6-8 Ekim 2014 olaylarına şahitliğimdir

YORUM | Prof. Dr. SALİH HOŞOĞLU

Türkiye, malum, ilginç bir ülke. Bu ilginçliklerden biri de insanların yaşanan olayları yaşandığı şekilde değil de kendilerinin görülmesini istedikleri şekilde, kendi varsayımları gerçekmiş gibi anlatmaları ve algı oluşturmaları. Özellikle üzerinden zaman geçmişse ve o olayların içinde yaşayanlar sessiz kalmışsa bu daha kolay oluyor. Algı operatörleri yaşananları zaman içinde tamamen başka boyutlara taşımakta ve gerçekte olduğundan farklı olarak sunulabilmektedir.

Bunlardan biri de 6-8 Ekim 2014’de ağırlıklı olarak Güneydoğu Anadolu’da yaşanan şiddet olaylarıdır. Bu olaylar sırasında Diyarbakır’da çalışıyordum ve bazı olaylar gözümüzün önünde cereyan etti. Elbette o olayların perde arkasını bilmiyorum. Olayları kim organize etti, nasıl organize etti, niçin bu hazırlıkları emniyet birimleri haber al(a)madı? Haber aldı da tedbir mi almadı? Bunları bilenler vardır elbette ama nedense hiç konuşmuyorlar ve bu soruları da kimse sormuyor. Gerçekleri bilen bazılarının da bu gerçeklerin bilinmesini istediğini sanmıyorum. Şu ana kadar konuyla ilgili okuduğum çeşitli yazılar olayları çok yüzeysel şekilde ele alıyorlar. Herkes yaşananları kendi penceresinden ve işine geldiği gibi gösteren hikayeler anlatıyor. Öyle ki olayların yaşandığı tarihler bile yerli yerine oturmuyor. Daha ilginci o tarihte bu olayların yaşandığı yerlerde yaşayan insanlara (güvenlik güçleri, vatandaşlar, vs.) ne olduğunu kimse sormuyor. Ben o üç günde kendi penceremden gördüklerimi yazacağım.

Suriye’nin Türkiye sınırındaki Kobani (Aynü-l Arab) şehri çevresinde çatışmalar sürerken bizim çevremizde de bununla ilgili tartışmalar devam ediyordu. Zaten Diyarbakır’da çeşitli vesilelerle bazı protesto eylemleri oluyordu. Şehir merkezinde ve özellikle Bağlar gibi bazı semtlerde bu tarz gösteriler nadirattan değildi ama o zamana kadar emniyet aldığı tedbirlerle olayların gösteri düzeyinde kalmasını sağlamaktaydı. 6 Ekim Çarşamba günü mesai çıkışında Kayapınar semtindeki evime problemsiz varmıştım ve o ana kadar şehrin görebildiğim kesimlerinde herhangi bir sokak hareketi dikkatimi çekmemişti. Hatırladığım kadarıyla saat 17.30-18.00 civarında dışardan gürültü ve bağrışmalar gelince evimizin önünden geçen çift yönlü bulvara baktım. O geniş bulvar iki taraflı kapatılmış, yüzleri maskeli-maskesiz kişiler kamyonet gibi araçlarla getirdikleri araba lastiklerini yola dizip ateşe vermişlerdi. Olayları yönlendirenler gayet serinkanlı davranıyor, etrafa emirler yağdırıyorlardı. Yapılanlar öyle rastgele değil gayet organize bir şekilde yürütülmekteydi. Yaşananların aniden oluşan bir protesto gösterisinin yansıması olması mümkün değildi. Zaten bu kişiler de bizim semtlerden olamazlardı. Bu sırada evlerine gitmeye çalışan insanlar araçlarıyla veya yaya olarak oradan geçip gitmeye çalışıyorlardı. Ben gayr-i ihtiyari telefona koşup 155 Polis İhbarı aramak istedim. Ama heyhat ulaşılamıyordu ve bu ulaşılamama günlerce devam edecekti. Oysa daha önce (çok değil iki sene önce) şüpheli bir durum için 155 hattını aradığımızda polis arabası beş dakika sonra yanımıza gelmişti. Görebildiğimiz alanda sokaklar kesilmiş ve göstericilerin kontrolüne girmişti. Anlaşılan şimdi şehir tamamen göstericilerin kontrolündeydi, ortada hiçbir güvenlik gücü görünmüyordu. Bütün geceyi inanılmaz bir huzursuzlukla geçirdik. Şehrin değişik yerlerinden dumanlar yükseliyor ve bazen patlama sesleri geliyordu.

Ertesi gün güvenli olmadığı için işe gidemedim, temasta olduğumuz birçok kişi aynı durumda evlerinde hapis kalmışlardı. O gün işe giden arkadaşlar yolların göstericiler (isterseniz isyancılar ya da kim olduğunu bilmediğimiz militanlar deyin, karar sizin) tarafından kesildiğini, kimlik kontrolü vs. yaptıklarını anlattılar. Bizim bölümde çalışan genç bir kadın 6 Ekim Çarşamba günü evine giderken yollarının kesildiğini, alıkonulduklarını, evlerine gitmelerine uzun zaman müsaade edilmediğini, gösterilere katılmaya zorlandıklarını, daha sonra uzun uğraşlarla bu rehine durumundan kurtulabildiklerini anlattı. Aradan geçen bu kadar zaman zarfında devlet otoritesi ortalarda görünmüyordu. Hastanede kalan ekip mesaiye devam etmiş, hizmetler aksatılmamaya çalışılmıştı. Ancak Perşembe gününün ilerleyen saatlerinde tanklarla gelen askerlerin bazı köşe başlarına yerleştiği haberleri duyuldu. Cuma günü sabah işe giderken sokaklar yanmış lastik artıkları ile doluydu. Seyrantepe kavşağına yerleştirilen bir tank gördük. Bu tarz gösterilere ya da vandalizme karşı tankla müdahale etmek bana pek parlak bir fikir gibi görünmedi. Çünkü göstericiler iki tane Molotof kokteyli atıp içindeki askerleri dışarı çıkmaya zorlayabilir ve tankı ele geçirebilirdi. Ancak ilginç şekilde “devlet” tamamen buharlaşmıştı ve yeniden devletin çok eski bir versiyonu ile geri dönüyordu.

Oysa Diyarbakır Emniyeti bu tarz yoğun gösterilere gayet alışıktı ve bu tarz olayları kontrol etmede çok tecrübeli idi. Ancak Çözüm Sürecinde konsept değişmişti ve 17/25 Aralık sonrası atanan Emniyet Müdürü Halis Böğürcü etrafa yeni şeyler söylüyordu. Artık yeni il emniyet müdürü terör eylemleriyle ilgilenmiyordu. Kendi deyimiyle “bölgeyi yeni duruma hazırlamakla, geçişi problemsiz yapmakla” meşguldü. Bu geçiş Emniyet Müdürüne göre bölgenin özerk yapıyla kurulacak yeni yönetime devredilmesiydi. O şimdi daha başka ve yoğun bir mesai içindeydi. Emniyet Müdürü, Başsavcı ve her kurumdan seçilmiş kişiler Cemaat’le ilişkili kişilerin listelerini hazırlamakla meşguldüler. Bu hazırlıklar değişik ortamlarda uluorta konuşuluyordu. Mesela üniversiteden bu liste hazırlıklarını İl Emniyet Müdürü, AKP Diyarbakır Milletvekili Cuma İçten, Başsavcı ile üniversiteden Prof. Dr. Ahmet Keleş ve Yard. Doç. Dr. Mustafa Sarıbıyık’ın birlikte yaptıkları biliniyordu. Görüldüğü üzere İl Emniyet Müdürü oldukça yoğun bir çalışma içindeydi ama bu kendi asli işleriyle ilgili değildi.

Benim o zaman sorduğum ve cevabını bulamadığım soruları gene sorayım: Emniyetin, MİT’in, Jandarma’nın vs. bölgede bu kadar haber kaynakları var, bu kadar kişinin telefonlarını dinliyorlar, iletişimlerini takip ediyorlar, ve nasıl oluyor da bu olayların hazırlıklarını haber al(a)mıyorlar? Bir anda ülkenin bir bölümü devlet kontrolünden nasıl çıkıyor? Adeta iki gün devlet bölgede buharlaşıyor. Daha da ilginci şimdi “şehitlerimiz, Yasin Börü…” falan diye ortalığı ayağa kaldıranlar o zaman bu olaylara pek de tepki göstermiyorlar, sorumluları araştırmaya zahmet etmiyorlardı. Güvenlik birimlerinden bunların nasıl olup gözden kaçtığının hesabını sormuyorlar, o günkü olayları organize eden, sokakları kesen vs. kişilerin peşine düşmüyorlar.

Normal bir ülkede bunlar yaşansa, sadece İl Emniyet Müdürü değil, İçişleri Bakanı ve hatta Başbakan da istifa ederdi. Ne zaman ki siyaseten bunlara ihtiyaç duydular bir anda o olaylarda ölenleri yâd edip ah vah etmeye başlıyorlar. Yoksa bunlar herkesin bildiği sırlardan mıdır ki biz şimdi önümüze konan ve gerçeklerle pek alakası olmayan senaryoları tartışıyoruz.

Biz bu kadar saf mıyız? Ne diyeyim, galiba evet.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

1 YORUM

  1. 15 temmuzda da devlet köprüden yok olmuştu. Siviller ile asker karlı karşıya gelmişti. 6-8 ekim olaylarında da devlet buharlaştı. Hani nerede bu devlet diye bir yakarış var ya, onun gibi. Devletin arada bir yok olması çok ilginç. Sanki bir sihirbazlık gösterisindeyiz ve devlet, sihirbazın elindeki cisim. Yani bizim devlet algımız sabit iken, halbuki devlet sihir gösterisinin objesi olmuş. Yani bizi alıp istedikleri zaman bir sihir gösterisine getiriyorlar. Herkes işini gücünü bırakıyor, koca bir millete sihir izlettiriyorlar. İzlettirdikleri sihirde de devleti nasıl yok ettiklerini gösteriyorlar. Hani muhtemelen bu gösteri sonrası adam alkışlanır yani. Bu yolla milleti uyutuyorlar. Yani günlük hayatımızda sihirin çok önemli yeri var. Tiyatronun yeri çok az ama köylü dahil herkese sihiri izlettiriyorlar. “Bakınız şimdi devleti nasıl yok ediyorum” diyor ve çocuk kandırır şekilde “bakınız yok ettim” diyor. Devletin ne olduğunu bilmeyen insanlar aslında çoğunluk kanıyor. Çaresizce nerede bu devlet diyorlar. Halbuki devletin yok olması söz konusu değil ama güya sihir yaptılar ya, yok ettiler. Yani milleti, devletin yok edilebileceği ile kandırıyorlar. 15 temmuzda amaç siviller ile askerleri karşı karşıya getirmekti, devlet o yüzden yok oldu. Düşünsenize yunan askeri işgale geliyor, vatandaşlara sesleniyorsun, cepheye koşun diye, ne askeri ne polisi ne valiyi ne jandarmayı göreve çağırmıyorsun. Aynen bunun gibi hendek olaylarında da devlet sihir ile kaybolmuştu. Biz bu şaşkınlığı yaşarken yani “bakın, nasıl da kaybettim” şovunu izlerken, hendekler kazınıyor, bombalar taşınıyordu. Devlet sanki evde uyuya kalan, pantolonunu giymeye çalışan ve işe yetişmeye çalışan biri olarak karikatürize edilmekteydi.
    Geliyor gelmekte olan. Türklere kuzey suriyede ki kürdistanı işgal ettirecekler. Kobane olayları bunun provasıydı. Güneydoğu ve kürdistan arasındaki sınır silinecek. Cihatçılar, türk askeri ile yan yana savaşacak. Bütün dünyada cihatçılar ile türk askerin yan yana savaştığı reklamı yapılacak. Güneydoğu olaylara dahil olacak. Buradaki tuzak, türklere küçük lokma yutturacaklar, büyük lokmayı kusturacaklar. Kürtleri ayaklanmaya hazırladılar. Bu provalar için devletin bölgede olmaması gerekiyordu. Hendek olayları da aynı, kürtleri tank ile karşı karşıya getirerek duygusal kopuşu sağlamaya çalıştılar. Yani türk ordusu hendeğin gerisindekilere düşman olarak göründü. Halbuki aynı ordu ve polis hendekler kazınırken ortada yoktu. Hendeğin gerisindeki birçok kürt, türk polisini ve askerini aradı ama ulaşamadı. Devlet yine sihirle ortadan kaybolmuştu. Geri döndüğünde kürtten hesap sordu. “Sen nasıl hendekle kendine sınır çizersin” diyerek, sokakta yakaladığı yada teröristlere sesini çıkaramayan kürtün, evini hendeklere alet etmesinin hesabını soruyordu. Belli ki ortadan kaybolan devlet, geri geldiğinde hala oyun oynamaya devam ediyordu. Adeta pkk ya katılmayan kürtleri cezalandırıyordu. Zorla hendek savaşına dahil etmeye çalışıyordu. Sanki gelecekteki bir savaşta, kürdü ayaklanmaya zorlamaya çalışıyordu. Demek ki devlet sadece sihir gösterilerine katılmıyor aynı zamanda “sen bu tarafa, sen bu tarafa” diye insanları ayırma görevi de görüyor.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin