Türkiye’nin kronik hastalığı Kürt Paranoyası

ANALİZ | MEHMET EFE ÇAMAN

Yan sonuçlarından biri Suriye’de iç savaş çıkarmak olan Türk dış politikası, 2018 yılına büyük belirsizliklerle, dahası ciddi riskler ve artan çatışma olasılığı ile girdi. Nitekim Afrin üzerinden Suriye topraklarına yönelik olarak başlatılan “Zeytin Dalı” saldırısı ile bu çatışma riski gerçeğe dönüştü. Batı Suriye’de PYD kontrolünde bir bölge olan Afrin, batısında Hatay, kuzeyinde Türkiye sınırı, güneyinde cihatçı Suriye muhalifleri ile Suriye yönetimi kontrolünde olan topraklar, doğusunda ise Türkiye kontrolünde olan cihatçı Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) kontrolünde olan bölge arasında sıkışmış durumda. Fırat’ın doğusunda ABD tarafından hava sahası kontrol edilen PYD denetimindeki topraklarla arasında Suriye güçleri ve ÖSO kontrolündeki bölge var. Fırat’ın batısındaki ABD hava sahası kontrolünde olan tek bölge Menbiç. Afrin bölgesinin de hava sahası, Fırat’ın batısındaki tüm Suriye hava sahası gibi Rusya’nın kontrolü altında. Bunun tek istisnası, ABD tarafından hava sahası kontrolü yapılan Menbiç.

Erdoğan rejimi, Afrin saldırısından bu yana kamuoyuna bölgedeki Kürt güçleri ile ABD arasındaki bağlantılar üzerinden Amerikan ve Batı aleyhtarı bir belagat yürütmekte. ABD’nin artık müttefik değil, düşman olarak algılandığı bir tablo var. Gerek rejim, gerekse de rejim güdümündeki propaganda enstrümanı haline gelmiş bulunan medya, ABD, NATO ve Batı karşıtlığı üzerinden bitmek tükenmek bilmez bir propaganda faaliyetini 7/24 yürütmekte. Oysa Afrin, ABD kontrolü altında olan bir bölge değil. Yukarıda vurgulandığı üzere, hava sahası Rusya tarafından denetleniyor. Rusya izin vermese, Türk savaş uçaklarının bu bölge üzerinde uçması mümkün değil.

AFRİN’E DEĞİL MENBİÇ’E BAK

Afrin üzerinden ABD ve NATO/Batı karşıtlığı yapılması ve ABD’nin düşman olarak Türk kamuoyuna lanse edilmesi, esasen sorunun sadece bir bölümünün Afrin ile alakalı olduğunu, Erdoğan rejimi algısına göre sorunun asıl önemli olan ikinci bölümünün Menbiç olacağını ortaya koyuyor. Nitekim, kullanılan diskur da giderek tansiyonu arttırıyor. ABD Merkez Kuvvetler Komutanı (CENTCOM) General Joseph Votel, ABD askerlerinin Menbiç bölgesinden çekilmesinin söz konusu olmadığını açıkladı. ABD, Menbiç’e büyük stratejik önem atfediyor. ABD’nin bölgedeki rütbesi en yüksek askeri olan General Paul E. Funk ise, Türkiye’nin Menbiç’e yönelik harekât başlatması ile ilgili bir endişe taşıyıp taşımadıklarına yönelik bir soruya, bu konuda bir çekincesi bulunmadığını, müdahale ederse Türkiye’ye askeri olarak karşılık vereceklerini açıkladı. ABD’li komutan Türkiye’ye yönelik olarak “Bizi vurursanız, agresif şekilde karşılık veririz. Kendimizi savunuruz” şeklinde konuştu. ABD’yi takip eden okurlar, görevdeki herhangi bir askeri veya sivil Amerikalı bürokratın herhangi bir uluslararası konuda kendi fikrini belirtmeyeceğini, bu tür durumlarda fikir beyan ediliyorsa, bunun üslerine danışarak ortaya konan bir devlet politikası olduğunu bilir. ABD Menbiç konusunda tutum belirlemiş görünmekte. Menbiç’ten çekilmeyeceğini ve Türkiye eğer çekilmesi için herhangi bir askeri müdahalede bulunursa güç kullanarak karşılık verme yönünde politika belirlediklerini ifade etmiştir.

İki NATO müttefiki olan Türkiye ve ABD, Suriye’de karşı karşıya gelmiştir. Türkiye, açıkça Suriye’de Rusya ve dolayısıyla da fiilen Esad yanında yer almıştır. Her ne kadar İbrahim Kalın gibi diplomatik üslupla Suriye rejimi ile işbirliği yapılmadığına yönelik açıklama yapan Erdoğan rejimi yetkilileri varsa da, fiilen sahada Türkiye ile Rusya’nın işbirliği yaptığı, Rusya’nın ise Suriye rejiminin hamisi olduğu düşünülecek olursa, Türkiye’nin pek ala Esad rejimi ile de paralel doğrultuda politikalar çizgisine gerilediği anlaşılmakta.

KRİZDE YENİ AŞAMA: ABD İLE SICAK ÇATIŞMA

Türkiye’de kamuoyu Fırat’ın batısından Kürt güçlerinin çıkartılmasının elzem olduğu yönünde şartlandırılıyor. Menbiç ABD kontrolünde ve burada ABD güçleri ile sıcak bir çatışmanın, Erdoğan rejimi tarafından bilinçli olarak tırmandırılan krizde yeni bir aşama olacağı, çok belirgin. Demek ki, Türkiye’nin sınır güvenliği ve terörist saldırılar konusunda öne sürdüğü gerekçeler, Afrin’deki askeri ofansın gerçek nedeni değil. Türkiye, Kürtlerin kuzey Suriye’de yerleşmesini, dahası Akdeniz’e uzanan bir koridorla deniz erişimi sağlamasını istemiyor. Denize kıyısı olan ve petrol zengini bir Kürdistan, Türkiye’nin ana korkusudur. Afrin saldırısının ve Menbiç konusundaki ısrarın ana sebebi budur. Ne pahasına olursa olsun Türkiye bir Kürt devletinin kurulmasını engellemeye çalışmaktadır. Kurulursa bile İran-Irak-Suriye ve Türkiye arasında hapsedilmiş küçük bir Kürdistan’ın denize çıkışı da olmayacağı için varlığını sürdüremeyeceği hesaplanmakta. Terör saldırıları bahanedir. Türkiye’nin Suriye’deki askeri hareketliliğin asıl nedeni, güneyinde kurulma ihtimali bulunan bir Kürdistan’ı engellemektir.

Zaten Türkiye’nin Suriye politikasında Kürt muhaliflere karşı çıkarken Arap-Sünni cihatçı İslamcıları desteklemesi ve Suriye’nin toprak bütünlüğü ile esasen zerre kadar ilgilenmemesi de bunu gösteriyor. Rusya, Türkiye’nin Kürt paranoyasını iyi biliyor. 1990’larda Çeçen isyancılara dolaylı destek veren Türkiye’yi uyaran İgor İvanov, “sırça köşkte oturan komşusuna taş atmaz” diyerek Rusya’nın realizmini veciz şekilde dikle getirmişti. Elbette köprünün altından çok sular aktı. 2018’in Rusya’sı artık nükleer bir süper güç olarak ABD’nin tek hegemon güç olduğu tek kutuplu dünya düzenine kafa tutuyor. ABD ise yine nükleer bir süper güç olarak, Rusya’nın aleyhine kazandığı mevzileri (Kırım, doğu Ukrayna, Gürcistan, Suriye) sınırlandırmaya, daraltmaya çabalıyor. Bu satrançta Rusya’nın en önemli kazanımı, Türkiye ile ABD’yi karşı karşıya getirmesidir. Gürcistan savaşı esnasında ABD (NATO) gemilerinin Karadeniz’e sokulmaması konusunda Türkiye ile mutabakat sağlayan Rusya, o günlerde kendisine destek çıkan TSK’daki Avrasyacı kanatla bugün çok daha girift ve derin bir ilişki kurmuş durumda. 15 Temmuz darbe girişiminde Ankara’da olan Dugin’in ve Rus etkisinin ne olduğu önümüzdeki on yıllarda tarihçiler için iyi bir araştırma sahası olacak. Siyaset bilimciler ise – bu hatalı Suriye politikası ve anti NATO, anti ABD ve anti Batı akımı durdurulmazsa – Irak ve Suriye Kürt bölgelerinin bağımsızlığına giden yolda, Türkiye Kürtlerinin meşru siyasi kanallarının kapatılmasından mütevellit nasıl aynı mecraya kaydıkları, epey bir incelenecek.

BÖLÜNMEYİ TETİKLEYEN SİYASET

Türkiye, Irak’ta ve Suriye’de takip ettiği Kürt fobisi temelindeki hatalı dış siyaset reaksiyonlar silsilesi ile kendi Kürt vatandaşlarını giderek köşeye itmekte, dahası HDP’nin sistem dışına itilmesiyle beraber, Türkiye Kürtlerine meşru siyaset kanallarını kapatarak, telafisi mümkün olmayan ve toplumun moleküler seviyelerine varan bir bölünmeyi tetiklemektedir. Selahattin Demirtaş’ın ve onlarca Kürt milletvekilinin vekillikleri anayasa ve yasalara aykırı olarak KHK rejimi çerçevesinde düşürülmüş, Kürtlerin yerel yönetim seviyesindeki demokratik haklarına pervasızca tecavüz edilmiş, Kürtler, belediyelerine AKP kayyumları atanmak suretiyle aşağılanmıştır. Türkiye, Cumhuriyet’in çocukluk hastalıklarından sanki bağışıklık sistemini hiç güçlendirememiş gibidir. Ortadoğu’nun hasta adamı derken, bundan bahsediyordum. Bu derece bünye zayıflığı, Ortadoğu’daki an be an derinleşen bataklıkta daha ne kadar sürdürülebilir?

Afrin bir meydan okuma ve diriliş gibi lanse ediliyor rejim tarafından. Oysa görünen, çaresizlikten sağa sola saldıran, dikiş tutturamamış bir saçma sapan Suriye politikasında hala ısrarcı olan, kaynaklarını dikkatsizce ve tutarsızca harcayan, yalnızlaşan ve marjinalleşen bir Türkiye. Menbiç ise, Hitler’in Rusya’ya saldırması ile aynı kategoride değerlendirilebilecek kadar irrasyonel bir hamle olur. ABD ile sıcak çatışmaya girmek düşüncesinin akıl sağlığı ile alakalı son sınır olduğunu düşünmekteyim. Güvenliği büyük ölçüde NATO’ya (ABD’ye) bağlanmış, karşılıklı bağımlılık konumu itibarıyla güvenlik politikaları ve askeri kapasitesi eşgüdümlü olmuş bir bölgesel orta gücün, dünyanın birinci ekonomik ve askeri gücü ile çatışmaya girmesi opsiyonunu ciddi olarak düşünen her kim varsa, psikiyatrik bakımdan görevini sürdürme ehliyetine sahip olup olmadığı üzerinde ciddiyetle durulmalıdır. Afrin bir kurtuluş mücadelesi falan değil. Menbiç, Kürt sorununu askeri olarak bitirecek bir hedef değil. Kızılelma vs. ultra-milliyetçi, hamasi, saldırgan bir üçüncü dünyacılıkla çıkılan soldan nasıl geri dönüldüğünü en güzel Birinci Dünya Savaşı muharebelerinden ve acılarından okursunuz. Tarihi bilgisi Ömer Seyfettin’in çocuklar için yazdığı hikâyelerden öteye geçmeyen Milli Görüş’ün üniversite bitirebilmiş, ama entelektüel kapasitesini İslamcılığın dar ufku dışına çıkartamamış hırslı kadrosu, ülkeyi derin bir felakete doğru götürüyor. Bu tür majör dış politika hataları, satranç tahtasındaki sonucu mat olan hamleler zinciri gibi, kontrol altına alınamaz. Kendilerinden çok daha iyi yetişmiş, İmparatorluk geleneğinden gelen İttihatçılar bile, bu yolda başarı elde edemediler. Bu nedenle zararın neresinden dönülse kar olacaktır.

Yapılması gereken Türk ordusunun geri çekilmesi, ABD ve NATO ile ilişkilerin normalleştirilmesi, Türkiye’nin anayasal rejimine bir an evvel geri dönerek, son iki yılın ağır yaralarını sarmaya başlamasıdır. Bu aşamada Ortadoğu’da girişilen anlamsız savaşın büyütülmesi, son doksan yıllık tüm birikimleri – toprak bütünlüğü başta olmak üzere! – tehlikeye atar.

Son söz: Uluslararası ilişkiler, kendi öz gücünü dev aynasında gören devletlerin ibretlik tarihleriyle yazılmıştır.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

1 YORUM

  1. Yapilmasi gerekeni bunlardan mi bekliyorsunuz?
    “Tarihi bilgisi Ömer Seyfettin’in çocuklar için yazdığı hikâyelerden öteye geçmeyen Milli Görüş’ün üniversite bitirebilmiş, ama entelektüel kapasitesini İslamcılığın dar ufku dışına çıkartamamış hırslı kadrosu, ülkeyi derin bir felakete doğru götürüyor. ”

    Selamlar

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin