lideri merhum Esad Coşan Hocaefendi ile Erbakan arasında 1980’lerde iktidar mücadelesi çıkmış ve sert şekilde ayrışmışlardı.  
  • Türkiye’deki siyasi zemin oldukça kırılgan ve değişken olduğu, dindarlar statüko, askeri bürokrasi ve yargı açısından yıllarca “tehdit” görüldüğü, sık aralıklarla ülkede irtica histerisi hortlayıp “laiklik” namına dindar avı yapıldığı için, cemaatler-tarikatlar meşruiyet sorunu olmayan, rejimin tehdit algılamadığı partilere destek vermeyi daha güvenli buldular. Bizatihi tehdit olarak algılanan ve kapatılan İslamcı partilerle aynı çizgide durmak, tehlikeyi katmerli hale getiriyordu. Liberal, sağ partiler sistemle daha uyumluydu ve kendilerini statükonun tehdidinden, laikçilerin husumetinden kısmen koruyabiliyordu.
  • Risale-i Nur ekolünün siyasal İslam’a tavrı daha net idi. Bediüzzaman “Şeytandan ve siyasetten Allah’a sığınırım,” veHakikî dindar, müttakî olanlar, siyasetçi olmazlar. Yani, maksad-ı aslî siyasetini yapanlarda din, ikinci derecede kalır, tebeî hükmüne geçer,” (Emirdağ Lâhikası) diyordu. Siyaset ve güç ile dini-manevi otorite aynı elde olunca mürailerin, münafıklar türeyeceğini savunuyordu. Bir elinde nur (Kur’an, iman) bir elinde topuz (siyaset, güç) tutanların halka güven vermeyeceğini, halkın Nur ile celbedip, topuz ile döveceğinden korkup uzak duracağını ifade ediyordu. Nur Talebeleri uzunca süre siyasetle doğrudan meşgul olmadılar. Siyasal İslamcı partilerle ise dokuları hiç uyuşmadı. Keza en örgütlü ve yaygın tabana sahip cemaatlerden birisi olan Süleyman Efendi talebeleri siyasal İslamcılara, MSP-RP çizgisine hiçbir zaman sıcak bakmadılar. Onlar yurtlarını korumayı ve Kur’an öğretme hizmetine devam etmeyi en önemli strateji ve dava olarak belirlediler. Ama seçim zamanları merkez sağ partilere oy vermeyi tercih ettiler. Tarikatlar arasında en güçlüsü ve yaygını diyebileceğimiz Nakşi Menzil Cemaati de yıllarca siyasal İslamcılara tavır aldı. Şeyh ve ailesi Kürt idi ama daha ziyade Batı Anadolu’da organizeydi ve sahip olduğu milliyetçi taban nedeniyle milliyetçi ve muhafazakar partilerle arası iyi oldu.

2000’li yıllara kadar siyasal İslamcı partilerin tek başına iktidara gelme şansı yoktu. En fazla koalisyon ortağı olabiliyorlardı. 28 Şubat döneminde Erbakan’ın sınırlı süre başbakan olmasının faturası dindarlardan acı şekilde çıkarılmıştı. İlkesel duruş yanında, bazı cemaatler ve tarikatlar kazanma şansı olmayan, ama statükodan dayak yeme ihtimali güçlü bir partiye oy verip kendilerini riske atmak istemiyorlardı. 2002 seçimlerinde pek çok dini grup “gömlek değiştirme” iddiasına rağmen AKP’ye mesafeli davrandı. 28 Şubat’ın etkisi sürüyordu ve laikçi cephe, statüko güçlüydü. Dini Hizmetlerini sürdürmeyi amaçlayan ana akım cemaatler-tarikatlar siyasal İslamcı genetiğe sahip Erdoğan, Gül, Arınç gibi siyasetçilere kuşkuyla baktılar. Ülkeyi ve Müslümanları yeni maceralara sürükleyeceği endişesini taşıdılar.

Gülen Cemaati dahil örgütlü dindarların AKP’ye oy vermesi ikinci dönemle yükselişe geçti. Zira bu arada AB, demokrasi, hukuk, insan hakları gibi konularda AKP ciddi adımlar atmış, liberaller, Kürtler, azınlıklar yanında dini grupların da güvenini kazanmıştı. Girdiği ilk seçim olan 2002’de yüzde 34 oy alan AKP, DSP-ANAP-DYP, MHP gibi partiler baraj altında kaldığı için iktidar oldu. Asıl sıçramayı demokratik açılımları müteakip girdiği ikinci genel seçiminde yaptı ve oylarını yüzde 46.6’ya çıkardı. Zamanla İslamcı kadrolara güvensizlik yerini güvene bıraktı, örgütlü dini gruplar da AKP’ye oy verir hale geldi. Nitekim AKP 2011 seçimlerinde iki kişiden birinin oyunu alarak seçim başarısını yüzde 49.83 ile zirveye taşıdı. AKP’nin bu kadar oy almasında, hiç kuşkusuz laikçi kesimlerin e-muhtıra, 367 krizi, Cumhuriyet Mitingleri gibi antidemokratik zorbalıklarına verilen tepkiyi unutmamak gerekir.           

2009 ve 2010 yıllarında Erdoğan parti içinde tek adam olmanın yollarını yapıyordu. “Akredite bürokrat havuzu” oluşturulmuştu ve önemli atamaların sadece buradan yapılmasını istiyordu. Bu havuza başta Gülen Cemaati mensupları olmak üzere mutlak biat etmeyenler alınmıyordu. 2011 seçimlerinde yüzde 50 oy alınca Erdoğan AB yürüyüşünü savsakladı, demokrasi ve hukukla ilgili taahhütlerini rafa kaldırdı. İslamcı gömleğini tekrar giydi ve önce partide, sonra ülkede tek adam olmaya yöneldi. Üçüncü dönemden itibaren AKP’nin yozlaşması ve kirlenmesi de hızlanmış ve aleniyet kazanmıştı. İstanbul İl Başkanı Aziz Babuşcu’nun: “AKP’nin artık diğer bileşenlere, liberallere, demokratlara ihtiyacının kalmadığını” ifade etmesi otoriterleşmenin ve İslamcılığa geri dönüşün itirafıydı.

AKP’deki otoriterleşmeye ve yozlaşmaya mukabil liberaller, azınlıklar, önemli oranda Kürtler AKP treninden indiler. Gülen Cemaati, AKP ile iç içe geçtiği halde, tabanını kaybetme riskine rağmen trenden indi. Ama yolsuzluk dosyalarının ifşası, 17-25 Aralık fatura edildiği için Gülen grubu ağır bir kıyıma maruz bırakıldı. Yeni Asya Cemaati, Furkan Cemaati gibi gruplar AKP ile mesafeli durdu. Böylece iktidarın zulmünden değilse de, yolsuzluk ve kirlerinden kendini korudu. Süleyman Efendi Cemaati’nin ana akımı baştan itibaren AKP’ye karşıydı. Erdoğan bu sebeple onlara zulmetmeye herkesten önce başladı, yurtlarını yıktırdı, cemaati böldü. Ama geriye kalan dini cemaatler maalesef kirlenmiş, yozlaşmış, boğazına kadar zulme batmış AKP treninden inemediler, aksine daha da yapıştılar. Zira AKP diğer cemaatlere Gülen Cemaati’nin çökülen mallarını, imkanlarını taahhüt etti ve bir kısmını onlara dağıttı. KHK’larla tasfiye ettiği nitelikli kadroların yerine bunların yetersiz, niteliksiz elemanlarını doldurdu. Cemaatlerin ve tarikatların önderlerine ihaleler, imkanlar, makamlar verdi. Kirli işlerine bulaştırıp onları şantaja, tehdide açık hale getirdi. Ayrıca bu cemaatlerin tabanı cemaat yönetimi üzerinden ağır siyasi propagandaya maruz kaldılar.

Yıllarca siyasal İslamcılarla geleneksel cemaatler arasında uçurum oluşmuş, birbirlerine ağır hakaretler etmişlerdi. Pek çok cemaatin-tarikatın MSP, Milli Görüş çizgisindeki İslamcı partilere oy vermeyeceği adeta kanaat-i katiyye olmuştu. Üçüncü dönemden sonra Erdoğan’ın AKP’si MSP, RP ile dahi kıyaslanamayacak kadar siyasal İslamcı hale geldi. Taraftarlarını radikalleştirdi, şiddete, silahlanmaya açık hale getirdi. Bu safhada dünün ılımlı, geleneksel dini cemaatleri AKP’nin kirli ve ayrıştırıcı politikalarının parçası oldular. Daha önce radikal yaklaşımlara, şiddete açıkça tavır alabilen (bazı) cemaatlerin, grupların çocukları ya dinden kopup sekülerleştiler veya radikalleşip şiddete yatkın hale geldiler. İntihar eden merhum Enes Kara örneğinde gördüğümüz üzere ebeveynlerinin ve cemaat çevresinin ikilemleri, ilksesizlikleri nedeniyle dini çevrede yetişip deist-ateist olan çok genç var. İlkesizlikleri hazmedebilenler ise söylemlerinde dini-mukaddesatı kullanan ama bohem yaşayan AKP militanlarına, Erdoğan hayranlarına dönüştüler.

AKP ile birlikte yürüyen cemaatlerin, tarikatların önceliği artık ahlak, ibadet, kalp hayatı, tasavvufi derinlik filan değil. Onların ajandasında kazanımlarını korumak var. Son zamanlarda söylemlerine siyasi kavramlar hakim. AKP on iki asırlık tasavvuf ekollerini, gönül ve hal dergahlarını yozlaştırdı, sıyasallaştırdı. AKP destekçisi tarikatlar-cemaatlar düştükleri halin farkında bile değil. Farkında olanların yapabileceği çok şey yok. Zira kirli ve zalim AKP ile bütünleştiler. İktidarın nimetlerine, imkanlarına fazla alıştılar. İlkesi ve kutsalı olmayan Erdoğan’a rehin düştüler. Artık bu trenden inemezler. İnmeye kalkanlar operasyona maruz kalır, ağır kayıplar yaşar. Çünkü tabanlarını Erdoğan rejimine dolgu malzemesi yaptılar. Ayrıca Erdoğan MİT üzerinden bu cemaatlerin tarlalarını sürdü, kadrolarını şekillendirdi. Ayrışmaya çalışsalar bir yarıları Erdoğan’ın elinde kalır.

Yazık ettiler kendilerine! Kısa vadeli ve dünyevi bazı kazanımlar için tarih boyunca alınlarına yapışacak bir kara edindiler. Basiretli davranıp zamanında Erdoğan’ın treninden inemediler. AKP yozlaştıktan, hırsızlığı aleniyet kazandıktan sonra teslim oldular, hem kendilerini hem de tabanlarını heder ettiler.

AKP’nin cemaatleri rehin alıp dilediği gibi kullanmasında cemaatlerin vebali büyük. Ama her fırsatta din düşmanlığı yaparak, kendilerinden daha nitelikli ve eğitimli dindarları bile aşağılayıp dışlayarak dindar kitleleri kirli AKP’ye mahkum ve mecbur eden CHP’nin, laikçilerin payını da unutmamak lazım. CHP içinde AKP lehine çalışan ve dindarları AKP’ye iten bir lobi var ve bu lobi oldukça güçlü, etkin.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

7 YORUMLAR

  1. Bu haftaki işkencelere CHP’nin tepki göstermemesi ve görmezden gelmesi, aslında müslümana, masuma veya kendilerinden olmayana işkence yapılmasını onayladıklarının bir kanıtıdır. Aynı şekilde İYİ Parti’nin de farklı bir duruşu olmamıştır. İYİ Parti, CHP’den daha zalim ve daha faşist bir yapılanmadır. Korkarım ki çok yakında MHP’den farklı olmadıklarını AKP’ye yanaşarak gösterecekler.

  2. 90 lar, Beyazıt Meydanı ve bir Siyasal İslamcı Anısı…

    90 ların İstanbulu demek Beyazıt demekti. Aşk, kin, nefret, intikam mottolu kitaplar bestsellerse eğer, yaşamın nefes alan hali nedeniyledir, o nedenle benzetmem. Ne Taksim, ne Kadıköy, Bayazıttı tüm ülke ozamanlar. Ali Kalkancı-Fadime az ilerisinde basılacaktı Beyazıtın, Üniversite kavgaları göbeğinde Beyazıtın, Cuma çıkışı Cuma namazı kılmayanların İsrail Protestosu da…

    Az ortalarında 90 ların, Rus bavul ticaretçileri de eklenecekti, bedenlerini satan canlı kadınlar türeyecekti, ölünün derisinden çanta yapan deri imalatçılarının sokaklarında. Küçük küçük mescitlerle doluydu ayrıca muhteşem silüetiyle Süleymaniyenin bulunduğu bu yer, sakallı dönercileri boy boy olacaktı, Mc Donaldsların karşısında. Bu kozmopolit yerde kısaca herkes vardı herkes.

    Ülkücüler, aşırı sol gruplar TKPML-TİKKO-DHKPC ler, ölmedin sen Metin Yüksel diyener, İrancılar, Erbakancılar, Cemaatler, Sen Josephliler, çalıntı Rolex saat satanlar…

    Bab-ı Alinin terk ettiği binalarda, yayın evleri vardı, entelijansiya orasıydı o zamanlar. Bu nümayişte bugünden bildiğimiz çoğu kişi de vardı aslında, Burhan Kuzu, Ersan Şen, Mehmet Altan, Hatemi, Kemal Alemdaroğlu…Az ilerimizde, yürüme mesafesinde bugünün nam-ı diğer Zalimi, Erdoğan da vardı hatta Belediye Başkanı koltuğunda. Binaliler, Bilaller… Ve saf çoçuğu masum Anadolunun.

    O zamanlar öğrenciydim bu kampüste. Bir çeşit hayalet. Hizmet düşüncesinde olan insanlara hayalet dersek yanlış olmaz bu dönem için. Vizeden vizeye, finalden finale giderdik. Kendi alemlerimiz evlerimizdi. Öğlen gelecek öğrenciler, matematik anlatılıcak gençlerdi. Hizmet insanına pasif demelerinin sebebi de Erbakancıların (o zamanlar Siyasal İslam kelimesi yoktu) o nedenleydi sanırım. Biz değildik üniversitelerde, hayaletimizdi, gölgemizdi.

    “Kanlı mı olacak, kansız mı” diye kaşıdıkları, yılanı uyandırdıkları durumu söylemeye nezaketimiz varmıyordu, birde bu pisledikleri, başörtülü kadınların başına bela ettikleri bu duruma, sokaklarda protestolarla karşılık vermemiz için zorlamaları, bizim oralara gitmememizdi bu pasif demeleri. İçten içe kinleniyorlardı. Kendi pisledikleri pisliği temizlemeyi değil, büyütmeyi, daha kompleks hale getirmeyi planlayıp, bir Balyoz yaşatmayı istiyorlar gibiydiler. Elbette, samimi tabanları değil, onlar neyin farkındaydılar ki. Ama isimlerinde, Oğuzlar, Hanlar, Asiller, Soylar olanların yer aldığı yapılar, bu döğüşü kışkırtıyorlardı.

    Ama o yılların Beyazıtı demek aslında Ülkücüler ve aşırı sol gruplar demekti. Birde o dönemler daha Perinçek yoktu. Perinçekçiler, İşçi partililer 99 2000 gibi türeyecekti üniversitelerde. Hatta diğer gruplarla kavga da etmeye başlayacaklardı, o kısım ayrı.

    Benim bahsettiğim o Teksas yıllarında, ünlü ülkücü Reisi Zaferin Hukukta saltanat kurduğu, solcu lider Selimgillerin Siyasalın Kantininde hükümran olduğu yıllardı, Siyasal İslamcılar okulda kuzu, hizmet insanı da hayalet. Okulun o kavgacı gerilimli ortamını sevmezdik bilenler bilir.

    Bölümlerde öyleydi aslında. Az aşağıdaki Fen-Edebiyat fakültesinde, maksadı eğitim değil, hergele meydanında volta atmaktı.

    Coğrafya ve Tarih bölümünü, sabah otobüse binip, o kesmekeş İstanbul trafiğinde, ayakta notlara bakarak sınav sabahı yolda çalışarak bitirebilirdiniz. En az 1,5-2 saatlik bu okula ulaşma yolculunda derdi Tarihçiler ve Coğrafyacılar, eğer kırmızı ışığa çok yakalanırsak 80 bile almamız içten bile değil.

    Hukuk fakültesi demek okula gitmemek demekti zaten. Copy centerlar doluydu, pratik notlar doluydu, bilumum hukuk kaynağı mevcuttu, okula gitmeyi kim önemserdi ki. Siyasal desen hakeza öyleydi. Diyeceğim, 90 lı yılların Beyazıttaki İstanbul Üniversitesi okul değildi. Nümayiş yeriydi. Gösterilerin, kavgaların gürültülerin, çalkantıların, volta atmaların yeriydi.

    İstanbul Üniversitesine, Beyazıt Kampüsüne o yıllarda herşey diyebilirsiniz ama bir konuda anlaşalım. Asla okul diyemezdiniz. Bu nedenle hayalet olduğum için benim gibileri de kızmayın. Geçmişe dönsem yine aynısını yapardım sanırım. Vizeden vizeye, finalden finale.

    Hoş gerçi ülkücülerin ve solcuların da pek amacı okul değildi. Orası onların örgütsel faaliyet alanıydı. Daha okulun ilk gününde, binlerce küçük kağıt üzerinde TKMP, TİKKO yazan kağıtları önümüze bırakırlardı.

    Güçlülerdi, kara listeleri vardı, daha birinci sınıf olsak bile, bu tuhaf ortamın dengelerini hemen sezmişti tüm öğrenciler. Bu aşırı sol gruplar, tek tek doğu ve güneydoğu Anadoludan gelen öğrencileri avlamaya başlarlardı, gözümüzün önünde. Topsakal ozaman onlar demekti. Bayağı da başarılıydılar. Volta atarak koridorda koluna girdikleri o masum Anadolu gencini, ateşin bir protestocuya dönüştürürlerdi.

    Daha ilk gün yanımda oturan Ağrılı bir çocuk, “ben hiçbirşeye karışmıycam, okumaya geldim buraya “diyen o temiz çoçuk” birkaç yıl sonra, polisle gösteri bahanesiyle çatışmanın en önünde görmek, aşırı sol grupların faaliyetinin sonucuydu.

    Adam kazanma yöntemleri çok basitti. Lider öğrenciler, olay çıkarırlar, sonra “ilgilendikleri” gençleri öne atıp, polis jopunu yedirirlerdi. Polisten job yiyen bir daha asla iflah olmazdı. Düşmanı olurdu.

    Bahane çoktu, neden arka kapı kapalı protestosu, neden öğrenci yemeği fiyatı arttı protestosu, baktı olmadı, hayali bir konu bulunur onu protesto.. derken larvaların güçlenmesi, palazlanması, endoktrine edilmesi süreci devam ederdi. Ardından faşizm karşıtı kitaplar, Das Kapitaller..uzun uzun volta atmalar derken birkaç aya çakı gibi bir aşırı sol öğrenci yetiştirilirdi.

    Poliste, ülkücülerle entegre, “vurun aslanım vurun, şurada polis kamerası var dikkat, şurası kör nokta, hadi aslanlarım der” arkasında dururdu.

    Çok ilginç hemde çok, Devlet Bahçeliyi böylesine pozitif anacağımı bilmezdim, ülkücü lideri Zafer ve onun etrafındaki grupların taşkınlıkları nedeniyle, Bahçelinin, “öğrencinin elinde kalem olur silah olmaz” sözü çok hoşuma gitmişti. Aklı Selim bunu gerektirirdi çünkü.

    72 bin kişilik İstanbul Üniversitesinde, kendi içlerindekilerin anlatımıyla söyleyeyim, 90 lı yıllarda, 700-800 tane çelik çekirdek ülkücü vardı, 2000 civarında da aşırı sol grup öğrencisi. Sonuçta gövde gösterilerinde, bunu anlatırlardı biz şu kadarız, bu kadarız diye.

    Okulun içi böyleydi kısaca, orası, ülkücüler ile aşırı sol grupların faaliyet alanıydı. Ya dışarısı?

    Az dışında bilirsiniz, Beyazıt Cami. Artık vazgeçmiştim Beyazıt Camiinde Cuma namazı kılmaktan. Sebebi çok basitti. Her birkaç haftada bir, Cuma namazında, montlarının içine yeşil sancakları, dini kavramlı yazıları sıkıştırmış olan insanlar avluya doluşurdu. İlginç ki bunlar cuma namazını da kılmazlardı. Kuzey Afrika Berberilerini anımsatan, sakalları değişik, görüntüleri bambaşka bu tip insanlar, Cuma çıkışı kapıları tutar ve ey müslümanlar deyip zorla protestoya çağırırlardı. Etrafta polis kameraları, dışarda polis otobüsleri, medya, cami cemaati, İstanbul ÜNiversitesi, Balı Ali…

    Değişmezdi sahne. Bildiğim birşey varsa, Siyasal İslamcıların bu protestolarda olduğuydu. Bu ortamlarda onların faaliyet alanıydı.

    Dış güçler falan ülke filan ülke aleyhtarlığı , Telin Mitingleri ile inlerde Beyazıt Meydanı.

    Kısaca herkes kendince çok önemli iş yapıyordu. Herkes. Herkes kendi ülkeesini kurtarmak için, kendi kardeşiyle kavga ediyordu.

    Ben bir hayaletim demiştim. Gözlemlerim bunlar.

    Bir Siyasal İslamcı ile anım demiştim.

    İşte, Mahmut Akpınar hocamızın,

    Siyasal İslamcıların diğer tarikat ve cemaatleri şirazeden çıkarıp, yağa bala tereyağa, yemeye içmeye, aksırıncaya tıksırıncaya kadar doymaya varan bu dönüşümlerini anlatması o anılarımdan birini hatırlatmıştı.

    Okulu bitiriyorduk. Sevgilimiz hizmetti, başka bir şeyin sevgisini gözümüze sokmuyorduk. İlginçtir ki, testosteronun kanımızda dolu dolu gezdiği o dönemlerde, Bu bir ilahi lütufdu bence.

    Süleymaniyeye çıkan yolda, o ünlü pidecinin olduğu sokakta, el ele başörtülü sevgilisiyle gördüğüm bir arkadaşım ile karşılaştık. Gördü ve bir çeşit utanma hissetti.

    Daha o dönemler, Siyasal İslamcıların bir dergisinin Editörü olmuştu. Şimdi parlak parlak işlerde diye biliyorum. Elinde mikrofon ta ozamanlar vardı.

    Neyse efendim, benim gibi mültecinin çenesini yormayım, işte bu arkadaş demişti ki,

    “Yahu hocam, sizin arkadaşlara gıpta ediyorum. Öyle görüntü olarak dindar vs da değil gibisiniz. Kılınız kıyafetiniz kotlar, hareketleriniz rahat. Ama dikkat ediyorum. Ama ciddi bir nefis terbiyesi görüyorum. Benim elimin uzandığı şeylere sizin eliniz uzanmıyor”

    Mealen yazdım bunu tabi. Sonradan o kızla evlendi sanırım, düğününe de gittim tabi. Bunu da söylemeliyim.

    Ama diyeceğim o ki durum buydu. Öyle de devam etti.

    Hayaletler hep hayalet olarak kaldı ama etraftaki herkes değişti.

    Az ilerimizdeki Erdoğan zalime dönüştü, başörtülü bacıma şunu yaptılar dedikleri bunun için 1 milyon insanı SultanAhmet meydanında toplayıp tellin mitingi yaptıkları Ergenekoncular yandaşları, yardakçıları arkacıları oldu. Ülkücüler de o namlı Siyasal İslamcı Zalimlerin bir numaralı destekçileri.

    Böyle hep bir olacaktınız da kardeşim, ne diye 90 larda böyleydiniz ozaman.

  3. “islamci” kavramini cok yanlis buluyorum, islam dini yolsuzlugu hirsizligi yalani dolani haram kilmistir, bunlara islamci diyerek dinimizi lekelemeyin!

    • Artik gecmis olsun, bizim sayemizde o kavram artik güzelce oturdu. Simdilerde artik Islami hakim kilmak icin siyaset yapanlara Islamci demek gayet normal bir hal aldi. Esasinda islami degerleri savunuyorsaniz, Islam devleti degil, Islam ahlaki ülkemizde, dünyada hakim olsun istiyorsaniz o zaman da Islamcisiniz, yani aslinda hepimiz Islamciyiz bakmayin siz. Kelimeye dini siyasete bulastiranlar öyle bir negatif anlam yüklediler ki, Islamcilik kelimesi siyaset agirlikli bir ideolojinin adina dönüstü. Mesele bu kelimeyi kullanmamakta degil, pozitif anlam yüklemek icin önemli seyler yapmakta

  4. Selam
    Mahmut bey
    Cemaati rehin alan AKP zihniyetinden de biraz bahsetseniz.
    Çünkü yüzbinler bu zihniyetin sizin vb gibi güya akil adamlarca hasır altı edilip gizlenmesinin orantısız faturasını ödüyor

  5. İSLAM MEMLEKEİNDE DOĞMAKLA BAŞKA BİR DEVLET DE DOĞMANIN FARKI OLMADIĞINI ZÜLÜM SÜRECİ BİZE GÖSTERDİ…

    Allah mutlak hakimdir hikmetle iş yapar..
    Mutlak adildir adaletle iş görür…

    Türkiye ve diğer islam devletlerinde doğan bizlerin seçillmiş kul olduğumuzu sanırız( sanırdım/ sanırdık)…
    Tıpkı kendilerini seçilmiş millet kabul eden yahudiler gibi…
    Biz yahudilere bu düşünce veyahut inanışlarına güleriz deyil mi???

    Aslında müslüman anne babadan doğmuş olmamız ile kendimizi müslüman görmemizde aynı yanılgıdır…

    Teksaslı ve Polanyalı iki Hz Meryem karakter ve ahlaklı hanım kızların İMANİ DÖNÜŞ yolculuklarını hayretlerle ve hayranlıkla seyrettim. Bekir Develi beyin youtube sitesinden bakabilirsiniz.

    Bu yalnızca iki örnek…

    Şimdi birçok cemaat liderlerini ( lideri böyleyse artık mensublarını kıyas edersiniz) sosyal medyadan izliyorum. Adamlar sel şeklinde akan zülmü görmüyor, hizmet mensubları çokkkkk evvelleri bilmem hapşırmışlar o yüzden bunlara her türlü zülüm meşrudur.

    Allah aşkına bu düşüncenin
    neresi İSLAMİ?
    neresi İMANİ?
    nersei Kurani?
    80 yaşındaki Bekmezci abi
    (abi demek, herhalde bütün varlığını Allah yolunda harcamış insan demek…. şiddet yok… zülüm yok…ne yapmış bu ve benzerleri Bank Asya, zaman, aksiyon falan filan…. yani yazıya dökmeyi dahi SAÇMA SAPAN gibi gördüğüm konulardan adamlar müebbet ceza alıyor, hücrelere konuyorlar…. ya bunları yazarken bile sinirleniyorum….)
    Dershane öğretmenleri
    Okul hocaları
    Zaman çalışan ve aboneleri
    ……….
    darbeye mi katıldılar?
    Halkın üzerine Tank mı sürdüler?
    Ne yaptılar da bunca zülme maruz bırakılıyorlar ve işte tüm cemaat ve tarikat mensubları kör olup lal kesildiler??
    Bırakın lal ve kör olmayı
    niye DAHA DAHA zülüm yapmıyorsunuz ve hapıshanede niçin besliyorsunuz, toplu imha edin diyorlar…

    Bu alçaklığı neyin karşılığında yapıyorlar onuda anlamıyorum…

    Şimdi bir insan Avrupada doğdu diye cehenneme, sen Türkiyede doğdun diye cennete gideceksin öylemi??
    Zülme bilerek taraftar olan bir insanın müslümanlığı, futbol takımı taraftarlığından öteye bir şey olamaz…
    Amcam gibi..
    Hem hacı, hem namazlı niyazlı, hemde mirasyedi…
    Bu adama müslüman denilebilir mi? Amcamı İyice ve dikkatlice analiz ettim ahiretede inancı yok… Sadece islam geçer akçe olduğu için müslüman olmuş..
    Dünyevi zararı olmasa, mürtedliğini ilan edecek…

    Şimdi ben bir Kürdüm, ırkçı duygu ile BOYDAK lara baksam sevinirim. Hem kayserililer, hemde (müsbet) milliyetçidirler… İyiki mallarına çöküldü derim…
    Ama bu doğru değil. Adamlar mazlum.
    Peki bunu ben görüyorum ve yanıyorumda, dünya kadar cemaat ve tarikat vede islamcı parti mensubları nasıl görmüyor???

    Hadi seslerini şıkaramıyorlar, hiç olmazsa zalimin yanında yer almasınlar…

  6. Süleyman Efendi cemaatinin kahir ekseriyeti tabi oldu taban destek oldu.. o kadar da masum sayilmazlar yani. Sessiz kalmak da zulme taraf olmaktir. Kaldi ki diyalog tuzagı diye ve cdler dagitarak cemaate karşi oluşturulan kirli propagandalara da alet oldular. Bu günkü kiyimlara taş döşediler.. Ihlas gurubuyla işikcilarla beraber cemaate kismen de olsa vurdular.
    Zulme ortak olmayanlarina saygi ve hürmetler gerisi allaha havale.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin