AKP destekçilerine son çağrı!

YORUM | DOÇ. DR. MAHMUT AKPINAR

Erdoğan Bayraktar, Erdoğan’ın 30 yıldır yakın dostu, pek çok suçu birlikte işlediler. Erdoğan’ın ve AKP’nin ne kadar kirli olduğunu en iyi o biliyor. Ama çöküşü gördüğü için o dahi kendini aklama çabasında. Sekiz yıl sonra “17-25 Aralık’ta dosyamda olan deliller, dinlemeler, iddialar A’dan Z’ye doğrudur,” dedi. Sonradan çark etmesi, Erdoğan’dan göreceği hasarı azaltmaya yönelik.

İktidarın göbeğindekiler dahil AKP cenahında sürekli büyüyen bir korku, endişe, panik var. Yeterince kirli olmadığını ve bazı itiraflarla kamuoyunda aklanabileceğini düşünenler itiraflarda bulunuyor. AKP kurucusu ve eski milletvekili Kemal Albayrak, “Partide görev alanların yüzde 90’ı itirafçı olacak” diyor. Son 7-8 yılda biraz vicdanı olan, hak-hukuk bilenler zaten AKP ile yollarını ayırdılar. Şimdilerde suça ve kire bulaşmış olanlar da bu çamur deryasından kurtulmanın çaresini arıyor. Dürüst olduğu, vicdan azabı çektiği için değil, büyük bir çığın hızla üzerlerine geldiğini gördükleri için arayıştalar.

BU YAZIYI YOUTUBE’TA İZLEYEBİLİRSİNİZ ⤵️

Ey AKP’liler ve AKP destekçileri!

Yezitleştiniz, çok zulmettiniz. Pek çok zalim bebekli annelere zulmetmeye, kadınlara, yaşlılara dokunmaya tevessül etmemişti. Siz görevini yapan polislere, yargıçlara iftiralar atmakla yetinmediniz, eşlerine, çocuklarına varıncaya kadar hapsettiniz. Bir gün size de lazım olacağını unutup adaleti tamamen bitirdiniz. Kamu kaynaklarından aşırmakla, rant devşirmekle iktifa etmediniz, sofrasına oturduğunuz Anadolu eşrafının malına da çöktünüz. Cinayetler işlediniz, insanları kaçırıp yok ettiniz. Güneydoğu’da şehirleri bombaladınız, cesetlerin sokaklarda kalmasına neden oldunuz. Ülkenin mevcut kaynaklarını iç etmek sizi kesmedi, memleketin gelecek 40 yılını sattınız, tükettiniz. Yezit’ten öte milyonları mağdur ve perişan ettiniz. İnsanların İslam’a, dine, değerlere güvenini de sıfırladınız. Tarihin hiçbir döneminde yargıçlar, din adamları bu kadar itibarsız, güvenilmez, yalaka olmamıştı.

Ama şimdilerde haramlarla inşa ettiğiniz ve yıkılmaz zannettiğiniz kalenizin taşları dökülüyor, burçlarınız tarumar oluyor. Zira gerçeklerin er ya da geç ortaya çıkma gibi bir huyu var. Her fani gibi dayandığınız ve korkudan, çıkardan ötürü tanrılaştırdığınız Erdoğan bedenen çürüyor, iktidar olarak çöküyor! Malzemesi olduğunuz bu haram-zulüm saltanatı tamamen başınıza geçmeden önce vicdana gelin, hakikatleri söyleyin! Zulmettiğiniz insanlardan, toplumdan özür dileyin! Belki gelecek nesiller, çoluk çocuğunuz bu geç özrünüzden dolayı sizi mazur görebilir. Yarın pişman olmak ve özür dilemek için vaktiniz kalmayacak. Hapsettiğiniz, zulmettiğiniz insanların haklarını iade etmeden yıkılır giderseniz silinmeyecek şekilde tarihe “Asrın Yezitleri!” olarak geçeceksiniz.

Erdoğan ömrünü uzatmak için çabaladıkça kendisini ve çevresini daha fazla suça bulaştıracak, ülkeyi daha da batağa sokacak. Burası çıkmaz sokak. Bu yolda yürümekte ısrar sadece Türkiye’ye değil, en başta siz AKP’lilere zarar verecek. Bütün kesimlerde, ama münhasıran laik-seküler kesimlerde çok fazla nefret biriktirdiniz. Yargılanmanız için çok fazla dosya oluşturdunuz. Eğer Erdoğan’a ve çevresindeki haramilere rağmen demokrasiye, hukuka dönme davranışı sergilerseniz çöküşü değil ama kendinizi bir nebze kurtarabilirsiniz.

AKP destekçisi cemaatlerin önde gelenleri, AKP’li dini önderler! Sizden sonra ülkenin katı laikçi bir yöne savrulmasına engel olmak için hala fırsatınız var. Son dönemde sizden intikam almak için yanan-tutuşan ciddi bir kitle oluştu. Bundan sonra yapacağınız en akıllı iş, ülkenin radikal-laikçi bir yöne savrulmaması için çaba göstermek ve dua etmektir. Aksi halde cemaatleri, dindarları 28 Şubat’a rahmet okutacak bir süreç bekliyor. Oluşturduğunuz ve altında kalacağınız muhakkak olan bu enkazdan çıkış için demokrasiye, hukuka vurgu yapın ki gelecekte sizi, sizin gibi militan bir hukuk sistemiyle yargılamasınlar.

Bunun için neler yapılabilir?

— Erdoğan’a ve soyguncu avanesine rağmen millete yaşattıklarınız için hatalarınızı kabulle ve özürle işe başlayabilirsiniz.

— KHK’lar son asrın en büyük zulümlerinden birisi. Bunların iptali için çalışabilir, insanların haklarını alması için çağrı yapabilir, KHK’lılara ses olabilirsiniz.

— Malına çöktüğünüz insanların şirketlerini, kaynaklarını iade etmek gerektiğini dile getirebilirsiniz.

— Kutuplaştırıcı, bölücü, ötekileştirici dili terk edip Erdoğan’ın nefret söylemine rağmen ortamı yumuşatıcı, dengeli, birleştirici söylemler geliştireblirsiniz.

— Münhasıran cemaatler, dindarlar AKP’li siyasetçilerin din, cami, mukaddesat suistimaline tepki verebilir, açık şekilde bu istismarı eleştirebilir, eleştirmeli.

— 10 yıldır iktidarın gücüyle ezdiğiniz, aşağıladığınız insanlarla örtülü-açık diyalog kurup kendinizi affettirmeye, helalleşmeye çalışabilirsiniz.

— Cemaatler dahil dindarlar geç olmadan laiklik vurgusu yapmalı ve laikliğin gerekliliğini ifade etmeli. Fransız usulü katı laiklik değil ama Anglo-sakson tarzı, dinlere yaşam alanı bırakan laiklik anlayışı hem dindarları hem laikleri memnun edebilir. Dine ve dindara saygılı laiklik anlayışına gelecekte en çok dindarların ihtiyacı olacak. Katı, radikal, Kemalist bir laiklik anlayışı yerine daha soft bir laiklik anlayışı üzerinde uzlaşmak başta dindarlar olmak üzere herkes için iyi olacaktır.

— AKP’ye kitlesel destek veren sosyal gruplar ve cemaatler-tarikatlar ivedi şekilde tabanınıza, kitlenize yaptığınız AKP propagandasını, Erdoğan güzellemesini terk edip onlara hakikati anlatmalısınız. Aksi halde tabanınızın büyük kısmı yakın zamanda yöneticilerin yüzüne tükürecek ve aldatılmışlık hissine kapılacaklar. Politize olup iktidarla kirli ilişkiler kurduğunuzu itiraf edip kitlenizden özür dilemek için yol arayın.

AKP içinde siyaset yapan biraz onuru haysiyeti olan, (kaldıysa) az dünyayı bilen aydınlar, eğitimli kitle!

Biliyorum büyük bir korku ve kaygı içindesiniz. Dayandığınız bina çöküyor, bulunduğunuz ortam çok pis kokuyor. Bir sıkışmışlık psikolojisi kapladı ruhunuzu. Sizler ve ülke için yine en hasarsızı yanlışlarınızı ifade etmek ve cesaretinizin elverdiği nispette yanlışları dile getirmek. Havuz medyası marifetiyle hala bu yolculuğun nereye varacağını anlayamayan AKP kitlelerini uyarmak sizin sorumluluğunuzda.

Hepimiz çok iyi biliyoruz ki Erdoğan ve etrafındaki yolsuz, kirli politbüroya rağmen bunları yapmanız zor. Yavaş yavaş tornistan yapmak ya da sıvışıp bir köşede kendinizi unutulmaya bırakmaktan başka çareniz yok. Kıyamet kopmadan önce son bir pişmanlık fırsatı kaldı elinizde. Çok geçmeden başınıza bir kıyamet kopacak. Eğer sonrasına dair adil, hukukun demokrasinin işlediği bir zemin oluşturamazsanız spor salonlarına doldurulup Yassıada Mahkemelerindeki gibi yargılanmak bekliyor sizleri. O günler geldiğinde idam cezası olmadığına çok şükredeceksiniz.

Yaklaşıyor yaklaşmakta olan. Bunu artık Erdoğan Bayraktar’dan Sedat Peker’e kadar Erdoğan’ın en yakın dostları, en kirli-kanlı paydaşları  görüyor. Milleti, ülkeyi, hakkı, adaleti düşünmüyorsanız da kendiniz için tedbir alın. Milletten özür dileyin, belki itibarınızı bir nebze kurtarabilirsiniz.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

13 YORUMLAR

  1. Hocam, tespitlerimi sunayım;

    Tarikatler, cemaatler, Siyasal İslamcılar katı-laik dönemlerde daha özüne dönmüyorlar mı, daha kardeş değiller mi?
    Ahiretleri için dindar dönemler değil, laik dönemler daha hayırlı değil mi? Bir zamanlar Devletin bankası Ziraat’in reklamı var diye parklarda banklara oturmayan tarikatların çoçukları, Milli Piyangoya Genel Müdür, Genel Müdür Yardımcısı olmadılar mı?
    Aynı anda 4-5 adiyattan olup, 50 ye kadar varan maaş almadılar mı?
    Teşbihte hata olmaz “…sırtından sopayı, karnından sıpayı…” etkisik etmeyeceğin türü bir dönem bizim dindarlar için daha iyi değil mi, daha sevaplı, ahiretleri için daha iyi değil mi? Gençlerle ilgilenen var mı, şu an onların dindarı partizanlık biliyor küfür biliyor, kin nefret biliyor.

    Allah, müslümanın başkasının sultası altında durmasına razı değildir deniyor ama şu anki tablodan da Allahın emir ve yasaklarının tümünün ayaklar altında olduğunu görürsek, Müslümanın ..katı-laik bir sultanın altında olması…. onun için daha iyi değil mi. Felsefesini değil sosyolojini görüyorum şu an, idealizm güzel ama gördüğünüz, yaşadığımız gerçeği başka bu olayın. Bu ülkenin bu nedenle katı-laik bir yönetime ihtiyacı var.

    Insana bir sikinti dokundugu zaman, gerek yan yatarken, gerek otururken, gerek dikilirken bize dua eder. Kendisinden sikintisini gideriverdik mi sanki kendisine dokunan o sikinti için bize hiç yalvarmamis gibi aldirmadan geçer gider. Iste o asiri gidenlere yaptiklari seyler böyle güzel gelir.(Yunus:12/Elmalı Tercüme)

    İnsana bir sıkıntı dokunduğu vakıt rabbına öyle duâ eder ki bütün gönlünü ona vererek, sonra kendisine tarafından bir ni’met lûtfediverdiği zaman da önceden ona duâ ettiği hali unutur da yolundan sapıtmak için Allaha menendler koşmağa başlar, de ki, küfrünle biraz zevk et, çünkü sen o ateşliklerdensin(Zümer:8/Elmalı meal)

    Dikkat ederseniz, Cenabı Hak, yarattığı insanın özelliğini yazmış. İnsanın. Bu ayet gereğince, Müslümana u hayatı cehennem etmek, hayatına sıkıntılar vermek daha hayırlı değilmi?

    “Sizin hayır bildiklerinizde şer, şer bildiklerinizde hayır vardır.. ALLAH bilir, siz bilemezsiniz Bakara Suresi 216.ayet”.. gereğince, müslümana şer görünen katı-laik bir düzen aslında onun dinini yaşaması için en iyi atmosfer değil mi. Efendimizin Mekke dönemindende müşrik sistemi altında yaşayan müslümanlar daha samimi değiller miydi, Medine de, bedir uhud hendek dönemlerinde daha içten yalvaran yakaran değiller miydi?

    İroniik olmakla birlikte anlatımım, aslında hepimizin çok iyi bildiği birşeyi de işaret ediyor, herkes biliyor bunu içinden fark ediyor. Bugün kibrinden, melanetinden burunlarından kıl aldırmayan Siyasal İslamcılar okkalı bir tokatla yere serildiklerinde, nasıl gözyaşlarıyla hakka yönelecekleri, pişmanlık duyacakları, afedersiniz it gibi gerçeği itiraf edip, bül bül gibi hadislerle ayetlerle, zulmden, merhametten, ahiretten, sevgiden şefkatten bahsedeceklerini bilmiyor muyuz. Bunların kafasına birisi vursa, ertesi gün, nasıl Mevlanaşıp hakka yöneldiklerini, burun kıvırdıkları, küçümsediklerine birlik olalım dediklerini, kardeş olalımdediklerini. Şaka gibi ama gerçek, müslümana rahatlık gelmiyor. Müslüman belli ki, katı-laik bir sistemde var olabiliyor. Bu tespitimi kenara koyun, Müslümanlığın var olduğu, özüyle yaşandığı topraklar, katı-laikliği uygulayan topraklar. Şimdiden hayırlı olsun, öyle günler gelirse, bence sizde uyarmayın. Hep birlikte öyle günler gelsindiye uğraşalım, ahiretlerini kaybeden bu Siyasal İslamcıların, arkadan gelenlerinde kaybetmesine engel olalım. Yoğun İroninin içindeki derin gerçeği de umarım okuyanlar içleriyle ikrar ederler.

  2. Mahmut Akpınar yazının devamında bir de “Devrileceksiniz, ayaklarımıza kapanacaksınız” deseydi tam olacakmış.
    AKP’liler de biliyor ki, Türkiye’de suçlar hep işleyenin yanına kar kalır.
    Olan mazlumlara olur.
    Ne yazık ki 15 Temmuz sonrasında da piyango bize vurdu.
    Cemaat yazarlarına kalsa AKP, şimdiye kadar 100 defa devrilmişti:)
    Izdıraplar içeride de dışarıda da devam ediyor.
    AKP ne zaman devrilir bilemem ama asıl gerçek “acılar”.

    • Mahmut akpinar yerine siz yazsaniniz daha iyi yazar olursunuz. Bunlar ne iciyor da kafa yapiyor bilmem. Yuzde 1 oy alamayacak bir gruptaki enaniyete bak.

  3. Alman filozof Friedrich Nietzsche söylemiş: “İnsan hayatında iki trajedi vardır. Biri, hedefine ulaşamamak. İkincisi ve daha kötü olanı, hedefine ulaşmaktır.”
    Türkiye´de İslami kesim belki de hedefine ulaşmış olmanın trajedisini yaşıyor. Cemaat çok güçlü bir noktaya gelmişti. AKP ise şimdi devlette tüm güçleri ele geçirmiş durumda. İslami kesimin kafasındaki hayallerini uygulaması için önünde bir engel yok. Eee sonuç?
    Özel görüşmelerinde farklı, devlet işlerinde farklı mum yakan Hz. Ömer adaleti mi geldi? Ülkede “Allah her günahı affedebilir, ama kul hakkını affetmez. Allah´ın önüne kul hakkı ile çıkmamak lazım” anlayışı mı yerleşti? İman kardeşliği ile tüm etnik sorunlar mı çözüldü, ülkede Kürt meselesi tarihe mi karıştı? Komşusu aç iken yatmayan insanlarla mı doldu memleket?
    Bu soruları daha fazla uzatmanın anlamı yok. Nietzsche´nin sözünden hareket edecek olursak: İslami kesim hedefine ulaştı, ama başarısız olsa bu kadar trajedi olmazdı. Zira, muhtemelen hiç bir dönemde Müslüman bir kesim hiç bu kadar ağır zulüme maruz kalmadı, İslam bu kadar güven kaybetmedi. Bırakın komşusu aç iken yatmayan Müslümanı, Müslüman Müslümanın kurdu oldu.
    Belki de İslami kesim hiç bir zaman gerçekleşme olasılığı olmayan ideal bir durumu insanlara anlatıyor, hayal satıyor! Belki İslam inanç, ibadet, kişisel ahlak, kişinin kendisini bağlayan inanç ve ahlak bağlamında güzel. Ama başkasına dayatıldığı, onunla başkasının hayatına müdahale edildiği, toplum hayatı düzenlenmeye çalışıldığı ve siyasi kavgaya araç yapıldığı zaman kötü bir sonuç veriyor.
    Tüm bu düşüncelerin ışığında bakarsak çok değerli Mahmut beyin ileride İslami kesim için tehlike tablosu olarak çizdiği katı laik düzen belki de tehdit değil, tek mantıklı çözüm.
    Buna İslami kesim itiraz etmemeli. Ellerine fırsat geçti, ama yüzlerine gözlerine bulaştırdılar.

  4. YAZIDA BAHSEDİLEN KESİMLERİN AĞZI BİR YANSA DAHA MI İYİ OLUR ¿¿

    Garip Ama Gerçek!

    SOSYAL BİLİMLER’in de her devirde geçerli kaideleri var. Zaten bunun için Bilim tanımına dahil.

    Akademik yönü de olan, tam yerine oturmuş, TESPİTLER..

    UYARINIZI YAPMANIZ gerekli ve güzel.

    AMA, 40 yıldır gözlemlediğim:

    — Maalesef Toplumumuzda, Olumsuzluk olmasın diye, bir şeyleri değiştirmek, önceden tedbir almak çok zor, hatta mümkün değil neredeyse.

    Kötü bir şey yapan değil de, Kötülük olmasın diye birşeyler yapmaya çalışanlar; HEP KÖTÜLENDİ, AZARLANDI.

    BUNUN İÇİN, mecburen olumsuz yönü dile getireceğim, ve:
    “BAŞA BELA GELMEDEN AKILLANMAYACAKLAR”… Maalesef, diyececeğim.

    Hep bunu gördüm, gözlemledim, Toplumsal her yapıda, Kamu’ nun her yerinde. Ağız yanmadan akıllanılmıyor.

    DİĞER YANDAN DA kendi kendime diyorum;

    Eğer yazıda bahsedilen kesimler;

    – AĞIZLARI YANMADAN,

    – taktiksel olarak Ergenekonun şerrinden korunmak için, geçici olarak, yüzeysel şekilde düzeltmeler yapsalar bile,

    – ilerde ellerine tekrar bir fırsat geçtiğinde aynı şeyleri yapabileceklerdir.

    Yazık, Bizim insanımız, Ülke varlıklarımız… … … …. ~~~

  5. Mahmut Bey,
    Yazılarınız, tespitleriniz yerinde. Uyarılarınız boşa gitmiyor kesinlikle .Teşekkürler

    Az da olsa gerçekleri itiraf edenler çıkıyor ve gün geçtikçe artıyor.

    Çevremizde de görüyoruz; Akp de koşturup da, yapılan hırsızlıkları, haydutlukları, zulümleri görüp yollarını ayırıyorlar. Gerek İl, gerek İlçe teşkilatlarından bu yüzden kopmalar oluyor.

    Anladığım şu : son aylardaki SÜREÇ;

    VİCDAN ve SAMİMI İNANÇ SAHİBİ AKPli İNSANLARIN, ZALİM ve HIRSIZLARDAN AYRILMA, TASAFFİ DÖNEMİ….

    Heralde, Zulümde diretenlerin, AĞIZLARI YANACAK.
    “İNSAN ZULMEDER, KADER ADALET EDER.”
    “Zararın Neresinden Dönülürse Kardır.”

  6. “Islami kesimden bir sey cikmaz, hepimiz sekülerleselim, hayatimiza devam edelim” önerisi bir hikaye. Tutar bir tarafi yok, bunu zaten samimi olarak yapanlar deist oluyor, ateist oluyor bugün. Dinin devlet konusundaki beklentilerini bi kenara birakmak kolayciliktan baska bi sey degil, bu sekilde yasadiktan sonra zaten herhangi bir davadan bahsedemezsin. Sonun solculuk, sagcilik, liberallik.
    “Islami kesimden bir sey cikmaz” derken sanirim sunu gözden kaciriyoruz. Islami kesimin tamaminda var olan bi hastalik var, bu hastaligi ortadan kaldirmadan laiklige yelken acmak nefsimize hos gelen bir kurnazlik.
    Öncelikle su “girisken lider”, “girisken abi”, “girisken imam” hayranligindan kurtulmak gerek. Cünkü biz girisken adam derken adam yoklugu zamaninda nerde yirtik, agzi laf yapan, rol kesen, büyük oynayan sahin tipler varsa onlarin yolunu aciyor, sen bi dur diyemiyoruz. Bu adamlar ortaligi berbat ettiginde de sucumuzu itiraf edemiyoruz, nefsimize agir geliyor veya verdigimiz onca emek, ömüre bakip bi hüsnü zan etmeye, bi sans daha vermeye devam ediyoruz. Ya da sucu örtülü olarak dinimize yüklüyor ve dinin belli bir kisminin üstünü örtüp yolumuza o sekilde devam edecegimizi düsünüyoruz.
    Düsünüyoruz ve kendimizi bugün zaten bu durumda olan ve kendiniz cikmazda hisseden modern toplumlarla ayni seviyeye indiriyoruz. Icine girmek istedigimiz vagonda pek bi yenilik yok. Sagcisi da, solcusu da, liberali de ayni tas ayni hamam dünyayi bitirmekle mesgul.

  7. Modern toplumlarin kendini cikmazda hissettigini nasil tespit ettiniz? Kaynaginiz nedir?
    Iman eksikliginden kaynaklanan bir bunalimda olduklarini mi söylemek istiyorsunuz?
    Eger bu böyle ise sizin öneriniz hangi inanctir?
    Islam diyorsaniz, problemlerini cözmüs, özgürlükleri saglamis, adaleti tesis etmis, ahlakli bireyler ortaya cikarmis, bilimde ilerlemis hangi Islam ülkesini örnek gösterebilirsiniz?
    Sizin kücümsediginiz modern toplumlarin da problemleri var. Ama onlar en azindan problemleri hasir alti etmiyor. Oralarda her problem acikca konusulabiliyor ve kimsenin basina bir sey gelmiyor.
    Ayrica bugün bircok teknik-teknolojik yenilik modern toplumlarin eseri.
    Modern toplumlar olmasaydi belki bugün Islam toplumlarinda kölelik hala yasiyor olacakti.
    Müslümanlar 1400 yillik tarih boyunca insan haklarini, insanlarin esitligini, köleligi kaldirmayi vs. istediler de disardan engel mi oldular?

    • Elbette, arz edeyim:

      1-Modern topluluklarin tam da belirttiginiz gibi iman eksikliginden kaynaklanan bir bunalimda olduklarini düsünüyorum. Önerim tabii ki Islam olacaktir, Islamin temsil edilmedigi, Kuranin bogazdan asagi inmedigi günümüz sartlarinda elbette bu öneriyi herkes kabul etmeyecek. Ama modern toplumlar en azindan su soruyu sormak zorundalar kendilerine: Kimim, nerden geliyorum, nereye gidiyorum? Bu soruyu sorarak kendi biyolojileriyle, cevreleriyle ve kainatla uyumlu hale gelirlerse bunalimdan kurtulabilirler. Uyumlu olmak, teslim olmaktir, bi nevi Müslüman olmaktir. Modern dünyanin bu konuda hicbir acilimi yok, Onca felsefik birikim bu uyumu saglayacak bir kafa yapisini olusturamadi modern toplumlarda.
      2- Modern toplumlar problemlerini hasiralti etmiyor demissiniz. 1. madde acisindan bunu degerlendirelim ve bakalim:
      a) Kimim, nereden geliyorum, nereye gidiyorum? Bu soruyu bütün felsefeciler, bilim adamlari hasiralti ediyor.
      b) Bu sorunun sorulmadigi ülkelerdeki intihar vakalarini basin güya „örnek teskil etmesin“ diye yayinlamiyor. Tip bu konuda hicbir adim atamiyor. Cünkü intihar vakalarinin sebebi iflas etme, isten atilma, ac birakilma, terkedilme, tecavüze ugrama vesaire degil. Kocaman bir anlam eksikligi!
      c)Biyolojik yapisina göre beslenemeyen, beslenmesine izin verilmeyen insanlar kitleler halinde kanser ve yeni hastaliklar yüzünden ölüyor. Ilac sirketleri, siyasiler, ekonomi cevreleri bunu hasiralti ediyor. Siz hic RKI“nin testinizi olun, asinizi yaptirin ama kendinize de iyi bakin, doktora kontrole gidin, vitamin degerlerinize mutlaka baktirin, eksik varsa hemen bagisikliginizi kontrollü olarak güclendirin dedigini duydunuz mu?
      d) Modern insan cevresiyle uyumlu degil. El kadar Avrupa tükettin miydi böyle tüketeceksin dibine kadar diyerek Cin´e, Hindistan´a harika örnek oluyor. 45 yasimdayim hayatimda bu kadar yagmur yagdigini hatirlamiyorum, Buzullar catur cutur eriyor, 20 yil sonramizin ne olacagi belli degil. Bu modern toplumlarin eseridir.
      e) Kölelikten bahsetmissiniz. Modern toplumlar gönüllü köledir. Sorgulayacak bir temel egitim almazlar. Ortalama mezuniyeti olanlar yukaridaki tüketim olsun diye kari-koca deli gibi calisarak anca gecinirler, hafta sonu deli gibi eglenirler ki tekrar deli gibi üretecek enerjileri olsun. Her istedigini almayi matah bir sey olarak görürler, bizim bayramdan bayrama, dügünden dügüne yedigimizi onlar her gün yiyerek mutluluk hormonunu basarlar bünyeye. Ama emeklilik cagina geldiklerinde bi evleri bile olmaz. Bu insanlarin (bu insanlar ayni zamanda biziz), cocuklarina, eslerine her gün ayiracaklari 5 saatleri yoktur, bu insanlarin amcalari, halalari, yegenleri, torunlari da yoktur. Yalnizlik epidemisi 67 yasina gelindiginde bir felakete dönüsür. Var mi buna itiraz eden kitleler, var mi ilac sirketlerinin önünde, finans merkezlerinin önünde kendini yakanlar. Va rmi palm yagi üreten firmalari basanlar.
      f) Modern toplumlar evliligi sevmez, es kaza evlendiyse, cocugu sevmez, cocuk icin rahatindan vazgecmez, üstüne para verseler, ki verirler, ugrasmazlar, cocuklarin cogunun anne-babasi bosanmistir, kesinlikle ülkenin gelecek kusaklari adina bir planlari yoktur, disaridan göcle günü kurtarmaya calisirlar.
      g) Modern toplumlarda irkcilik her zaman gündemde olan bir sorundur ve her an büyümeye hazirdir. Hükümetler bunlari yer yer irkci kanunlarla dizginlemeye calisarak günü kurtarirlar. Bu AB icin de böyledir, hak hukuk hikayedir, Yunanistan, Kibris sirf üye diye taraf tutar mesela. Irak, Suriye, Afganistandaki küresel oyunlarina deginmiyorum bile.
      3) Gelelim su Islam naapmis ezberine. Yukarida modern toplumlardan bahsettik, hani belli bir sistem üzere ayakta tutulan toplumlar. Iste bu toplumlar su an gürül gürül isletilen bir sistemin ürünü. Islamla ilgili olarak hayatin her birimine inecek sekilde sistematize edilmis bir hayat tarzi duydunuz mu bi yerlerde? Yolsuzlugun kol gezdigi Iran mi, uyusturucu ticaretiyle ülke ele geciren Taliban mi? Siz gercekten de Suudi Arabistan ile Islam kelimesini yanyana getirebiliyor musunuz? Siz Islam´i bunlarla es tutacak kadar demogojiye ne zaman yakalandiniz? Yok mu bundan bir kurtulus yolunuz?
      4) Modern toplumlar diyorsaniz, problemlerini cözmüs, özgürlükleri saglamis, adaleti tesis etmis, ahlakli bireyler ortaya cikarmis, bilimde ilerlemis hangi modern ülkeyi örnek gösterebilirsiniz? Insan her yerde ayni insan, ister yüzbin yillik insan tarihine bakalim, ister 1400 yillik Islam tarihine, görecegimiz sey aynidir: Seytanin verdigi söz ve nefsimiz. Bu iki güc karsisinda cok az insan imtihani kazanacak, bir sinifta bütün dersleri 1 olan ögrenci sayisi 1 veya 2 dir. Insanlarin icinde gercek manada salih insan sayisi cok azdir, bu Müslüman cografyada da böyle, topluluklarda, örnegin cemaatlerde, Hizmet Hareketinde de böyledir, cogu hanede bile akli basinda insan sayisi 1i gecmez.
      Siz eger, önümde asim olsun, evim, arabam olsun, cocuklarimi sag-salim yetistireyim, evlendireyim, kimsecikler de bana dokunmasin, böyle bi ortam isterim baska da bi sey istemem modundaysaniz bunun aynisini kuslar da istiyor, cok bi fark yok yani. Iste bu bir anlam meselesidir. Anlam arayisi olmayan kitleler kendi kendini yok etmeye mahkumdur. O Avrupa sinirlari icine hapsolmus adalet, refah isiltilari sizi yaniltmasin.

  8. Yılmaz bey merhaba. İki kişinin güzel sohbetine bir üçüncü olarak girmek belki de hoş olmayabilir, müdahalemi maruz görün. Elbette cevaplarınız, bağlam kapsamında. Lakin, bir takım eklemeler ve/veya itirazlarda bulunmak zorundayım. Belki de böyle bir tartışmaya girme, klişelerimizi de gözden geçirmemize sebep olacak.

    Dikkatimi çeken nokta, “Cünkü intihar vakalarinin sebebi iflas etme, isten atilma, ac birakilma, terkedilme, tecavüze ugrama vesaire degil” demişsiniz. Oysa, bilimsel düzeyde bu konu ele alınmış, bireysel bir edim olarak ele alınan intihar, Modern Sosyolojinin kurucusu olarak bilinen Durkheim tarafından sosyolojik bir olgu olarak ele alınmıştır. Psikolojik değil, sosyolojik bir olgudur tespitinde bulunulmuştur. Ekonomik daralmaların, resesyon, staglasyon dönemlerinde intiharlar artmakta, ekonomik zirvelerde, booming dönemlerinde azalmaktadır. Bununla ilgili çalışmalar, teoriye uygun nitelikte sonuçlar vermiştir ve çok sayıda tezler bulunmaktadır. Bu nedenle, üzülerek söylemeliyim ki, araştırmaların ortaya koyduğu sonuç, intiharın sebebinin ekonomik gerekçeler olması. Ayrıca, Avrupa ülkelerinde, en azından hristiyan kültürünün hüküm sürdüğü çevrelerde, bir Cennet, Cehennem var. İnanlar çerçevesinde düşünürsek, ki bu Avrupanın yarısını teşkil ediyor olabilir, belki daha fazlasını, necisin, nereden geliyor, nereye gidiyorsun sorusunun cevabı bu insanların inançlarında cevaplanmış durumda. Düşündüğümüz gibi, moral bozukluğu, anlamsızlık bataklığı içinde olduklarına, dindar hristiyanlar nezdinde yaptığım sohbetlerde hiç şahit olmadım. Teslis hariç, genel projeksiyonlarında bir tutarsızlık içinde olduklarını görmedim. Batı maneviyatsızlık nedeniyle kıvranıyor..tezi şu an için malesef batı ülkeleri için geçerli görmüyorum. maneviyatsızlığın olduğu doğru ama bir kıvranma görmüyorum. Tam tersi, kıvranmayı şu an hüküm sürülen İslam coğrafyasında, temsil edilme sorunu nedeniyle görüyorum. Sorgulama din coğrafyamızda daha çok var.

    Hatırlarsınız, Yunus Emre ye atfedilir: İnsan kaçar yaratıcısından, hayata dalar, hiç ölmeyecekmiş gibi bu hayata, döndürülmeyeceğini düşünür ama yaratıcısı ona kendini hatırlatır zaman zaman. İşte o an insanın keyfi kaçar…..minvalinde. Tasavvufi bir konu bu, ama derin anlamlarından sezdiğim insanın bu şekilde bir başına kalsa, bizim bildiğimiz şeyleri tatmadığı için aslında farkettiğimiz o devasa içsel boşluğunu, onun halinden memnun olduğu, asla vazgeçmeyeceği bu hayata olan tutkusundan.

    Diğer başlıklarınıza da benzer bakışla bakıyorum malesef, öyle olmasaydı, yazdığınız gibi olsaydı diyeceğim elbet, bende öyle isterdim, ama gerçek farklı. Ve moda tabir oldu bu günlerde, gömleğin ilk gömleğini doğru düğümlemek diye, sanırım bizimde, batı insanı ve genelde müslüman dışındaki insanlığa bakışımızda bence önerme hatalarımız var. Bu da olayları ele alma biçimimizi, yöntemlerimizi etkiliyor… Belki yazdıklarınız olur cevaben ya da şerhleriniz devam edebilirizde… Katkınız için teşekkür ederim.

    • Selamlar, ben de tesekkür ederim. Estagfurullah müdahale olarak görmedim. Yazdiklariniz beni meraka sevk etti ve yasadigim Almanya ile ilgili biraz arastirma yaptim ve Türkiye ile kiyasladim. Almanyada 2019 yilinda her gün 25 intihar vakasi yasanmis, yani bi yil icinde 9 binden fazla insan hayatina kendi eliyle son vermis.

      Bu arada 1980 yilinda her gün ölen Alman sayisi 50, yani iki kat fazla imis. Bu miktarda ekonomik krizin etkisi olabilir mi, sanmam, Almanya o yillarda Türklere al su 10 bin marki nolur ülkene dön diyordu, o zamanlar paranin daha bi degerli oldugu zamanlardi. Yastiginin alti parayla dolu Türklerin cogu o 10 bin marka tav olmadi.

      Derken 1980 ila 1997 yillari arasinda Almanyali Türkler arasinda görülen intihar vakalarinin sayisini buldum. Bu yillar arasinda 65 yasin altinda 1186 Türk intihar etmis. Intihar edenlerin cogu yine erkek. Oran Almanlara göre o kadar az ki, Springerin cikardigi „Der Nervenartz“adli calisma bunun sebebini Türklerin sosyal iliskilerinin saglamligina ve intiharin dinen yasak olmasina baglamis. Uzun yillara dayanan arastirmalar da göstermis ki, depresyondan dolayi hastanede yatan Almanlarin yüzde 15´i hayatina son veriyor.

      Sunu da eklemeden olmaz. Almanya´da 18 yasin altindaki kizlardaki intihar orani 10 yil öncesi itibariyle Alman kizlara göre iki kat fazla. Bu oran eskiden daha da fazlaydi.

      Simdi Türkiye´ye dönelim: 2019 yilinda ekonomisi berbat, zulmün pik yaptigi ülkedeki intihar sayisi 3406. Durkheim olsa ne derdi bilmiyorum ama ben 1980 yilinda Almanyadaki intiharlarin asiri yüksekligini anlami bulma ümitsizligine bagliyorum. Hani sosyalizm fikirlerinin yerle yeksan oldugu, Hindistan rüyasi gören hippilerin kravatlarini takip Yesiller´de siyaset yapmaya basladigi yillar.

      Bu arada derdimi tam anlatamamisim. Ben Hiristiyanlarin anlam arayisi yok demedim. Bilakis var ve bunu dünya capinda basarili bir sekilde gerceklestiriyorlar., cevaplari oldugu gibi geregini de yapiyorlar. Mesele 80 milyon insana egitimle, sanatla, medyayla, siyasetle gürül gürül anlatmak, onu hayatin bir parcasi haline getirmek.

      Bugünün modern dünyasi piyasaya sürdügü dijital araclarin hayatimizi nasil degistirecegini bile hesaba katmiyor, önlem almayi düsünmüyor. Bakiniz ben de modern dünyada yasadigim icin, bi sekilde modern bir insanim ve hayatin boyunca kullandigin karacigerin nerde deseniz gösteremem, kimi zaman kendi nefsim, kimi zaman modern dünyanin bana dayattigi yasam tarzi kimsin, nereden geliyor, nereye gidiyorsun sorusunu hakkiyla sormama engel oluyor.

      Beni bir kenara birakalim, ama koskoca Bati dünyasinin, onun entelektüellerinin bu soruyu sormasi, beni bir sincabin yasam gailesinden daha yukarida bi yerlere cekmesi gerekiyordu. Bunun icinde gömlegin ilk dügmesini dogru iliklemeleri gerekiyordu. Hepimiz görüyoruz iste, dünyayi tüketiyoruz, bitiyoruz.

      Ve evet dediginiz gibi bir kivranma yok, intiharlar kadar mutluluk da var bol bol. Bizim arkadaslar Türkiyeyi, „Islamin bizi getirdigi nokta“yi anlatirken bol bol Finlandiyaya övgüler düzüyorlar hani. Ama mutluluk icinde ölen insan ile bi odada yapayalniz, hicbir yakini olmadigi halde, onca yasadigi ömrü bi yere koyamadigi icin, bir anlam veremedigi icin canina kiyan bi insani karsilastirsak, ikincisi daha kaliteli insanmis derim.

      Gönül isterdi ki o kivranmayi Müslümanlar yapsinlar, o büyük kafalari onlar yetistirsinler. Evet gercek dediginiz gibi farkli ama israrla görmezden geldiginiz bir sey yok mu? Bizler Yunus Emreyi, Mevlanayi, Üstad Bediüzzaman Said Nursiyi, Heyi, hadi biraz da ideolojik gidelim, Necip Fazil Kisaküreki, hayatimizin icine sokmadik ki, aksine kendi heva ve hevesimiz icin pul gibi harcadik, sonuna kadar istismar ettik. Olmasi gereken deneyimi yasamadan hangi gercekten bahsediyoruz. Bu gercek Yunus Emrenin gercegi degil, sizin, benim gercegim. Yunus Emre´nin, Mevlana´nin, Said Nursi´nin HE´nin, Islam´in, hadi ideolojik düsünelim, Islamciligin sucu ne?

  9. Yılmaz bey kardeşim (umarım bu ifadede bir sorun yoktur), yazdıklarınızı okuduktan sonra birkaç not daha düşme ihityacı hissettim. Öncelikle şunu belirteyim: Biz yabancı dünyaların insanları değiliz. Anladığım kadarıyla aynı kaynaklardan beslenmişiz. Onun için sizin yazdığınız her bir tezi çok iyi anlıyorum. Zira yıllarca ben de aynı şeyleri okudum, onlara inandım, savundum.
    Bu nottan sonra şunu söyleyeyim: Yazdıklarınıza tek tek cevaplar vermek de mümkün. Ancak onun yeri burası olmayabilir. Bu pek anlamlı da olmayabilir ve ayrıca bizi sonuca götüreceğini de sanmıyorum. Dediğim gibi, ben de yıllarca aynı kaynaklardan beslendim ve bugün gelinen nokta itibariyle çok büyük bir hayal kırıklığı içindeyim.
    Ben kendi adıma sırf içinden çıktığımız ortamın tezleri ile sınırlı kalmak yerine başkalarının bakış açılarını da merk edip öğrenmeye çalışıyorum. Ancak bu şekilde bugün yaşanan acı tecrübelerden ders çıkarılabileceğini ve ilerleme sağlanabileceğini düşünüyorum. Tabii ki, başkaları başka şekillerde düşünebilir. Ona diyebileceğim bir şey yok. Ben kendi doğrularımı bulmaya çalışıyorum.
    Madem Almanya´da yaşıyorsunuz, bu bağlamda geçtiğimiz aylarda okuduğum ve çok yararlandığım bir eserden kısaca söz edeyim. Ruud Koopmans: “Das verfallene Haus des İslam. Die religiösen Ursachen von Unfreiheit, Stagnation und Gewalt” (İslam´ın Çöken Evi. Özgürlüğün olmayışının, yerinde saymanın ve şiddetin dini kökenleri). Ben yazarı objektif buldum.
    Son olarak yazınızda geçen bir bölüme değinip bu cevabı bitireyim. Yunus Emre, Mevlana, Said Nursi, Necip Fazıl Kısakürek, HE gibi isimleri sayıp, „Biz bunları hayatımızın içine sokmadık, sadece istismar ettik“ diyorsunuz. Bir adım daha ileri gidip, „Hadi ideolojik düşünelim, İslamcılığın suçu ne?“ diye soruyorsunuz.
    Peki, biz bunları neden hayatımızın içine sokmadık? Birileri engel mi oldu? Bir taraftan insanlığın bütün sorunlarının çözümü bizde diyeceğiz, diğer taraftan her alanda döküleceğiz (Ruud Koopmans kitabına bakın), sonra da biz elimizde olan ve herkese tavsiye ettiğimiz reçeteyi uygulamıyoruz ki diye savunma yapacağız. Ey insanlık, siz yine de bize gelin, elimizdeki reçeteye talip olun diyeceğiz.
    Siz böyle birine güvenir, böyle bir satıcıdan mal alır mısınız? Bana bu argümanlar pek ikna edici gelmiyor. İnsanların çok az kısmı kurtuluşa layık bir yapıdadır vs. demek de benim açımdan inandırıcı değil.

    • Olabilir tabii aynı kaynaklardan beslenmiş olabiliriz, benim aslında tez denecek seviyede bir düşüncem yok, anlatmaya çalıştığım tek şey ‘olmadı, hadi bunu deneyelim’ dediğimiz şeylerin de matah bir şey olmadığı. İnsanlığın sadece Müslüman kesiminin değil, tamamının karnesi kötü. Sadece 1400 yıllık geçmiş değil, insanlık tarihinin tamamında kötü bir karne var. Melekler ‘Sen orada bozgunculuk çıkaracak birini mi var ediyorsun’ dediğinde verilen bir cevap var. Bu konuda bizim bilmediğimiz bazı şeyler var.

      Benim karşımda şöyle bir tablo var: Bir tarafta din var ki, bana sonsuzluğu vaat ediyor, anlam yüklüyor, beni bütün bir varlığa, kainata bağlıyor, handiyse olmazsa olmaz bir dişli haline getiriyor. Bu çok büyük mükafat.

      Bu mükafatın motivasyonlarının olumlu sonuçları da var olumsuzları da. En basitinden dünyayı yerleşilecek bir yer olarak göremiyorum, bir kapısından girilip öbür kapısından çıkılan bir han olarak görüyorum. Yaptığım iyilikler, güzellikler bir yere kadar varıyor, ama sonra hassasiyetlerim sonucu bir yerde tıkanıyor.

      En basitinden bu büyük mükafatın muhatabı olan insan bedenine beslediğim hürmet adına onu kesip biçemiyorum, araştıramıyorum, sağlık hizmetlerim bir yerde duruyor ve o büyük mükafatın muhatabı insan binlerle, yüzbinlerle, milyonlarla ölüyor. Sonra bir zaman geliyor bana o büyük mükafatı vaat eden dinin tehdit altında olduğunu görüyor ve felsefenin önünü tıkıyorum, gel zaman git zaman hakikat arayışım, merakım sönüyor, çünkü Allah var, Cennet var, Cehennem var, sonsuzluk var, 70 sene sonra terk edeceğim dünya için bu kadar kafa patlatmaya ne hacet diyorum. Sonuç ortada!

      Bu bir eleştiri değil, empati idi. Aynı empatiyi Müslüman olmayan dünya için de yapmaya çalışıyorum. 70-80 yıllık bir ömür mükafatının muhatabıyım. Bu zamanı çok iyi değerlendirmeli, yerleşik düzene geçmeliyim, daha iyisi için araştırmak, dünya hayatına ait ne kadar hakikat varsa bulmalıyım, bana bu 70-80 yıllık hayatı bile çok gören düşmanlarımı veya potansiyel düşmanlarımı ortadan kaldırmalıyım, daha fazla yaşamak için zaten 70-80 yıl yaşayıp nihayetinde ceset haline gelen insan bedenini parça parça edip birkaç sene daha fazla yaşamanın yollarını bulmalıyım. Benden sonra kendi ailemi, köyümü, kasabamı, eyaletimi, ülkemi, benim gibi düşünen ve inananları öne almalı, yedirmeli, içirmeliyim.

      Görüyorsunuz ki dünya hayatı Müslüman için de, gayrimüslim için de zor bir yer. İmtihan zorlu olduğu için kimi kendine Müslüman, kimi kendine demokrat. Bakalım hangi taraf zincirlerini kıracak, Bediüzzaman Batının İslama gebe olduğunu söylemişti. Allah bu dini hakkıyla temsil etmeyenlerinden elinden o görevi alacağını ve başkalarına vereceğini söylemiş. Bakarsınız Almanlara vermiş ya da hiçbir kire bulanmamış, hiçbir felsefenin etkisinde kalmamış bir Tanzanyalıya. Hayırlısı.

      İsmail kardeşim veya ağabeyim! Ben de hayal kırıklığı yaşıyorum. Bağlısı bulunduğum cemaatin önde gelenleri bugün dişe dokunur ne yazmışlar diye bu makalelerde it gibi dolanıyorum. Kimi zaman aşırıya giden ‘her şey yolunda’cılara kimi zaman da iştahlı Finlandiya güzellemecileri’ni okuyarak fıttırıyorum. Bir tarafta alabildiğine sahiplenme, bir tarafta alabildiğine inkar, alabildiğine reddimiras.

      Ben İslam’ın davetini bütün dünyaya anlatacak kapasitede bir insan değilim. Yapabileceğim şeylerden biri öncelikle kendi imtihanımı geçmek, o büyük mükafata layık bir muhatap olmak, sonra çocuklarımı iyi yetiştirerek onların iyi birer muhatap olmasını sağlamak. Hani niye söylediğiniz yere gelmedik, burası neresi diye sormuyorum artık, kendim anacaddeyi bulursam, kainatla kendi irtibatımı sağlarsam ne ala. Sonsuzluğu kaçıramam, bir sincapla eş olamam.

      E tabii ben de bir türün, dinin, cemaatin mensubuyum, matah biri olduğundan değil, istatistik yapıyoruz, napalım istersiniz diye soran olursa şunu söylerdim: Her işi ehline verin, amacınız genel manada ikna olsun, sağa-sola sigorta diye koyduğunuz adamları birer operasyon elemanına dönüştürmeyin. Diyalogu tribüne çevirmeyin, Allahın yarattığı liberallere, solculara bilmem nelere bel bağlamayın, sırtınızı Allah’a dayayın, medyayı bir silaha dönüştürmeyin, olmadık insanları nazara vererek kendi tabanınızı ifsat etmeyin.

      Başka Müslüman grupları kim engelledi de İslamı yerine getirmediler derseniz, bana ne, onu da onlar düşünsün, bulsun. Düşünüp bulacaklar mı, pek çoğu bulamayacak ve o büyük mükafatın muhatabı olamayacak. Bu gerçek sizi üzebilir, beni de üzüyor açıkçası, ama Allah kış gelince bütün o çiçeklerin, açların o neşesini alıyor, milyarlarla böcek ölüp gidiyor. Allahın hazinesi bol ve muhatap alacağı insanları çok iyi seçiyor.

      Ruud Koopmans’a gelince, muhakkak dişe dokunur bi şeyler yazmıştır, faydalıdır da. Ben ocağımın çöktüğünü görüyorum, bizzat içindeyim onun. Eğer Koopmans gayrimüslim dünyanın kağıttan evinin durumu hakkında da dişe dokunur bi şeyler söylemişse, yazdıkları komşu dedikodusundan öte bir şeyler içeriyorsa zamanın olduğunda okumaya çalışırım. Yoksa benim bildiğim şeyleri yazan Alman yazarlar çok.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin