AKP’de Erdoğan’sız günler paniği…

YORUM | BÜLENT KORUCU

“Erdoğan, engelli vatandaşların ve devlet korumasından yararlanmış gençlerin kamu kurumlarına yerleştirilmesi töreninde konuştu.” Bu başlığı ve fotoğrafı çok iyi hatırlıyorum. Sosyal medyada paylaşmış ve “Cumhurbaşkanına her gün kürsü bulabilmek adına neler çekiyorlar” diye yazmıştım. İşte o konuşabilsin diye absürt gerekçeler üretilen kişi en çok beklenen günde konuşmadı. 3 Kasım, AKP’nin kuruluşunun üzerinden daha bir yıl geçmeden seçimi kazanıp tek başına iktidar olmasının 19. yıldönümüydü ve derin bir sessizlikle geçiştirildi.

Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın sağlığının iyi olmadığını yansıtan görüntülerin üstüne gelen bu olay, parti ve bürokrasideki paniği artırdı. İnternet gazetesi Diken’in haberine göre kamu görevlileri yoğurda üflemeye başlamış. Suçu ağır olanlar milletvekili seçilip dokunulmazlık elde etmek için şimdiden kulislere başlamış. Ekonomik kriz, kötü yönetilen pandemi süreci, olur olmaz yerde vatandaşın kafasına atılan çaylar seçilmesini zora sokmuştu. Artık imkansız diye konuşulmaya başlandı.

BU YAZIYI YOUTUBE’DA İZLEYEBİLİRSİNİZ ⤵️

AKP’liler Erdoğan’ın tek adam olma takıntısının bedelini onunla birlikte yıkılarak ödeyecek. Biz bir kadro partisiyiz diye yola çıkan ekipte gerçekten de çok sayıda lider adayından söz edilirdi. Biri olmazsa öbürü denirdi. Abdullah Gül’den Ali Babacan’a kadar her yaş ve donanımda yedek, saha kenarında ısınıyor olabilirdi bugün. Ama yumurtalar tek sepete dolduruldu; aslında başka seçenekleri de yoktu. Zira Erdoğan bütün sepetleri parçalayarak önce partide tek adamlığın taşlarını döşedi. Sonrası malum.

Varlıklarını Erdoğan’a borçlu kifayetsizler, çalışmadan seçilmeyi, üretmeden zengin olmayı çok sevmişti. Tek başına seçim kazanabilen lider onlar için bir konfordu. Kurşun askere dönüşmek, birinin iki dudağı arasına mahkum olmak çok da sorun değildi. Her nimetin bir külfeti vardı; zaten karakterli olmak, kendi ayakları üzerinde durmak gibi bir dertleri yoktu. Şimdi en çok onlar panik halinde ve Erdoğan sürünerek bile olsa meydanlara çıksın istiyorlar. Bu açıdan bakınca Erdoğan’ı at arabasına koşulu hasta ve yaşlı atlara benzetiyorum. Bir yandan kendi hırslarının kamçısı öte yandan etrafındakilerin panik atakları… Eskisi gibi koşması, bütün yükü taşıması bekleniyor ama nafile.

Dokunulmazlık zırhı peşindeki bürokratların akınıyla birlikte AKP’de liste savaşları yaşanacak. Parlamentonun görev ve yetkilerini budamasına rağmen sandalye sayısını 600’e çıkaran Erdoğan’ın işi gerçekten zor. Mevcutları son ana kadar bir delilik yapmasınlar diye oyalayacak; “Sıra bizde” sabırsızlığı yaşayan teşkilat mensuplarını kırmayacak; bürokratlara da iş yaptırmak için mavi boncuk dağıtacak… “Erdoğan seçilemese de biz kapağı Meclis’e atalım” paniği gittikçe kızışacak.

Lidersiz ve iktidar nimetlerini kaybetmiş AKP, yakın zamanda cenazesi kalkan ANAP ve DYP’den daha hızlı dağılır. Zira orada iyi-kötü kurumsal bir yapı ve lider adayları vardı. AKP’de Binali Yıldırım ve Numan Kurtulmuş, kırk katır mı kırk satır mı seçeneğinden başka bir şey değil. O yüzden sıfır siyasi tecrübeyle Hulusi Akar’ın ismi konuşuluyor. Hatta Berat Albayrak’ı mezardan çıkarmayı düşünenler var.

Erdoğan’ın seçime girebildiği alternatif aslında onlar açısından iyi senaryo. Sağlığı aday olamayacak kadar kötüleşirse Cumhur İttifakı gösterecek aday dahi bulamayabilir. Bu da tamamen dağılma demektir. Her insanın yaşaması kaçınılmaz olan sonu ise hiç hesaba katmıyorlar. Sanki Erdoğan hiç ölmeyecekmiş gibi yaşadılar. Onun da ölümlü olduğu gerçeği ile yüzleşmekten kaçıyorlar. Ölümün habercisi hastalıkları görmek bile istemiyorlar.

Türkiye’deki bütün partiler liderlerin omuzunda değil sırtında yükseliyor. Bu durum şişik egolu genel başkanların da tercihi. Karizmatik bir lider olmadığı halde Kemal Kılıçdaroğlu bile bağıra çağıra konuşarak o role soyunuyor. Ama her şeye rağmen CHP’de en az üç lider adayı var. Bilhassa büyükşehir belediye başkanlıkları liderlerin yetiştiği fidanlık işlevi her zaman görmüştür. Erdoğan diğer ihtimallerle birlikte bunları da sıfırlamak uğruna çok uğraştı; risk oluşturacakları aday yapmadı. Son seçimden önce bütün büyükşehir başkanlarını kovarak o makamları iyice sıfırladı. Cezasını buraları kaybederek ödedi.

Lakin farkında ve umurunda olduğunu sanmam. Onun için önemli olan gücün tamamını elinde toplamaktı. Başardı! Oysa bugün Erdoğan’sız seçim kazanabilecek bir partisi olsa kendisi ve suç ortakları adına sigorta işlevi görürdü. Devri sabık oluşturulmasının önüne geçebilirdi.

Tek adamlık hırsı Erdoğan’la birlikte AKP’yi de bitirdi.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

1 YORUM

  1. Neden herşeyi bir adamın yapmasını bekliyorlar? Çünkü o adam bunların elindeki herşeyi aldı. İnsanlar sandı ki bizim elimizdekileri almaz, o hep başkaların elindekini alır. Peki insanlar o zaman kendi ellerindekileri neden o adama verdiler? Yani gücü neden o adama verdiler? Çünkü o adam “elinizdeki bütün gücü bana verin. Ben kötülerle mücadele edeceğim. Sizin gücünüze ihtiyacım var” dedi. Onlar güçlerini verdikçe yermedi. Daha çok güç istedi. Güçler ayrılığını da onlardan istedi. Onlar güçler ayrılığını da ona verdiler. Yasama gücünü de, yargı gücünü de, yürütme gücünü de ona verdiler. Onu sürekli elleriyle besliyorlardı ama yetmiyordu. Kendi malları olmayan devleti de ona veriyorlardı. Rahat etsin diye saraylarda oturtuyorlardı.
    Bu bağımlı ilişkinin nedeni neydi? İnsanlar neden kendi güçlerini sürekli bir adama veriyorlardı? Neden o adamı çok güçlü yapmaya çalışıyorlardı? O adamın var olması için neden bu kadar uğraşıyorlardı? Onun varlığı insanlara ne anlam katıyordu ki?
    O insan insanlara yep yeni bir sayfa açmıştı. Bu sayfada o insanlar kahramandı. Haçlılara karşı kapışan liderin ordusu arkasında yerlerini almışlardı. Bir anda dünya ile yaka paça olmuşlardı. Artık o kişi sıradan bir insan hatta belki ezik bir insan değildi. Tayyip ona bambaşka bir kimlik kazandırmıştı. O artık fatihin torunuydu. Düşmanlar vardı bir sürü, onlara karşı savaşıyorlardı işte.
    Bu hayali çok sevmişti. Liderleri onlara olmayan birşeyi pazarlamıştı. Zaten liderlerin pazarlayacağı birşeyi de yoktu. Aslında o insanlardan daha kötü durumdaydı. Neyse çaktırmayın. İnsanlara olmayan bir şey pazarlamıştı, bir hayal. Yani aslında pazarlamacalık yapmıştı sadece. İşin özü budur. Ama insanlar bu hayale inanmak istediler. Liderleri “ben size yalan konuştum, hadi dağılın gidin” dese bile inanmak istemeyecek insanlar çıkacaktır. O hayal onun ikinci karakteri yada kimliği oldu. Öyle tatlı ki bu, onu bırakmak istemiyor. Belki cehenneme kadar gidip bırakmayacak olanlar var.
    Bu hayalin temelindeki asıl etken, asıl tuzak, insanlara üstünlük duygusunu müslümanlık duygusu şeklinde pazarlamasıdır. Yani kahramanlık, cihat kılıfları altında asıl motive edici güç üstünlük duygusudur. Bu duyguya sıkı sıkı yapışılmasının nedeni bence aşağılık duygusunun çok yaygın olmasından kaynaklanmaktadır. Asıl pazarlanan üstünlük duygusudur. “Chp” karşısında ezilenlere, chp ye üstün olma ve chp yi ezme yolunu gösterdi. Yani müslümanlık adına yaotığı iş bu. Bir de büyük camiler yaparak yine derinlerdeki üstünlük duygusunu kışkırtmaktadır. “Büyük cami” diye hayranlık duyanlar tam olarak neye hayranlık duymaktadır?
    Artık kimse üstünlüğü bırakmak istemiyor. Çünkü üstünlük elden giderse aşağılık gelecek. O yüzden insanlar ellerinden gelen bütün gücü ona vermeye çalışıyor. Ekonomik kriz bile bu psikolojiyi değiştiremiyor. Kılıçdaroğluna karşı yapay bir hezeyan oluşturulmuş. O gelirse herşey biter diye. Aslında haklılar çünkü 28 şubatçılar tekrar hakim olacaklar. Chp, iyi parti ve hdp bunların maskesi olacak. O yüzden hezeyanlarını anlıyorum ve gerçeklik payı var.
    Fakat üstünlük duygusu ve hezeyan, gerçekleri görmelerini engellemektedir. Liderlerine muhalefet edecek hiçbir kurum kalmadı. Ona inanan insanlar liderlerine muhalefet etmiyor. Parti bence kalmadı muhalefet etmiyor. Tek bir şey kalıyor muhalefet etmek için. O da kendi nefsini hesaba çekmesini beklemek. Eğer o da yoksa hiç bir iç muhalefet yok demektir. Yani afedersiniz şeyler gibi yaşamak demek oluyor bu. İnsanlar sosyal varlıklardır. Kendilerini sosyal ortama göre çekidüzen ederler. Olmadı, sosyal ortamda uyarı ile de çekidüzen edilir. Olmadı basın ile çekidüzen edilir. Olmadı devlet kurumlarıyla edilir. Olmadı evrensel değerler üzerinden çekidüzen edilir. Bunların hepsi tesadüf ki haçlı sepetine atılmaktadır.
    Allah demek insana doğru eğri, eğriyi doğru gösterme gücü vermiş. Eğer bir insanı düşman olmadığına ikna edemiyorsanız yani gerçeği değerlendirmesi bozulmuşsa buna hezeyan denir. Eğer ikna edebiliyorsanız bu düşünce hezeyan değildir. Hezeyan ciddi bir akıl hastalığı belirtisidir. Şimdi üstünlük duygusu bir toplumu hasta edebilir mi? Yani bu kadar çok düşman olduğuna gerçekten inanırmı insanlar toplu hezeyan şeklinde. Bir insanı kenara çektiğinizde onunla konuşabiliyormusunuz? Yani onu düşman olmadığına ikna edebiliyormusunuz? Bence edemiyorsunuz. O zaman bu bir hastalık. Temelinde üstünlük duygusu olan bir hezeyan. Demek ki insanları toplu halde hastalıklı hale getirmek mümkün. Bunların ne zaman uyanacağını söyleyeyim. Kurdukları derme çatma bina başlarından aşağı yıkılmaya başlayınca görecem onları ben. En çok onlar korkacaklar. Çünkü akıllı insanlar kendilerini zaten bu sahneye hazırlıyorlar ve sığınacakları üstün değer yargıları var. Ama bütün değer yargılarından sıyrılıp üstün olan insanlar korkunç şok yaşayacaklar. En çok tayyipe inanan insanlar şok yaşayacak. Birde yüzleri kalmayacak diğerlerinden yardım istemeye. Düşünsene düşmanından yardım istiyorsun. Halbuki sen bir önceki sahnede onun kafasını uçurma hayalleri kuruyordun.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin