70 yaşındaki yazardan kızına buruk teselli: Kefir dağıttılar, bizi merak etmeyin!

Yaklaşık 42 aydır tutuklu olan gazeteci yazar Ahmet Altan’ın, telefon görüşmesinde kızı Sanem Altan’a, “Sizi merak ediyorum, tek derdim o. Sen beni merak etme. Kefir dağıttılar.” dediği öğrenildi. Babasıyla yaptığı 10 dakikalık telefon görüşmesinin detaylarını sosyal medya hesabında paylaşan Sanem Altan, “Şimdi babamla konuştum. -Haftalık telefon hakkımız,10 dak- Çok iyiymiş. ‘Sizi merak ediyorum tek derdim o, sen beni merak etme’ dedi.. ‘Kefir dağıttılar’ dedi ardından.. Hem ağladım ona hissettirmeden, hem sevindim hem güldüm, o derece bırakmak istemiyorlar yani :)” ifadelerini kullandı.

Ahmet Altan, sözde f.tö terör örgütüne bilerek ve isteyerek yardım ve yataklık etmek suçundan 10 yıl 6 ay hapis cezasına çarptırılmıştı. Kasım ayında tahliye edilen Altan, başsavcılığın itirazı üzerine 8 gün sonra İstanbul 27. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından yeniden tutuklanmıştı.

AHMET ALTAN, ALMAN DERGİSİNE YAZDI; GÜLLERİ BUDADIN MI?

Ahmet Altan’ın Alman dergisi Kulturaustausch’un 2/2020 sayısı için kaleme aldığı yazının Türkçe aslı, yazarın ve derginin özel izniyle Bağımsız Gazetecilik Platformu P24’de yayınlandı. İşte o yazı…

Gülleri budadın mı?

İnsan, her yaşta değişik sorularla karşılaşır. Bu sorular, “büyüyünce ne olacaksın?” diye başlar, “okul nasıl,” “sevgilin var mı,” “hangi üniversiteye gideceksin,” “hangi işe gireceksin,” “ne zaman evleneceksin,” “çocukların nasıl” diye devam eder. Benim yaşımdakiler ise, “gülleri budadın mı,” “torunlar ne zaman gelecek,” “komşuya televizyonu kısmasını söyledin mi,” “ilaçlarını aldın mı” sorularını duyar genellikle. Bana en çok sorulan soru ise yaşıtlarımın pek duymadığı türden bir soru: “Haksız yere hapiste olmak seni üzmüyor mu?” Bu soruya Sokrat’tan ödünç aldığım bir cümleye cevap veriyorum: “Haklı yere hapis yatsam daha mı iyiydi?”

Bu cevap, cezalandırılmanın kaçınılmaz olduğunu kabul eden bir görüşün sonucu elbette. Bazı zamanlarda, bazı ülkelerde yazarların, düşünürlerin, filozofların cezalandırılması, hepse atılması, öldürülmesi hayatın neredeyse doğal bir parçası haline gelir. Ben böyle bir zamanda, böyle bir ülkede yazarlık yapıyorum. Yazı yazan, düşünen yüzlerce, binlerce insan gibi ben de hapisteyim. Ve “haksız” yere hapsedilmiş olmak beni üzmüyor, aksine beni daha güçlü kılıyor, beni hapsedenleri küçümsememi, yaşadıklarıma çok da aldırmamamı sağlıyor.
Sokrat’ın, kendisini öldürecek baldıran zehri hazırlanırken elindeki lirle yeni bir parçayı çalmaya uğraştığı anlatılır. “Ne işine yarayacak yeni bir parçayı çalmayı öğrenmek” diye sorarlar, “ölmeden önce bu melodiyi bilmeme yarayacak” diye cevap verir. Ölüm karşısında böylesine sarsılmaz biçimde durabilmesinin, kendisini öldürenlerin haksızlığını ve güçsüzlüğünü bilmesinden kaynaklandığını düşünmek mümkün sanırım.

Sizi hapse atacak ya da öldürecek kadar güçlü olanların, sizin fikirlerinize fikirle karşı çıkamayacak kadar zayıf ve yetersiz olmaları, bu tuhaf çelişki, “kurbana” müthiş bir direnç ve üstünlük duygusu veriyor. O zaman, Sokrat gibi ölmeye hazırlanırken lir çalabiliyorsunuz.
Yöneticilerin düşünceden korktuğu toplumlarda siyasi iktidarlar dehşet verici bir kaba güce, buna karşılık acınacak derecede zayıf entelektüel donanıma sahiptir. Kaba güçlerini geliştirdikçe entelektüel güçleri zayıflar.

Bir zamanlar, body building yapan bir gencin anılarını okumuştum. Kaslarını geliştirmek ve vücudundaki yağları yakmak her gün biraz daha bağımlı hale geldiği bir tutkuya dönüşmüş. Muhteşem kaslar geliştirmiş ve vücudunda neredeyse bir gram bile yağ kalmamış. Ayak tabanındaki, yere sağlam basmasını sağlayan yağ tabakası da eriyip yok olmuş. Çok güçlü, çok gelişmiş kaslara sahipmiş ama tabanlarında yeterince yağ olmadığı için şöyle hafifçe ittiğinizde bile yıkılıyormuş. Bütün toplumu denetim altına almak, hiçbir muhalif sese izin vermemek, her düşünceyi ezmek, yargıyı cezalandırıcı bir sopa gibi kullanmak isteyen her siyasi iktidarın, aynen o “vücutçu” genç gibi kaslarını geliştirdikçe tabanlarını eritip zayıfladığını düşünüyorum. Sonunda kendilerini en güçlü sandıkları, görünüşte en güçlü oldukları an, onların en zayıf olduğu ve bir itişte yıkıldıkları duruma dönüşüyor.

Bütün bunları bilmek insanın direnme yeteneğini geliştiriyor. “Kimseyi korkutacak kaslara sahip değilim ama kimsenin yıkamayacağı sağlam tabanlarım var” diye düşünüyorsunuz.
Geçenlerde 70 yaşımı bitirdim. Dostlarım hapishanede kutladığım bu dördüncü yaş günümde, yaşamak zorunda kaldıklarımdan dolayı üzüldüler. Onlara üzülmemelerini söyledim. “Yetmiş yaşındayım” dedim, “yeni bir roman bitirdim ve hapisteyim. Böylesine hareketli bir yetmiş yaş, gülleri budamaktan daha eğlenceli.”

Gerçekten de böyle düşünüyorum. Beni hapse atanların entelektüel çaresizliğini ve zavallılığını gördüğümde hapiste olmak üzücü gelmiyor.

İhtiyarlık, insanın hayattan beklentisi kalmamasıdır. Hareketin durmasıdır. Böyle giderse ihtiyarlama fırsatı bulamadan öleceğim. Hayatım beklenti ve hareket dolu. Beklentiyi, yazdıklarımla kendim yaratıyorum, hareketi de beni hapse atanlar yaratıyor. Böyle bir 70 yaştan şikayet etmek doğrusu haksızlık olur.

Bir de lir çalmayı bilseydim eğlence tam olacaktı.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

2 YORUMLAR

  1. Üretken olmanın insana verdiği haz bir başka oluyormuş.
    Üretilen fikirse eğer daha da kıymetleniyor. Yaş almanıza rağmen ihtiyarlamamanın sırrına erdiniz bence.
    Ne mutlu size Sayın Altan!

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin