Tiranizm mi tehlikeli yoksa ruhsal açlık mı?

Yorum | Veysel Ayhan

Dünya hızla değişiyor. Yeni imkanlar yeni riskleri beraberinde getirdi. 30 yıl önce “ileride insanlar saatlerce gözlerini bir noktaya bakarak geçirecek” deselerdi kimse inanmazdı. Ama oldu. Eskiden gözümüz, kulağımız, elimiz, ağzımız ve burnumuz vardı. Şimdi buna ilave altıncı organ olarak elimizin ucunda beliren cep telefonumuz var. Evrim teorisi gerçek olsa ve yeterince zaman geçse bu gidişle elimizde organik bir telefon oluşacak! Beş kişinin karşılıklı oturduğu beşinin de telefonuyla ilgilendiği manzaralar artık adiyattan. Aynı manzara evler için de geçerli.

Hani Birinci Mektup’da hayat mertebeleri sıralanır ve beş hayat mertebesinden bahsedilir. Buna artık yeni mertebe ekleyebiliriz: “iPhone/Android hayat mertebesi.”

Bu mertebenin sakinleri buradan beslenir. Gözünü orada açar, orayla kapar. Gözlerinin biri telefona bakarken diğeri yemek tabağını bulur… Sorunuzu ikinci tekrardan sonra ancak duyarlar. Yaşamak için oksijen alınmasa olur ama internet yoksa boğuluyor gibi olurlar. Yeni bir mekana gidince hal hatırdan önce wi-fi şifresi sorarlar!

Doğru bir gözlemse insanların minimum 3-4 saati artık telefon başında geçiyor. Coşku orada, vecd orada, dedikodu orada, cihat orada… Biz fanilerin yardımına koşan kanaat önderleri orada.

Hele çocuklar ve gençler… Akıllı telefonun psikolojik faturası 10 yıl sonra falan çıkacak. Günde 7-8 saatlik bir telefon meşguliyeti “mankurtlaşma” mı yoksa “daha aydınlık bir nesil” mi doğuracak göreceğiz.

Konumuz bu değil. Bu meşguliyetin içeriği.

NE İLE BESLENİYORUM, ‘GÜL’ İLE Mİ?

Geçen kendimce internette biraz inceledim. Hangi video ne kadar izleniyor, hangi kanal ne kadar takip ediliyor, hangi yazı ne kadar okunmuş diye. Bulduğum sonuçlar beni korkuttu.

Şöyle örnekleyeyim. Bin mevcutlu bir okulun yemekhanesinden bin öğrencinin yemek yemesini beklersiniz. Sadece yüz öğrenci yemekhaneye iniyor ve karnını doyuruyorsa şöyle düşünürsünüz. Demek ki 900 öğrenci okul çevresindeki lokantalara ve pastanelere gidiyordur.

Ne ile besleniyorum, ‘Gül’ ile mi?

“Gönlümüz gül gibi olursa, gezdiğimiz her yer de -Allah’ın izniyle- ıtriyat çarşısı gibi hep gül kokar. Elin-âlemin sağa sola levsiyât savurmasına, kerih kokular neşretmesine bakmamak ve ona takılmamak lazım.”***

‘İNSAN NE YERSE ODUR’

‘İnsan ne yerse odur’ derler. Yani ne ile beslenirse ‘o’ olur. Akşama kadar öfke ve gayz ile beslenirse ‘öfke jeneratörü’ olur. Sürekli ‘kin ve nefret’ soluklarsa ‘nefret küpü’ haline gelir. Ve beslenmesi diline yansır. Hangi ‘malzeme’den besleniyorsa ruhu ‘o’na dönüşür. İsterseniz gözlem yapın, test edin. Sürekli öfke ve kızgınlığını dillendiren, bila fasıla bir şeylerden şikayet eden insanların beslenme kaynağının ‘gül’ değil, ‘diken’ olduğunu görürsünüz.

Şikayetler de beslenmeye paraleldir. “Süreç ne zaman bitecek” sorusu ve şikayetleri ‘Hizmet kaygısından’ kaynaklanıyorsa bir anlamı vardır. Değerlidir. Aksi halde ‘nefsi’ bir endişedir. Dertsiz ve malayaniyatla malul bir hayata tekrar dönme telaşını yansıtır. Benim ‘Hizmet’ ile ilgili bir endişem varsa, bu endişem; ‘şekle’ ve ‘çizelgeye’e değil, ‘içeriğe’ yönelik olmalı. Beslenmeye dönük olmalı.

PEKİ NEREDEN BESLENMELİ?

Ruhi beslenme, ‘Hizmette kalma’ kaygısı taşıyanlar için bir var oluş duasıdır. Bilgi ve ilim Hizmet’te kalmak için yeterli değildir. Şeytan’ın bilmediği ilim yoktur. Beslenme ‘Hizmette kalma’nın ilk adımıdır. Tamamı üçtür: (Pırlanta serisinden muktebes)

1- Doğru kaynaktan fasılasız beslenme,

2- Öğrendiğini hiç olmazsa haftada bir birilerine anlatma veya anlatılanı dinleme.

3- Öğrendiklerini fiiliyata dökme, bir şeylerin ucundan tutma, gücü nispetinde birilerinin yardımına koşma.

Konumuz birinci madde. Nerden beslenmeliyiz?

Sabit kaynaklar malum: Risale-i Nur. Eskimeyen ve modası geçmeyecek bir kaynak. Biliyoruz diye de geçiştirilemeyecek bir hidayet rehberi.

Pırlanta serisi… Emr-i bi’l maruf, nehy-i ani’l münker usul ve üslubu başta olmak üzre zihni omurga inşa edilirken vazgeçilmez bir menba. Tekrar tekrar okunması gereken Sonsuz Nur, İrşad Eksen’leri var. Kadri kıymeti bilinmeyen “Kur’an’dan İdrâke Yansıyanlar.”…

Sonra her biri bir başka şiiriyet taşıyan “klasik” vaazlar: Şadırvan’lar, Hisar’lar, Süleymaniye, Fatih ve Pendik’ler…

Bu kaynaklara internetten ulaşılabiliyor. Fakat kıymeti biliniyor mu?

SOSYAL MEDYA’DA HEDER OLAN ÖMÜRLER…

Bamtelleri, yazıya dökülmüş halleri, Kırık Testi’ler… Sizce yeterince ve dikkatle dinleniyor mu, okunuyor mu?

Başka programlar da var. Mesela Kardelen videoları…

Emine Eroğlu Hanımefendi, o nârin üslubuyla Risale-i Nur’u şerh ediyor.

Reşit Haylamaz Hoca’nın Efendimiz’i (SAV) anlatan serisi var. Not alarak takip ediyorum.

İsmail Büyükçelebi Hocaefendi, ilmihal dersleri yapıyor?

Bu değerli gayretler ne kadar takip ediliyor?

Cevabını size bırakıyorum.

Ve bu tehlike bana tiranik tehlikelerden daha çok korkutucu geliyor.

Şu anki haleti ruhiyemiz bu beslenme kaynaklarını hafife alır hale gelmişse zaten yıkılışımız başlamış demektir.

Sosyal medyadan kopalım demiyorum. Ölçülü olalım. Twitter’da saatlerimizi vakumlatmayalım, makul bir süre girelim. Yani ruhumuzu akıllı telefona çaldırmayalım.

Tiranizm Hizmet’i bitiremez ama ‘oku’mamak bitirir.

İhmal edilen çok önemli bir metinle bitireyim:

DÖRDÜNCÜ MESELE

“Bir zaman bana hizmet eden kardeşlerim tarafından sual edildi ki: ‘Küre-i arzı herc ü merce getiren ve İslâm mukadderatıyla alâkadar olan bu dehşetli Harb-i Umumîden (2. Dünya savaşı) elli gündür hiç sormuyorsun ve merak etmiyorsun. Halbuki bir kısım mütedeyyin ve âlim insanlar, cemaati ve camii bırakıp radyo dinlemeye koşuyorlar. Acaba bundan daha büyük bir hâdise mi var? Veya onunla meşgul olmanın zararı mı var?’ dediler.

Cevaben dedim ki: Ömür sermayesi pek azdır; lüzumlu işler pek çoktur. Birbiri içinde mütedâhil dâireler gibi, her insanın kalb ve mide dairesinden ve ceset ve hane dairesinden, mahalle ve şehir dairesinden ve vatan ve memleket dairesinden ve küre-i arz ve nev-i beşer dairesinden tut, tâ zîhayat ve dünya dairesine kadar, birbiri içinde daireler var. Herbir dairede, her bir insanın bir nevi vazifesi bulunabilir. Fakat en küçük dairede en büyük ve ehemmiyetli ve daimi vazife var. Ve en büyük dâirede en küçük ve muvakkat arasıra vazife bulunabilir. Bu kıyasla, küçüklük ve büyüklük makûsen mütenasip vazifeler bulunabilir.

Fakat büyük daireni n câzibedarlığı cihetiyle küçük dairedeki lüzumlu ve ehemmiyetli hizmeti bıraktırıp lüzumsuz, mâlâyani ve âfâkî işlerle meşgul eder. Sermaye-i hayatını boş yerde imha eder. O kıymettar ömrünü kıymetsiz şeylerde öldürür…”

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

2 YORUMLAR

  1. Siz değerli yazarlarımızdan bir istegimiz olacak . Evet aslında bizlerde biliyoruz maneviyat yapmanin herşeyden önemli oldugunu . Ama dünya cazibesi kaydırıyor ve oyalıyor . Bizlere güzel yazı ve fikirlerinizle destek olmaya çalışır mısınız ? Farklı şekilde ve ikna edici heves ettirici yazılara ihtiyacımız var .

    Mesela Cemil Tokpınar hocamızın üstad ve tlebelerinn ibadetlerini anlatması bize çok iyi geldi . Sagolun çalişmalarınızda başarılar ….

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin