14 Aralık’tan 2 yıl sonra ‘ahval ve şerait’ [Haber-Yorum: Kemal Ay]

Gazetecileri Koruma Komitesi (CPJ), dün yayınladığı bir raporla dünya genelinde 2016 boyunca 259 gazetecinin tutuklandığını duyurdu. Haklı gurur (!) elbette Türkiye’nin… 2016’da tutuklanan gazetecilerin 81’i Türkiye’den. Raporda bir yılda tutuklanan 81 gazeteci, “herhangi bir zamanda, herhangi bir ülkedeki en yüksek sayı” olarak niteleniyor.

2015’te dünya genelinde 199 gazeteci tutuklanmış. Daha önceki rekor 232 gazetecinin tutuklandığı 2012 yılına ait. Türkiye’den sonra en çok gazeteci hapseden ülke Çin ve Mısır. Çin’deki ‘sistematik tutuklamalar’ın yanı sıra, Mısır’da da Sisi’nin gerçekleştirdiği askerî darbeden sonra bu sayı giderek arttı. Bu ülkeleri gazetecilerin gözaltılarda kaybolduğu Eritre ve son aylarda baskıyı arttıran Etiyopya izliyor.

Her ülkenin ‘gazetecilere öfkelendiği’ bir dönem var. İran’da bu 2009’daki genel seçimlerdi. Muhalefetin sokaklara çıkması ve ülkedeki siyasî havayı değiştirmesinin ardından Ahmedinecat yönetimi gazetecileri hedef almıştı. 2008’den bu yana İran, CPJ’nin listesinde ilk kez ilk 5’te yer almıyor. 2009’da tutuklananların çoğu hapisteki süresini doldurdu ve salıverildi. Ancak İran hâlâ gazetecileri, yaptıkları iş sebebiyle hapsetmeyi sürdürüyor.

CPJ, Türkiye’ye özel günlük tutmaya başladı

2016’nın Mart ayından bu yana Türkiye’ye özel bir ‘sayfa’ ayıran CPJ, hemen her gün gazetecilerle ilgili yaşanan gelişmeleri takipçilerine duyuruyor. Raporda özellikle üzerinde durdukları isimlerden biri Mehmet Baransu. Taraf muhabiri Baransu’nun 75 yıl hapisle yargılandığı belirtiliyor. Mehmet Baransu’nun eşiyle görüşen CPJ, gazetecinin kasıtlı olarak aç bırakıldığını, kötü koşullarda tutulduğunu, sözlü olarak şiddete maruz kaldığını ve duruşmalara götürülürken kötü muameleye maruz kaldığını kaydetmiş.

Türkiye’den verilen bir başka örnek Cumhuriyet yazarı Kadri Gürsel. Hem ‘fetö’ye hem de PKK’ya yardım etmekten tutuklanan Gürsel, bu alanda bir ilk. Cumhuriyet soruşturması ‘gizli’ tutulduğu için CPJ avukatlardan suçlamaların içeriğine dair yeterli bilgi alamamış. CPJ’nin soruşturma kayıtlarını okuduğu JİNHA muhabiri Zehra Doğan’ın ‘tutukluluk gerekçesi’ Doğan’ı sokaktaki insanlarla konuşurken ve fotoğraf çekerken gören birkaç kişinin ifadesine dayanıyor… Gazetecilik yani.

Gazetecinin suçu: Devletin işine gelmemek

Raporda örnekleri verilen Çinli ve Mısırlı gazetecilerin tutuklanma gerekçeleri de benzer: İktidarın hoşuna gitmeyen gazetecilik yapmak. CPJ, toplam tutuklu gazetecilerin 4’te 3’ünün ‘devlet karşıtı’ suçlarla tutuklandığını belirtirken, bu durumun 2001’den bu yana ‘ulusal güvenlik’ yasalarının suiistimal edilmesinden kaynaklandığını söylüyor.

Zaten Türkiye makamlarına sorsanız, ‘tutuklu gazeteci’ diye bir kavram yok. Onların hepsi ‘terörist’. Ama zaten tam da problem burada: Terörün ve teröristin tanımını, tek başına yaptığınızda, istediğiniz kişiye bu etiketi yapıştırabiliyorsunuz. Eğer adamakıllı bir yargınız yoksa, konuyu enine boyuna irdeleyecek bir medya yoksa, kamuoyu belirli bir demokratik olgunluğa ulaşmamışsa, size yan bakan herkes terörist.

Nitekim Dolmabahçe’deki terör saldırısından sonra Erdoğan’la tokalaşırken sert bakışlar takınan bir şehit yakını için de sosyal medyada, “Hemen bu çocuğun bağlantıları araştırılsın” denilmedi mi? Bu kadar kolay birine ‘terörist’ demek.

Hakaret etmek devlete mahsus

Bir de mutlak iktidarda olduğunuzda şöyle avantajlarınız oluyor: Siz dilediğinize hakaret edebiliyorsunuz ve hiç kimse size hakaret davası açamıyor. Barış Bildirisi imzaladıkları gerekçesiyle Erdoğan’ın hakaret ettiği akademisyenler vardı hatırlarsanız. Prof. Baskın Oran, akademisyenler adına bir dava açtı Cumhurbaşkanı’na. Zira Erdoğan şu konuşmasına akademisyenlere şu sözleri yöneltmişti: “Alçak”, “zalim”, kapkaranlık”, “cahil”, tiksinti verici”, “vatan haini”, “lümpen”, “terör örgütünün maşası”, “ahlaksız”, “mandacı artığı”, “ruhu kirlenmiş”…

Mahkeme ne cevap verdi dersiniz? Elbette bunlar ‘ifade özgürlüğü’ imiş. Halbuki Cumhurbaşkanı’nın bunları söylediği bir ortamda, bir cami imamının çıkıp “Allah’ım bizi okumuşların şerrinden koru!” demesi ve bir üniversite rektör yardımcısının, “Eğitim seviyesi arttıkça beni hafakanlar basıyor” sözlerini kullanması şaşırtıcı değil.

Kaosun startı 14 Aralık’ta verildi

Demek istediğim şu: Gazetecilere yönelik baskı, sistemli ve art niyetli. Gazeteci Hayko Bağdat, 14 Aralık 2014’te Zaman Gazetesi Genel Yayın Müdürü Ekrem Dumanlı gözaltına alındığında şöyle bir tweet atmıştı: “Operasyonu Ekrem Bey ile başlatmak çok daha kötü günlerin geleceğinin habercisidir. Erdoğan büyük bir kaosa start verdi. Hayırlısı…” Ne kadar da haklıydı…

O zamanlar pek çok kimse yaşananların bir “AKP-Cemaat kavgası” olduğunu düşünüyordu. Yaygın kanaat şuydu: AKP ile Cemaat devleti paylaşamadı, önce AKP Cemaat’e ‘dershane operasyonu’ çekti, ardından Cemaat 17-25 Aralık dosyasını açtı ve şimdi AKP bitirici hamleyi yapıyor… Buna inananlar, tam iki yıl sonra, ancak Cumhuriyet gazetesi yazar ve yöneticileri ile HDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş tutuklanınca anladı durumun vahametini.

Rejimin kodları ortadaydı

Oysa 14 Aralık’ta Zaman gazetesi binasına polisler geldiğinde, olacaklar ortadaydı. 17-25 Aralık operasyonlarından sonra sosyal medyayı sarsan ‘tapeleri’ serinkanlı bir şekilde okuyabilenler, Erdoğan’ın kurmakta olduğu rejimin kodlarını görebiliyordu. Bütün tek adam rejimleri gibi Erdoğan rejimi de medyayı ve yargıyı kendine bağlayarak işe başlamış, yasa dışı işlere bulaşmış, daha fazlasını yapmak ve yapılanları örtmek için devasa bir ‘propaganda’ makinesi inşa etmişti.

Bu rejimin, Cemaat’i yiyip bitirince karnını doyurup kenara çekileceğini düşünmek saflıktı. Yıllarca ‘sessiz devrim’ denilen AKP iktidarı, çoktan ses çıkarmaya başlamıştı ve artık meşruiyet çizgilerine ihtiyaç duymayacaktı. Cemaat’e yönelik yaptığı her hamle, toplum çeşitli saiklerle ses çıkarmadığı için, onu daha da gayrimeşru bir çizgiye götürdü. Ve geldiği bu yeni noktada, hep daha fazlasını yapmak zorunda kaldı.

Bugün herhangi bir terör vakasından hemen sonra, ilk iş sosyal medyada terörü desteklediği düşünülen Twitter kullanıcılarını gözaltına aldıran bir iktidarın, işe nereden başladığını görmek önemli. ‘Terör’ kavramını muğlaklaştırarak gözüne kestirdiğini içeri attıran, susturan bu canavar, “Cemaat’e karşı seçilmiş hükümeti desteklememiz gerekir” naifliği ile beslendi. Seçilmiş olduğu hâlde arka planda iktidardan hiç gitmemenin projelerini hayata geçiren AKP’nin bütün medyayı hizaya getireceği, 14 Aralık’tan belliydi.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin