Yaptıkları ‘yapabileceklerinin’ teminatıdır

2016 yılından bu yana ABD Sahil Güvenlik Güçleri’nde görev yapan eski deniz piyadesi Christopher Paul Hasson beraberinde 15 silah ve çok sayıda mühimmat ile yakalandı.

YORUM | ADEM YAVUZ ARSLAN

Haberin Türkiye’de fark edildiğini sanmıyorum.

ABD muhtemel bir katliam ve seri suikastlerin eşiğinden döndü. 2016 yılından bu yana ABD Sahil Güvenlik Güçleri’nde görev yapan eski deniz piyadesi Christopher Paul Hasson beraberinde 15 silah ve çok sayıda mühimmat ile yakalandı.

Polis, eski deniz piyadesinin Maryland eyaleti Silver Spring bölgesindeki evine operasyon yaptığında şok oldu. Tek odalı, yarı bodrum dairede bir manga askere yetecek kadar silah vardı.

Araştırmayı derinleştiren polis silahlar ve mermilerin yanında biyolojik silah izlerine de rastladı. Hasson gözaltına alınırken evraklarından ve bilgisayarından şok edici veriler çıktı.

Hasson ‘yabancılar’dan nefret ediyor, beyaz ırkın üstünlüğüne inanıyor ve “dünya üzerindeki herkesi öldürmenin bir yolunu’ hayal ediyordu. 2011 yılında çoğunluğu çocuk 77 kişiyi öldüren Breivik hayranıydı.

Christopher Paul Hasson

Hasson’da bir de liste ele geçirildi.

Demokrat Partili siyasiler; Nency Pelosi, Chuck Schumer ve Alexandria Ocasio-Cortez gibi isimlerin yanında CNN ve MSNBC’de çalışan gazeteciler Dan Lemon ve Chirs Cuomo gibi ünlü simalara suikast planladığı görüldü. Tüm ‘hedefler’in ortak noktası Trump’ın tepki gösterdiği isimler olmasıydı.

Hasson tutuklandı ve cezaevine kondu.

Ancak tehlike geçmiş değil. Çünkü FBI kayıtlarına göre ABD genelinde nefret suçları bir önceki yıla oranla yüzde 17 artmış. Üstelik bu artış trendi son üç yılda artarak devam ediyor. Analistlere göre yabancı  düşmanlığı, dini ve etnik gruplara yönelik olumsuz yaklaşım yaygınlaşarak büyüyor.

Başkan Trump’ın azınlıkları hedef alan ifadeleri ve muhafazakar medyanın popülist söylemleri artan saldırılarda önemli bir neden olarak gösteriliyor.

Uzmanlar başta Başkan Trump olmak üzere siyasilere çağrı yapıyorlar; “Kullandığınız dile dikkat edin. Ötekileştiren, ayrıştıran, dışlayan ifadelerden kaçının. Popülizmden uzak durun.  Toplumu kutuplaştırmaktan vazgeçin ”

TÜRKİYE’NİN KARANLIK TARİHİ

Peki ABD’de yaşanan bu olay ile Erdoğan ve Türkiye’nin ne ilgisi var?

ABD gibi ifade özgürlüğünün adeta kutsandığı bir ülkede bile populist ifadeler ve nefret suçlarına karşı büyük bir hassasiyet var. Herkes en uçta bile olsa fikirlerini söyleyebiliyor fakat iş kutuplaştırıcı, şeytanlaştırıcı söylemlere gelince çok ağır yaptırımlar devreye giriyor.

Buna karşılık ne bağımsız yargısı ne de etkili bir kolluk gücü olan Türkiye’de tam tersine bir trend var. Bizzat iktidar ve medyası eliyle nefret pompalanıyor. Erdoğan’ı desteklemeyen herkes ‘terörist.’

Erdoğan’ın körüklediği nefret söyleminin, ötekileştirmenin, dini ve milli değerleri istismarın son örneği ise ‘ezan tartışması’nda yaşanıyor.

Erdoğan ve AKP kurmaylarının iddiasına göre Dünya 8 Mart Kadınlar Günü sebebiyle Taksim’de toplanan protestocular ezanı protesto ettiler.

Göstenin organizatörleri protestonun polis barikatına karşı olduğunu, ezan öncesinde başladığını, ezana yönelik bir hareketin olmadığını söylüyorlar. Meydandan sosyal medyaya yansıyan görüntüler de bunu teyit ediyor. Hatta bazı Havuz yazarları ve sıkı Aktroller bile Ezan’a yönelik bir protestonun olmadığını söylediler.

Görüntülere, açıklamalara ve katılımcıların tersi yönde ifadelerine rağmen Erdoğan ve AKP kurmayları Ezan’ın protesto edildiğinde ısrarlılar. Hatta iktidarın güdümündeki onlarca ‘STK’ meydanlarda protesto gösterileri organize etti.

NE İLK NE DE SON

Erdoğan rejiminin ezan istismarı doğal olarak akıllara Kabataş yalanını getirdi.

Malum olduğu üzere Erdoğan ve AKP kurmaylarına göre Gezi olayları sırasında başörtülü bir anne ‘üzerleri çıplak, deri pantalonlu, ellerinde bira şişeleri olan 50-100 kadar göstericinin’ saldırısına uğramıştı. İktidarın kampanyaya çevirdiği iddiaya göre göstericiler başörtülü mağdur (!) Zehra Develioğlu’nun üzerine işeyip bebeğini darp ettiler.

Erdoğan bu iddiayı TBMM kürsüsünden dile getirdi. İktidar sözcüleri hemen kampanyaya çevirdi. Havuz medyası hep bir ağızdan manşetlere taşıdı.

‘Başörtüsüne saldırı’ söylemi sonuna kadar kullanıldı.

Buna karşın yapılan kapsamlı incelemede iddia edildiği türden bir olayın olmadığı, Zehra Develioğlu’nun anlatımlarının hayal ürünü olduğu ortaya çıktı.

GÖRÜNTÜLERE RAĞMEN YALANI SÜRDÜRDÜLER

Erdoğan rejiminin politik amaçlar için din istismarında ne kadar pervasız olduğunun en somut örneklerinden birisi bu süreçte yaşandı.

Saldırı iddiası ortaya atıldıktan sonra Erdoğan ve AKP kurmayları ‘saldırı görüntülerini yayınlarsak sokaklar karışır’ söylemini kullandı. Hatta aralarında İsmet Berkan gibi gazeteciler ‘görüntüleri izlediğini, durumun fecaat olduğunu’ söylediler.  Mehmet Metiner gibi Havuz yazarları görüntünün ellerinde olduğunu anlattı.

Oysa ki ortada görüntü yoktu.

Hatta o dönem Vatan Emniyette gelişmeleri takip eden gazeteciler şöyle bir trafiğe şahit oldu; Bugünün Anadolu Ajansı Genel Müdürü Şenol Kazancı o dönemde Erdoğan’ın danışmanıydı.

Erdoğan’ın olayı meclis kürsüsünden anlatmasının ardından İstanbul Emniyeti’ne gitti. Dönemin emniyet müdürü Hüseyin Çapkın’ın odasında asayiş şube müdürü Ertan Erçıktı ve istihbarat şubeden ekiplerin de olduğu heyetle tüm görüntüleri baştan sona izledi.

Anlatılan olaya dair herhangi bir ipucu olmadığını kendisi gördü. Moral bozukluğu ile Ankaraya döndüğü akşam İstanbul emniyeti arayıp görüntüleri istedi. Görüntüler o akşam itibariyle Erdoğan’ın önündeydi.

Bu tip durumlarda Erdoğan’ın danışmanlarını dinlemekle yetinmeyip, ‘gözlüğünü takarak’ görüntüleri bizzat izlediği ‘başka örnekler’den biliniyor. Erdoğan’da görüntülerde anlatılan olaya dair bir iz bulamadı. Ama yalanı kullanmaya devam etti.

Sonuç itibariyle Kabataş olayı kurguydu.

Erdoğan ve AKP kurmayları siyasi hedefler için başörtüsünü istismar etmekten çekinmediler. (Bu arada küçük bir hatırlatma; Perinçek’in ‘siyasetin köpeği’, Erdoğan’ın ‘yargıda yaparız şeyini’ dediği yargı bile Kabataş hikayesine inanmadığı için Gezi İddianamesi’nin mağdurlar bölümünde Zehra Develioğlu yer almadı. Camide içki içtiler gibi Kabataş olayı da iddianameye giremedi)

Ezan tartışmasına dönersek.

Daha önce pervasızca Kabataş yalanını söyleyenler şimdi aynı şeyi Ezan üzerinden yapıyorlar. Seçimi yine din-iman-vatan-millet söylemiyle bastırmak istiyorlar.

KANLI ÖRNEKLERİN SÖYLEDİĞİ

Türkiye tarihi provokasyonlar tarihi gibi.

Siyasi amaçlarla dini ve milli değerlerin provoke edilmesi nedeniyle yaşanan Maraş Katliamı’ndan Sivas’a 6-7 Eylül olaylarından Dink’e kadar sayısız örnek var.

Eğer her olaya daha yakından bakar, ayrı ayrı incelersek hepsinde de benzeri bir istismar görmek mümkün. İktidarın ‘hedef’ olarak belirlediği gruplara yönelik ötekileştirici, düşmanlaştırıcı ve şeytanlaştırıcı söylemler artış gösteriyor.

Ardından iktidar yandaşı medyada ortamın ısıtılmasına yönelik haberler, yorumlar patlıyor. Toplumsal tansiyon yükseltildikten sonra ‘derin devlet irtibatlı’ birileri devreye girip ‘final dokunuş’u yapıyor.

İstisnasız tüm olaylarda bu zinciri görmek mümkün.

Mesela yakın tarihli Hrant Dink ve Malatya Zirve Cinayetleri’ne bakalım. Bu iki olayda ‘ortamın ısıtılması’ ve ‘tetiğin çekilmesi’ aynı projenin parçaları olarak kurgulandı.

Siyaseler pervasızca ‘din elden gidiyor’ ‘gençlerimiz Hıristiyanlaştırılıyor’ söylemini kullandı. Medya yangına körükle gitti. Bizzat MGK’da pişirilen proje yurt sathında özel harp uzantılı kişilerce uygulamaya kondu.

Bu olaylarda doğrudan bir ‘devlet’ eli vardı.

Aslında herhangi bir ‘devlet eli’ olmasa da benzeri cinayetler yaşanabilirdi. Çünkü gerek Dink’i vuran Ogün Samast gerekse de Malatya’da ki misyonerleri vahşice katleden liseli çocuklar ifadelerinde ‘medyadaki tartışmalardan etkilendiklerini, gençlerin misyonerlerce Hıristiyanlaştırıldığını, Dink’ün Türklüğe hakaret ettiğini’ anlatıp cinayeti işlediklerini söylediler.

Benzeri sayısız örnek sıralamak mümkün. Sonuçta odayı ısıtırsanız orada bulunanlar da ceketini çıkartacaktır. Yada şöyle ifade edelim; bir bahçeyi sürekli sularsanız, tohum atmasanız bile ayrık otu bitecektir.

Eğer sürekli din-ezan-başörtüsü istismarı yapar, 7/24 bunların propagandasını sürdürürseniz -herhangi bir şekilde derin devletin eli olmasa bile- kahraman olmak isteyen bir tetikçi mutlaka çıkar.

Erdoğan’ın pervasızca ‘bunlar hain, bunlar ajan, bunlar terörist’ dediği kişileri hedef alabilirler.

RİSK BÜYÜK

Gelinen noktada riski büyüten bir kaç faktör daha var.

Birincisi Erdoğan yandaşları fazlasıyla silahlandılar. Sokağa çıkma konusunda da çok istekliler. İkincisi artık pervasızlar. Silahlarla poz verip Erdoğan karşıtlarının kanıyla banyo yapmaktan bahsedebiliyorlar. Üçüncüsü güvenlik bürokrasisi de tamamen iktidarın arka bahçesine döndüğü için artık önleyici tedbir de alınmıyor. Böyle olunca kadınlara biber gazı, tazyikli su ile müdahale eden polis, tekbir getirerek yürüyen cübbeli sarıklı protestocularla dokunmuyor.

Bütün yazıda anlatmaya çalıştığım şeyi kitabın ortasından söyleyecek olursam;

Erdoğan ve ‘ortakları’ kendi geleceklerini garanti altına almak için dini ve milli değerleri istismar etmekten çekinmediler, bundan sonra da çekinmeyecekler. Kan dökülmesi umurlarında değil.

Sonuçta yaptıkları yapacaklarının teminatı olarak görülebilir.

Düşünün Türkiye’de ki istismarın, şeytanlaştırmanın, hesapsızca yapılan hedef göstermelerin binde birinin bile yaşanmadığı ABD’de nefret söyleminin kırıntısı bile yetti ve katliamın eşiğinden dönüldü.

Türkiye’de neler olabileceğini tahmin etmek bile ürkütücü.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin