AV. NURULLAH ALBAYRAK | YORUM
Melek öğretmen ve 15 yaşındaki kızı Sümeyra’nın hikayesi, yalnızca bir anne ve kızının dramı değil; bir hukuk sisteminin vicdanla bağının nasıl koptuğunu gösteren sarsıcı bir örnek olarak hepimizin hayatına girdi. Bugün biri cezaevinde, diğeri toprak altında. İkisi de aynı adaletsizliğin sessiz kurbanları.
Bir öğretmenin cezalandırılması: Suç sayılan hayatlar
Melek Gelir, 2011 yılında Sakarya Üniversitesi’nden mezun oldu ve 2013’te öğretmenlik yapmaya başladı. 2016 yılında, Bolu’da görev yapan 71 KHK’lı öğretmenle birlikte hakkında “terör örgütü üyeliği” suçlamasıyla dava açıldı.
Melek öğretmenle birlikte 71 KHK’lı öğretmenin suçlanmasının gerekçesi mi?
Öğretmenlik yapmak, çalıştığı kurumdan maaş almak, Bank Asya’da hesap açmak, yasal derneklere üye olmak, sendika üyesi olmak, çocuklarını KHK ile kapatılan okullara göndermek, gazete ve dergi abonesi olmak ve sosyal medya paylaşımları…
Bir kamu görevlisinin mesleki ve sosyal faaliyetleri, dönemin iktidarının açıkça desteklediği kurumlarla ilişkileri, geriye dönük olarak cezaya dönüştürüldü. Dosyada somut delil yoktu. Şiddet yoktu. Örgütsel bağ yoktu. Suç kastı, bilinçli eylem, cebir vs. hiçbiri yoktu.
Ancak Melek Gelir’e 6 yıl 10 ay 15 gün hapis cezası verildi. ‘Delil’ olmayan delillerle, suç olmayan iddialarla… Mahkeme, yalnızca “KHK ile kapatılan kurumlarda çalışmış olmasını’ ve delilsiz iddiaları esas aldı.
Bolu Ağır Ceza mahkemesi heyeti cezanın az olduğunu düşünerek “suçun işleniş biçimi, kastın ağırlığı ve güdülen amaç” gibi ne olduğu belli olmayan ifadelerle ceza artırımı da yaparak Melek öğretmeni cezaevine gönderdi.
Cezaevinde bir anne, dışarıda hasta bir çocuk
Ceza alan sadece Melek öğretmen değildi. Üç çocuğundan en büyüğü, 15 yaşındaki Sümeyra, annesi cezaevine girdikten sonra kardeşlerine hem annelik yaptı hem evin yükünü sırtlandı hem de kendi hastalığıyla baş etmeye çalıştı. Yaşı küçük, bedeni narin ama sorumluluğu büyüktü. Yaşının ötesinde sorumluluk bilinciyle son anına kadar kardeşlerine ablalık, annesine yoldaşlık yapmaya çalıştı.
Melek öğretmen, Sakarya Cezaevi’ne konulmuştu. Ailesi ve çocukları ise Bolu’da yaşıyordu. Tutuklu anne, en azından çocuklarını düzenli görebilmek için çok çırpındı, dilekçeler yazdı. Bolu’ya çocuklarına yakın bir cezaevine naklini istedi ama Adalet Bakanlığı fiziki yetersizlik gibi gerekçelerle anneyi çocuklarından ayırdı.
Ve 3 Nisan sabahı, bayram sabahı Sümeyra anneannesinin evinde hayatını kaybetti. Henüz 15 yaşındaydı. Ne hastalığına çare bulundu ne yükü hafifletilebildi ne annesine olan hasreti giderilebildi. Melek öğretmen ise Sümeyra’nın yasını cezaevinin beton duvarları arasında tutmak zorunda bırakıldı.
Bugün Melek Öğretmen cezaevinde. Kızı Sümeyra ise toprak altında. Ve ikisi de aynı hukuksuzluğun kurbanı. Her ikisi de adaletsiz bir kararın gölgesinde nefessiz bırakıldı.
Bir annenin özgürlüğünden, bir çocuğun ise çocukluğundan ve yaşam hakkından mahrum edilmesi; insan haklarının, adaletin ve vicdanın nasıl sistematik olarak ihlal edildiğinin en acı göstergesidir. Bu trajedi, adaletin yalnızca mahkeme salonlarında değil, hayatın tam içinde, bir annenin ve bir çocuğun dramında da yaşandığını göstermektedir.
Toplumsal sorumluluk ve hukukun yeniden tesisi
Bu hikâye, sadece Melek öğretmen ve ailesinin hikayesi değil. Bu, Türkiye’de her gün gözden kaçırılan, sessizce büyüyen bir adaletsizlik çığlığının hikayesi. Binlerce çocuk; annesi ve/veya babası cezaevinde olduğu için psikolojik, duygusal ve sosyal anlamda büyük yıkımlar yaşıyor.
Herkesin gözyaşları içinde seyrettiği beşizlerin anne ve babası hala cezaevinde. Çocuklar, ağır bir sessizlik içinde büyüyor. Hayatlarından eksilen sadece anneleri, babaları değil; umutları da…
Melek öğretmenin ve diğer anneler özgürlüğüne, çocukları ise annelerine kavuşabilir. Ama bunun için adaletin susmaması gerekiyor.
Bu yaşananlar, yalnızca bireysel bir trajedi değil; hukukun, insan haklarının ve vicdanın ağır bir sınavıdır. Ve bu sınavda kaybeden sadece Melek öğretmen değil. Hepimiz kaybediyoruz.
Melek Gelir’in yaşadıkları bir çağrıdır: Hukukun üstünlüğünün yeniden tesis edilmesi, insan haklarının korunması ve başka Sümeyra’ların hayatlarının kararmaması için hepimize yöneltilen bir toplumsal sorumluluk çağrısıdır.
Bu çağrı, adaletin kişisel bir mesele olmadığını; her birimizin özgürlüğünün ve insan onurunun ancak başkalarının haklarının korunduğu bir toplumda güvence altında olabileceğini bize yeniden hatırlatmalıdır.
Ve bu çağrı, Sümeyra’ların hayatlarını korumak için susmamak, mücadele etmek ve adaletin sesi olmak zorunda olduğumuzu bir kez daha göstermektedir.
1. bu isin tek sorumlusu zalim degil hocam.
2. bu gibi durumlarin merkezi takibi, hukuksuz uygulamalarin yerel ve ua yargiya tasinmasi, takibi islerinin yapilmasi lazim.
3. boluk porcuk birseyler var, organize gerek.