Zenginimiz bedel verir askerimiz fakirdendir

Yorum | Dr. Serdar Efeoğlu

Hepimizin hafızasında Türk milletinin “asker millet” olduğu, askere ve savaşa büyük bir aşk ve iştiyakla gittiğine dair yaygın bir kanaat vardır. Son dönemlerde öne çıkarılan kahramanlık edebiyatı bunu daha da güçlendirmektedir.

Böylece Diriliş Ertuğrul’da “mitolojik kahramanlara benzetilen” Osmanlı kurucularına özenen ve süper güçlere “iki saatte derslerini verebileceğine inanan” bir kitle ortaya çıkmaktadır. Bu kitle, kefenleriyle savaşa hazır görüntü verse de maddi imkânı olanlar, “bedel-i askeriye” ile askerlik yükümlülüğünden kurtulmaya çalışmaktadır.

Osmanlı Devleti’nin son dönem savaşlarında da en büyük problemin “firarlar” olduğu görülmektedir. Balkan Harbi’nde bir kâbusa dönüşen “firariler meselesi”, çok ağır cezalara rağmen Birinci Dünya Savaşı’nda ve İstiklal Harbinde devam etmiştir. Az sayıda da olsa yapılan araştırmalar, “asker millet olan biz Türklerin” sanılanın aksine cepheyi de terk ettiğimizi ortaya koymaktadır.

NEREDEN ÇIKTI BU ZORUNLU ASKERLİK?

Zorunlu askerlik ilk defa Fransız İhtilali sonrasında ortaya çıkmış ve devlet, iç ve dış düşmanlara karşı “eli silah tutan her erkeği” askere almaya dayanan bir askerlik sistemini başlatmıştı. Böylece J. J. Rousseau’nun “Toplum Sözleşmesi” prensipleri çerçevesinde devletin vatandaşlara sağladığı hak ve hizmetlere karşılık bireylerin askerlik yapması, temel bir esas olarak kabul edilmişti.

Fransa’da Napolyon döneminde sistematiğe kavuşan zorunlu askerlik, kısa zamanda diğer devletleri de etkiledi. Özellikle Prusya’da bütün halkı “asker millet” olarak gören ve bizde “Millet-i Müsellaha (Silahlı Millet)” olarak ifade edilen kavram öne çıktı.

Osmanlı klasik çağında zorunlu askerlik uygulaması söz konusu değildi. Tanzimat döneminde ise askeri reformların önemli bir parçasını “zorunlu askerlik” oluşturdu. Başlangıçta sadece Müslüman tebaa askere alınarak azınlıklar için “nakdi bedel” kabul edildi.

1909 yılında yapılan bir düzenlemeyle azınlıklar da zorunlu askerlik kapsamına alındı. Rum, Ermeni ve Museviler ilk defa Balkan Harbinde Osmanlı ordusunda görev yaptılar. Birinci Dünya Savaşı’nda da daha çok “amele taburlarında” olmak üzere gayrimüslim askerler mevcuttu.  

BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI’NDA FİRARLAR

Birinci Dünya Savaşı’nın başında savaşın kısa bir zamanda biteceği kanaati vardı. Ancak savaşın uzaması ve cephe gerisini de etkilemesi felaketleri daha da artırdı. Başlangıçta büyük bir istekle savaşa katılan askerler, bir süre sonra ordularından firar etmeye başladılar.

Firarlar, savaştaki bütün ordularda görülse de en çok Osmanlı ordusunda yaşandı. Firarların boyutu, hiçbir orduda temel sorun haline gelmezken Osmanlı Devleti’nde muharebelerin kaybedilmesinde önemli bir neden oldu.

Türk tarihçiliği son yıllara kadar zaferler üzerinden çalışmalar yaparak “firari askerler” problemini görmezden geldi. Hâlbuki Osmanlı Devleti’nin Birinci Dünya Savaşı boyunca 2.873.000 askeri silahaltına aldığı düşünüldüğünde 1917’de 300.000 olan firari sayısının 1918’de 500.000’e ulaşması, asker kaçakları sorununun büyüklüğünü göstermektedir.

Alman ordusunda firarilerin oranı ordu mevcudunun %1’i civarında olmuş, İtilaf devletlerinin tümünün ortalaması %2’yi geçmemiştir. Buna karşılık savaşın son yılı olan 1918’de Osmanlı ordusunda 1.095.000 olan askerin 500.000’inin yani yarısının firar etmiş olması, problemin boyutunu göstermektedir. Bu sayı, savaş boyunca şehit olan asker sayısından daha fazladır.

Firari askerlerin önemli bir bölümünü azınlıklarla Arapların oluşturduğu ve bunun sayıyı artırdığı düşünülebilir. Ancak Anadolu’da Türk nüfusun yoğun olduğu yerlerin askerlerinden de çok sayıda firar yaşanmıştır.

Gayrimüslimlerin önemli bir nüfusa sahip olduğu Aydın vilayetinde 1914-1916 arasında firar eden 49.228 askerin 28.950’si Türk askerlerdi. İzmir jandarması, görev bölgesinde 1916 Temmuz-Şubat 1917 arasında Aydın ve Konya alayları ile Muğla, Antalya, Niğde, Kayseri, Kütahya, Karahisar ve Karesi taburlarından 106.735 firari yakalamıştı. Bu istatistikler, Türk nüfusun yoğun olduğu yerlerde de firarların yoğun olduğunu göstermektedir.

ASKER NEDEN FİRAR EDER?

Osmanlı askerinin çok fazla firar etmesinin nedenlerine bakıldığında en başta iaşe sorunları gelmekte ve “karnı doymayan askerin” firar ettiği görülmektedir. En çok firarın ciddi iaşe problemi yaşayan Kafkas cephesinde olması, buna karşılık “ciddi bir beslenme problemi yaşanmayan” Çanakkale Cephesi’nde firarların azlığı bunu doğrulamaktadır.

Subaylara kuru peksimetin ve bir parça etin verilebildiği bazı cephelerde asker “ot yemek” zorunda kalmış, subayın çarığını çalıp kaynatarak yiyen veya köpek kesip etini yiyen askerler olmuştur.

Firari askerler sorgulamalarında daha çok “açlık, çıplak ayaklılık, hastalıklar, çok soğuk veya çok sıcak iklimlere tahammül edememe” gibi nedenleri belirtmişlerdir. Özellikle savaşın çok uzamasıyla ortaya çıkan “tükenmişlik sendromu” sayıyı artırmıştır.

Ayrıca uzun süre izin verilmemesinden dolayı ailelerini görme imkânından mahrum olmaları, ailelerine bakacak kimsenin olmaması gibi nedenler yanında subayların kötü muamelesi ve “dayak”, diğer sebepler olarak görülmektedir. Bunlara bakıldığında firarları sadece “korkaklık” şeklinde açıklamak doğru değildir.

FİRARİLER VE EŞKIYALIK

Savaş esnasında cepheyi terk eden askerler, genellikle memleketine dönmüş ve önemli bir kısmı kendi yaşadıkları yerlerde çeteler oluşturarak “eşkıyalık” yapmışlardır. Firari eşkıyanın bir bölümü karnını doyurmak amacıyla köylünün yemeğine, koyununa, tavuğuna musallat olurken bazıları da yol kesme, büyük soygunlar yapma ve adam öldürmeye kadar giden faaliyetlerde bulunmuşlardır.

Firarilerle birlikte Anadolu’nun hemen her yerinde eşkıyalık faaliyetlerinde önemli bir artış görüldü. Firarilerden oluşan çeteler, yüz kişiye ulaşan müfrezeler oluşturdular. Hatta bazıları “askeri müfreze” süsüyle eşkıyalık yaptılar.

Eşkıya, nahiye ve kaza merkezlerine bile saldırıyordu. Daha önce sadece zenginler veya köy ağaları baskınların hedefiyken sıradan köylülerin de malları gasp edildi ve cinayetler işlendi.

Eşkıyalığın artması karşısında köylülerin bir kısmı şehirlere göç etmek zorunda kaldı. Zaten erkeklerin büyük bir kısmı askere alındığından tarlalarını işleyemeyen köylüler, eşkıya baskınlarıyla ciddi bir açlık tehlikesi yaşadılar.

ALINAN TEDBİRLER

Osmanlı Devleti daha savaşın başında firarlara karşı tedbir olarak yedi gün içinde askere teslim olmayanlara idam cezası verileceğini karara bağlamıştı. Firari asker yakalandığında idam ediliyor ya da kurşuna diziliyordu. Hatta idam edilenlerin isimleri ibret olması için gazetelerde ilan ediliyordu. Ancak bütün bunlara rağmen sorun çözülemedi.

Bir taraftan da nasihat heyetleri vasıtasıyla kaçakların orduya kazandırılması için uğraşılmaktaydı. Orduda da tabur ve alay imamlarının vaaz ve nasihatlarıyla firarların önüne geçilmeye çalışılıyordu.

Firariler öyle bir hal almıştı ki bazen “suçun şahsiliği” ilkesine bile dikkat edilmeden ceza olarak asker kaçağının ailesine ait ev hatta köy yakılıyor, malları haczediliyor ve aile sürgüne gönderiliyordu. Firarileri takip etmesi gereken jandarma kuvvetlerinin bir kısmı savaşa iştirak ettiğinden cephe gerisindeki tedbirler de çok yetersizdi.

Osmanlı Devleti’nin firarlara karşı bulduğu çözümlerden birisi de “genel af” ilan etmek oldu. Savaş süresince firarilere yönelik olarak üç defa af çıkarıldıysa da diğer tedbirler gibi af da çare olmadı.

YA BUGÜN?

Yüz yıl öncesine ait bir Yemen türküsündeki şu sözleri hepimiz duymuşuzdur.

“Yemen yolu çukurdandır

Karavana bakırdandır

Zenginimiz bedel verir

Askerimiz fakirdendir”.

Bugün de “bedelli askerlik”  sayesinde maddi imkânı olan bir kesim askere gitmemekte ve “karavana” ile hayatı boyunca hiç karşılaşmamaktadır. Ne acıdır ki şehit cenazelerinin geldiği evlerin eski ve boyasız olmaları, ayrıca şehit ailelerinin dikkat çeken fakirliği, yüz yıl sonra aynı durumun devam ettiğini göstermektedir.

Siyasi iktidarlar ise bir taraftan “vatan, millet, Sakarya” edebiyatı yaparken, diğer taraftan “bedelli askerlik” konusunu bir seçim yatırımı olarak görmekte ve maddi imkânı olanlara fırsatlar sunmayı tercih etmektedirler. Hâlbuki asıl yapılması gereken, askerlik sisteminin çağın şartlarına göre profesyonel bir şekilde yeniden düzenlemek olmalıdır.

 

Kaynaklar: H. Yaşar, “Birinci Dünya Savaşı Yıllarında Osmanlı Devleti’nin Firari Askerler Sorununa Dair Genel Bir Değerlendirme”, ÇTTAD, S. 32, 2016; M. Beşikçi, “Asker Kaçakları Sorunu ve Jandarmanın Yeniden Yapılandırılması”, Türkiye’de Ordu, Devlet ve Güvenlik Siyaseti, İş Bankası Yayınları, İstanbul 2013.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

1 YORUM

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin