2019 için çok acil ‘tehdit’ aranıyor [Analiz: Kemal Ay]

Malum 2019’da Cumhurbaşkanlığı seçimi var. Siyaset şimdiden buna hazırlık yapıyor. Adaylardan biri kesin: Erdoğan. Rejimi kökten değiştiren ve bu yeni rejimin ilk, kurucu reisi olmak isteyen Erdoğan için 2019’daki seçimler bir nevi ölüm kalım meselesi. Onun için seçimler, 2000’li yıllar boyunca inşa edilen ‘Erdoğan kültü’nün tescillenip tastamam yürürlüğe konulacağı bir devreyi işaret ediyor. İleride 2014-2019 arasını ‘2. Kurtuluş Savaşı’ olarak anlatacak bir ‘efsane’ kurguluyor.

Elbette bu savaş öyle kolay verilmiyor. Bir ‘hain’ yaratıp onun arkasına ‘yedi düveli’ koyup Don Kişot’un yel dermeğinleriyle savaşırken takındığı pozu keseceksiniz. Milyarlarca liraya haksız yere el koyup, binlerce masumu zindana atacaksınız. Bu ‘hain’ ile mücadele yetmeyecek, sesini çıkaranı, kafasını kaldıranı bastıracaksınız. Masumların önce avukatlarını, sonra onların hakkını savunanları tutuklayacaksınız. Çünkü elinizde şahane bir sebebiniz var: Ülke tehlike altında, savaş dönemindeyiz!

Gezi Parkı protestolarında başlayan bu ‘işgal altındayız’ söylemi, 17-25 Aralık’la devam etmişti hatırlasanız. ‘Darbe var, darbeye karşı birlik olalım!’ Gerçekten de o dönemde, ‘Seçilmiş hükümeti mi destekleyeceksiniz yoksa seçimle gönderemeyeceğiniz bir Cemaat’i mi?’ söylemi baya alıcı buldu. Teoride haklılardı belki ama pratikte çakmış olduklarını anlamaları için o dönem ortaya saçılan ses kayıtlarına, Gezi sırasında ‘ana akım medyanın’ tutumuna ya da yolsuzluk tablolarına bakmaları yeterliydi.

İKİ ÖNEMLİ YANLIŞ

Bugün de hâlâ ‘Cemaat çok gizli kapaklı bir yapı ama Erdoğan’ı teorik olarak seçimle gönderebiliriz’ diyerek, Erdoğan’ı vermiş olduğu ‘Kurtuluş Savaşı’nda sadece Cemaat’le uğraşmaya yönlendirmek isteyenler var. Erdoğan da onlara nispet yaparcasına, sürekli cepheyi genişletiyor. Yabancı uyruklu insan hakları aktivistlerini, Kürtleri, CHP’lileri vs. tutuklatıyor. Yavuz Baydar’ın dediği gibi, kendini anlatmak için çok çaba sarfediyor Erdoğan ama anlamak istemeyen yine anlamıyor…

Birinci yanlış: Erdoğan’la Cemaat arasında bir tercih yapıldığının zannedilmesi. 17-25 Aralık’ta da, sonraki seçimlerde de, referandumda da mevzunun Cemaat’le uzaktan yakından alakası yoktu. Yani Erdoğan kaybederse, Cemaat’in kazanacağı iddiası düpedüz yalan. Bir CHP iktidarında Cemaat’in ‘eski gücüne’ kavuşma ihtimali var mı Allah aşkına? CHP içinde o kadar etkin yeminli Cemaat düşmanı varken hele…

İkinci yanlış: Sanki Erdoğan bugüne kadar hiç hukukun dışına çıkmamış, siyasetin ayarlarıyla hiç oynamamış, demokrasiyi rehin almamış, medyayı ve ifade özgürlüğünü yerle bir etmemiş gibi ‘adil seçimlerle’ Erdoğan’ın siyasetten el etek çekebileceğinin düşünülmesi. Bir defa ona muhalefet eden bütün siyasî söylemlerde Erdoğan’ın ‘suç işlediği ve yargılanması gerektiği’ açık bir talep. Diğer yüzde 50, açıkça bunu dile getiriyor. Gezi’den bu yana biriken bir öfke var ve Erdoğan’ın Kenan Evren gibi Marmaris’e çekilme ihtimali, bu sebeple bir hayli düşük.

‘YENİLGİ’ İHTİMALLERİ KISITLI

Gelgelelim, Erdoğan’ın seçim dışı bir opsiyonla ‘yenilgiye uğratılması’ da ya olanaksız, ya da gayrimeşru. Zira seçim dışı opsiyonlar arasında sayılabilecek Yüce Divan yargılaması, Anayasa Mahkemesi’nin müdahalesi gibi konular, yargının Saray’a bağlanmasıyla bertaraf edilmiş durumda. Erdoğan bu yüzden rahatlıkla yasaları çiğniyor, beğenmediği yargı kararlarına saygı duymuyor ve yargıçlarla çocukların oyun hamuruyla oynadığı gibi oynayabiliyor. Diğer bir opsiyon askerî müdahaleydi ki 15 Temmuz bunun önünü almış oldu. Başarısızlığa mahkûm bir darbe girişimi, ihtimal dâhilindeki bütün darbe senaryolarını da açığa çıkardı. Ne diyor ‘gavurlar’? Win-win…

Bu gayrimeşru işler arasında ‘iç savaş’ gibi senaryolar da dillendiriliyor. Erdoğan’ın zulmün çıtasını sürekli yukarı taşıdığı düşünülürse, toplumsal bir ‘patlamanın’ görülebileceği konusunda uyaranlar var. Ancak en ufak bir ‘toplanma’ ihtimalinin dâhi polis şiddetiyle bastırıldığını düşünürsek, insanların korkuya teslim olduklarını görmek mümkün. ‘Adalet Yürüyüşü’nün cılız etkileri de, ‘toplumun gazını alma’ babından işlev görmüş oldu. Anlaşılan o ki Kılıçdaroğlu da buradaki krediyi 2019’daki seçimlere taşımak istiyor. Fakat 2019’a nasıl bir atmosferde girileceğini öngörmek mümkün değil. Bakarsınız Kılıçdaroğlu o zamana kadar çoktan hapsi boylamış olur… (Allah muhafaza tabi ama ülkenin ‘realitesi’ bu kıvamda.)

SON SEÇİMLERİN KONUSU

30 Mart 2014’teki ‘olağanüstü seçim atmosferi’nin konusu ‘Cemaat darbesini’ bertaraf etmekti malum. O yüzden AKP’liler tek çatı altında birleşmenin önemini, aksi takdirde ülkenin elden gideceğini duyurdu. Ağustos’taki Cumhurbaşkanlığı seçiminin çok bir esprisi yoktu zira Erdoğan’ı zorlayabilecek bir aday da çıkmamıştı karşısına. Bu ‘rahatlama’ psikolojisinin faturası, 7 Haziran 2015’teki genel seçimler oldu. Erdoğan’a doğrudan yönelen bir tehdit yoktu. Yeni genel başkan Ahmet Davutoğlu’nun ‘fabrika ayarlarına dönme’ sinyali de, bir nevi ‘yolsuzlukların itirafı’ gibi algılandı. Haliyle seçimden tek parti iktidarı çıkmadı. Birkaç gün ortadan kaybolan Erdoğan, Deniz Baykal hamlesiyle muhalefeti dağıtma planını hayata geçirirken, Kürtlerle bu işin olmayacağını anlayıp MHP’ye yöneldi.

7 Haziran’la 1 Kasım arasındaki ‘kanlı süreç’ toplumun yeniden Erdoğan’a yönelmesini sağladı. Ancak bir türlü asıl arzulanan hedefe gidilemiyordu. Başkanlık projesine destek hâlen düşüktü. 1 Kasım’dan itibaren Cemaat’e baskı arttırılırken, MHP’nin talebiyle Kürt meselesinde bakış tersine döndü. Kürt şehirleri yerle bir edildi, PKK’ya operasyonlar hızlandı, HDP’nin ‘gayri meşru’ olduğu ilan edildi. Başkanlığın yolunun yeni bir ‘hikâyeden’ geçtiği Erdoğan’ın da malumuydu ama mevcut ‘mücadele’ yeterli olmamıştı. Yeniden 7 Haziran öncesi hava oluşuyordu. ‘Rahatlama’ psikolojisi hâkimdi.

Sonrası malum. Başbakan Binali Yıldırım’ın da dediği gibi başkanlığın kapısı 15 Temmuz gecesi açıldı. Yine memleketimiz işgal altındaydı, yine Erdoğan’ın kahramanlığı tutmuştu. Bu hikâyeye karşı çıkanlar da yekten ‘hain’ oluverdi işte. Şimdi herkes şaşırıyor yahu Ahmet Şık nasıl oldu da Cemaat propagandasından içeride, diye. Erdoğan’ın kafası gayet net: Cemaat’e en ufak bir sempati duyan, sempati duymasa da Cemaat gibi düşünen herkes ‘hain’. Bir gazeteciye, ‘Teröristle görüşüp de ne yapacaksın?’ diye soran bir insan neticede Erdoğan.

TEHLİKE DEMEK, OY DEMEK

Sık sık hatırlatmaya çalıştığım bu yakın tarih okumasında size tuhaf gelen bir ayrıntı yok mu? Trend gayet açık. Erdoğan ‘tehlike’ altındaysa, saflar sıklaşıyor. Seçimi kazanma ihtimali artıyor. Eğer ‘tehlike’ geçmişse toplum kısmen de olsa normale dönüyor ve Erdoğan’ın oy oranı düşüyor. Nitekim 16 Nisan referandumundaki oy oranı, 15 Temmuz’a rağmen çok düşüktü ve ancak ‘hileyle’ belirli bir mesafe alınabildi. Bunda, 15 Temmuz’un sebep olduğu zulmün etkisi olduğu kadar, insanlardaki ‘Erdoğan her şeye sahip işte, daha ne istiyor ki?’ duygusunun da etkisi yabana atılmamalı.

2019’un ‘seçim kampanyası’ bu sebeple yeniden ‘tehlike’ eksenli olacaktır diye düşünüyorum. Ülkenin başına ‘yeni çoraplar örüldüğü’ anlatılacak. Bunun için birkaç travmatik toplumsal olayın meydana gelmesi, yine ‘Allah’ın lütfu’ olacaktır. En tuhafı da şu olur muhtemelen: Ergenekoncularla Erdoğan bir ‘kapışma’ yaşayacağı için Erdoğan’ın yanında yer almak gerektiğine, ‘sağ, muhafazakâr’ taban ikna olursa, 2019’u rahatlıkla Erdoğan kazanacaktır.

TEK TEHDİT KENDİSİ…

Aksine, Erdoğan’ın şu an bütün gücü eline geçirdiği, tek adam olduğu ve ülke dinamikleri açısından onu seçim dışında zorlayabilecek bir ‘gücün’ bulunmadığı gerçeğiyle yüzleşmek gerekiyor. Daha önceki seçim dönemlerinde ‘Ha gitti, ha gidecek’ şeklinde yapılan ‘kampanyaların’ (@fuatavni ve türevleri) Erdoğan’ın işine nasıl yaradığını ölçebilmek gerekir. Zira o ‘tetikte olma hissi’ AKP kadrolarının da ‘iştahını’ kabartıyor. Kriz demek, fırsat demek çünkü.

Türkiye’nin Avrupa’dan gelebilecek en küçük bir ekonomik yaptırıma dayanamayacağı ve hâlihazırda hassas olan ekonomideki dengeleri altüst edeceği aşikâr. Ancak Avrupa’nın bugüne kadar mülteci krizi sebebiyle ılımlı yaklaşım gösterdiği Erdoğan’dan sürekli ‘darbe’ yemesi, bir şekilde Erdoğan’a ‘ihtiyaç olduğu’ izlenimi uyandırıyor. Bu sebeple de, Erdoğan sürekli el büyüterek içeride ‘Batı’ya meydan okuma’ hikâyesi anlatmayı sürdürüyor. Avrupa vatandaşı insan hakları savunucularının tutuklanması da, bunun işareti.

‘15 Temmuz destanı’ ve ‘yeni rejim inşası’ gibi hikâyelerden alınacak verim sınırlı. 2019’a yepyeni bir ‘tehdit’ arz-ı endam etmek zorunda. Bakalım ‘piyango’ kime vuracak?

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin