15 Temmuz sonrasında aslında ne oldu?

YORUM | Prof. Dr. MEHMET EFE ÇAMAN

 

Sistemin ötekisiyken Avrupa Birliği’ne yöneldi, çünkü demokrasi kendisine lazımdı. Askeri vesayet varken NATO’cuydu, çünkü TSK’daki demokrasiyi içine sindirmiş Batıcı, muasır medeniyetçi komuta kademesine gereksinim duymaktaydı. Anayasayı defalarca değiştirdi, çünkü derin devletin hortlamasından ve kendisini alaşağı etmesinden çekiniyordu. Büyük Ortadoğu Projesi’nin Eşbaşkanı olduğunu söyledi, çünkü o zamanlar ABD’nin Ortadoğu’ya model olarak önerdiği halkı Müslüman, demokratik ve seküler bir ülkenin sistemle bütünleşmeyi başarmış İslamcı ekolünü temsil ediyordu. Ahmet Altan, Mehmet Altan, Nazlı Ilıcak, Şahin Alpay, Mümtaz’er Türköne ve daha birçok liberal, demokrat yazarın, liberal kesimin desteğini almaktan memnundu, çünkü iktidarını sağlamlaştırmak ve derin devletin nomenklaturasına (egemen oligarşiye) karşı direnebilmek için gerekliydiler.

Cemaat ile adeta koalisyon içindeydi, çünkü Cemaat’in insana odaklı ve eğitime yatırım yapan yapısı ve yetişmiş insan gücünün rüzgârını arkasına almakta yarar görmüştü. Kürtlerin siyasi temsilcileriyle işbirliğini bırakın, terörist PKK’nın hapisteki lideri Abdullah Öcalan’la bile devletin kurumsal istihbarat örgütü üzerinden pazarlık yapmaktan imtina etmedi, çünkü güneydoğudaki Kürt oylarına el atmak peşindeydi. Kıbrıs’ta Annan Planı’na evet dedi, çünkü AB’nin desteğinin kendisi için yaşamsal olduğunu biliyordu. Ergenekon’un savcısıyım dedi, çünkü derin devletin İslamcıların cumhuriyete eklemlenmesini ve yönetime gelmesini sindirmeyeceğinin ayırtındaydı.

Davos’ta one-minute şovunu yaptı, çünkü İslamcı tabanın dış bir düşman oluşturularak kendi reisliğinde bütünleştirilmesi lazımdı. Suriye’de Esad’ı devirmeye soyundu, çünkü Sünniler iktidara gelince kendilerine biat edeceği kulağına fısıldanmıştı. ABD ve tüm Batı dünyasını karşısına alarak İran’ın nükleer programına destek verdi, çünkü ortada İran’ın Zarrab-Zencani hattında kurduğu sistemin rantı çok cazipti. Kürecik’e NATO savunma kalkanını konuşlandırmayı kabul etti, çünkü İran’la kurulan ilişkide Türkiye’nin zerre kadar menfaati yoktu ve TSK’daki NATO’cu rasyoneller işin tehlikelerini ortaya koymuşlardı.

ÖRTBAS EDİLMESİ OLANAKSIZDI

Sonra 17/25 Aralık patladı. Şeffaf devlet, yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı, güçler ayrılığı, hukuk devleti, anayasa, Devlet Denetleme Kurulu, özgür basın, ne varsa hepsi aleyhine işlemeye başladı. Zarrab ile kurulan suç düzeni ortaya savruldu. İnternette dolanan tapelerde duyulanlar yakın dönemi bırakın, Osmanlı da dâhil Türk tarihinde tanıklık edilmemiş, eşi-benzeri görülmemiş, dibinin indiği derinliğin ürkütücü olduğu bir uluslararası ve küresel suçu afişe etmişti. Türkiye devletinin iktidarındakiler, İran gibi bir komşularının kitle imha silahı edinmesine varacak bir sürece pervasızca destek vermekteydiler. İran ve uzantısı olan Beşir Atalay’ın başını çektiği bir İrancı ekip, baştaki avanelerin korkunç zafiyetlerinden yararlanarak, Türk karar alma sistemindeki birçok kilit ismi rüşvet sistemiyle kendilerine bağlayarak İran’ın parasını uluslararası finans sisteminin boşluklarından faydalanmak suretiyle aklıyorlar, İran uranyum zenginleştirme planının değirmenine su taşıyorlardı. Bu skandal maalesef Türk kamuoyuna sadece yolsuzluk boyutuyla – yani magazinsel şekilde – yansıdı. İşin vatana ihanet boyutu ile uluslararası hukuk ihlali boyutu ortaya çıkmadı.

Ancak yolsuzluk boyutu dahi öylesine alengirli bir durumdu ki, yargı süreci ilerleyebilmiş olsa gerçekler buradan çorap söküğü gibi tüm yalınlığıyla ve boyutuyla ortaya çıkacaktı. Ulusal yargı sürecinin erişeceği bulguların Erdoğan’ı ve çevresindeki yakın çalışma arkadaşlarını Yüce Divan’a götüreceği muhakkaktı. Dahası, işin uluslararası hukuk boyutunun ortaya çıkmasıyla beraber bu işin emir-komuta ve uygulama merhalelerinde yer alan herkes yargıya hesap vermek durumunda kalacaktı.

Erdoğan artık sistemin ötekisi değildi. Müesses düzenin kontrolünü almış, siyaset-ticaret-medya-tarikat-istihbarat-mülkiye-ilmiye, aklınıza ne gelirse kendi elinde tüm gücü toplamayı başarmıştı. Kemalist devletin deformasyonundan sonra, geriye kalan tüm kurumsal devlet teşkilatı, inanılmaz partizan ve anti-liyakat üzerine kurulu bir kadrolaşma hareketiyle, merkezinde Erdoğan olan AKP’nin eline geçmişti. Yine de yolsuzluk skandalı öyle büyük bir tehlike oluşturuyordu ki, normal işleyen anayasal-demokratik siysem içerisinde bu büyük açığın kapatılması, örtbas edilmesi olanaksızdı.

REDDEMEYECEĞİ BİR TEKLİF

İşte o anda sihirli bir değnek, küçücük bir dokunuşla Erdoğan’a ihtiyacı olan çözümü altın tepside sundu. Derin devlet, yani kilidin çilingiri değil, bizzat üreticisi, yani Türk bürokratik devlet aparatının bizzat ete-kemiğe bürünmüş hali, Erdoğan’a reddedemeyeceği bir teklifte bulundu. Gücünü korumak ve yargı dokunulmazlığını sağlamak karşılığında, devleti resetleme, 1990’ların fabrika ayarlarına geri döndürme anlaşması yaptılar. Derin yapı, tüm tarihi boyunca vesayet sistemini korumuş, karar alma süreçlerinde son sözü söyleyen olmuştu. Bu iş 2000’lerden itibaren başlayan Kopenhag Kriterleri (yoğun reform AB süreci) ile beraber gücünü-etkisini kaybetmişti. Türk siyasetinde denge-kontrol mekanizması hep bu derin devlet olagelmişti. Erdoğan bu güç sahne gerisine düştükten sonra siyasi sistemdeki denge-kontrol mekanizmasını güçler ayrılığı üzerine (yani normal bir demokraside olması gerektiği gibi) inşa etmek yerine, boşalan alanı kendi şahsi ağıtlığı ile doldurma yoluna gitmişti.

Yine de yargı tam olarak kendi kontrolünde değildi. 17/25 Aralık’ta derin devlet Erdoğan’ın yargıyı kendi kontrolü altındaki yürütme gücü kontrolüne sokmasına yardım etti. Ulusalcı-Milliyetçi muhalif kitlelerin gazını aldı. CHP ve MHP içerisine derinden sirayet ederek Erdoğan’ın hareket alanını genişletti. Böylece Erdoğan kendi hakkındaki yolsuzluk soruşturmalarını durdurmayı başardı. Elbette derin devlet Erdoğan’ın gücünün geçici olduğunu biliyordu. Sistemi anayasal düzenden çıkardılar, kişisel bir diktatörlüğün tüm koşullarını seçimlerle gelmiş karizmatik bir siyasetçi olan Erdoğan’a kabul ettirdiler. Nasıl İran şahsi zafiyetler üzerinden Erdoğan üzerinde nüfuz elde etmek suretiyle nükleer programına Türkiye üzerinden finansal kaynak sağladıysa, derin devlet de şahsi zafiyetler üzerinden Erdoğan’ı kendisine bağımlı hale getirdi. Ve AB süreci içerisinde sağlanan tüm ilerlemeleri sıfırlattı.

TASFİYE HAREKETİ BAŞLADI

Böylelikle derin devlet Erdoğan’la ortak olarak Cemaat ve liberalleri tasfiye etme harekâtını başlattı, istediği Kürt politikasını (askeri çözüm) Erdoğan’a kabul ettirdi, zaten ivmesini neredeyse tümden yitirmiş AB sürecini tümden baltalattı. Bu dönemde “milli orduya kumpas” sloganı üzerinden tüm darbe davalarından beraat kararları alındı, içerideki askeri vesayetçi derin yapı salıverildi. Erdoğan tüm eski dava arkadaşlarını ekarte ederek AKP’yi kendi çiftliği haline getirdi. Derin devlet Erdoğan’ın yalnızlaştırılması harekâtının başarıyla sonuçlanmasının ardından, planın ikinci aşamasına geçti. Artık TSK’daki NATO’cu silah arkadaşlarını tasfiye edeceklerdi. Bunun için bir meşrulaştırmaya ihtiyaç duymaktaydılar.

“Allah’ın bir lütfu” olan 15 Temmuz imdatlarına yetişti. TSK’daki tüm general-amiral kadrosunun neredeyse yüzde ellisini hapse attılar! Kurmay muvazzafların tasfiye edilenlerinin oranı da inanılmaz yüksekti. İşin boyutlarını daha iyi anlamanız bakımından söylüyorum: Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’na tarihimizde ilk defa Oramiral değil, Koramiral atandı! TSK’nın tüm kilit birimlerine Avrasyacı dediğimiz anti-Batıcı, anti-AB’ci, anti-NATO ve anti ABD’ci subaylar getirildi. Binde bilmem kaçlarda oy alan Perinçek’in Vatan Partisi’nde tüm kurullarda yüksek oranda ordu istihbaratçı emekli askerler, onlarca general, bu Avrasyacı ekiple derin bağlara sahipti. Perinçek’e göre Erdoğan, Yüksek Askeri Şura’larda tek haneli rakamlarla yapabildikleri tasfiyeleri 15 Temmuz sonrasında on binli rakamlarda yapmıştı, bu bir ikinci kurtuluş savaşıydı. Bugünkü yürütme güdümündeki Saray mahkemeleri, Perinçek’e göre İstiklal Mahkemeleri ile eşdeğer bir işleve sahiptiler. Perinçek Avrasyacılığın hukuka bakışını tek cümleyle özetlemekteydi: Hukuk iktidarın köpeğidir. Erdoğan’ın ismi iktidardaydı belki de, cismi iktidarda değildi. 15 Temmuz sonrasında derin devlet küllerinden doğarak 1990’ların çok daha ilerisinde bir güce ve etkiye kavuşmuştu.

YENİDEN DEMOKRATİK DÜZEN SAĞLANABİLİR Mİ?

Artık askeri vesayet bitmişken, AB ile müzakerelere başlanmışken, Derviş’in ekonomik istikrar reçetesinin mirasına konularak ekonomi rayına sokulmuşken, enflasyon tek haneli rakamlara inmişken, büyüme pik yapmışken, İran’ın 3000 yıllık Pers siyasi aklı, Türkiye’de siyasi sınıfın en zayıf olduğu alandan İslamcı iktidar elitlerini yakalamış ve teslim almıştı. Böylelikle atom bombasının verebileceği zarardan belki de daha fazlasını vermişler, Türkiye’nin gardını düşürmeyi başarmışlardı. Timur’un Anadolu’ya girmesinden sonraki ikinci fetret devrini başlatmışlardı. Sonrasında güç boşluğunu dolduran Avrasyacı derin yapı da, Rusya-Çin-İran istikametinde Batı’dan kopmuş bir Türkiye hedeflemekte, böylelikle insan hakları, demokrasi, azınlık hakları, basın özgürlüğü, hukuk devleti vb. tüm liberal değerlerden kendilerini kurtarmayı ve ülkeyi istedikleri gibi idare etmeyi hedeflemekteydiler.

Avrasyacılar için en harikası neydi biliyor musunuz? Sıcak kestaneleri ateşten Erdoğan’a aldırmak! Böylelikle vitrindeki Erdoğan’a istedikleri her şeyi yaptırtacaklardı – tıpkı şu ana dek bunu başardıkları gibi! Erdoğan’ın etkin olduğu yüzde elli üzerindeki etkisi muhtemel bir ekonomik kriz vs. ile bittikten sonra ise, kontrolü tümüyle elde edebileceklerdi. CHP-MHP ve Akşener, bu oyunun sonunda bize ne düşer diye bekleyerek, durumu kabullenmiş bir profil çiziyorlar zaten. MHP Kürt politikalarına, CHP takibata alınan Cemaat’e tav olmuş durumda. Akşener’e gelince, o da sanırım Erdoğan sonrası vitrin rolüne talip görünüyor.

Anayasa, hukuk devleti, güçler ayrılığı, insan hakları, basın özgürlüğü, azınlık hakları, şeffaflık, sivil toplum, AB yönelimi, kısacası normalleşme bekleyenlere soruyorum: Sizce bu şartlar altında demokratik temel düzenin yeniden sağlanması mümkün mü?

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

4 YORUMLAR

  1. Analizleriniz çok realist.
    Sizden ricam;
    Mevcut durum ile yaptıklarınız yanında olması muhtemel senaryolar ile ilgili daha fazla analiz yapabilir misiniz.
    Ergenekon ile bu derece ittifak edebilecekleri ve bu ölçüde zulüm yapabilecekleri çok önceden öngörülemedi malesef.
    En azından bundan sonraki ihtmaller öngörülebilirse belki yararlı olur.
    Duadan başka yapılabilecek çok birşey görülmüyor gerçi ama…
    En azından fikir çilesi çekmiş olalım…
    Mesela dış veya iç savaş çıkarmayı düşünebilirler gibi. Bunları önleme adına hiçbirşey yapılamaz mı?

  2. lâ dermân âlâ Zamân
    lâ imâni âlâ zamân
    ………
    lâ biçâre illâ Çar Yâr
    lâ Çâre illâ Cağ Yar
    …..
    lâ Kelebek illâ ZeyneB
    lâ Tayyar illâ ZülcenâheyN
    ……..
    la Havle ve lâ Kuvvete illâ BillaH!…ve hüve’l Aliyy’ül Azîm

  3. Ne yani benim eşim gibi binlerce masum kurtulamaz mı, hurriyetlerine kavuşamazlar mı, benim küçük oğlum gibi binlerce anne ve baba yolu gözleyen çocuklar bir daha gülemez mi? küçücük bir umut ışığı için her gün bu haberleri heyecanla okuyorum. Sizin bu umutsuz vaka bakışınız oldu mu şimdi…

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin