Tek adam rejimleri: Kaddafi ve Esat örnekleri

YORUM | Dr. SERDAR EFEOĞLU

Ekim ayının son haftasında Batı ülkelerinin alışkın olduğu, bizim siyaset kültürümüzde ise örneği görülmeyen bir gelişme yaşandı. Almanya Başbakanı Angela Merkel, parti başkanlığına aday olmayacağını ve görev süresinin sonunda 2000 yılından beri sürdürdüğü Şansölyelik görevini bırakacağını açıkladı.

Batılı ülkelerde buna benzer birçok örnek bulunuyor. Örneğin ABD’de başkanlar sadece iki dönem görev yapabiliyorlar. İslam Dünyasında ise siyasiler ömür boyu görevlerini devam ettirmeyi tercih ediyorlar. Bu tür “lidere bağlı yönetim” anlayışının faturasını da halk çok acı bir şekilde ödüyor.

Bu yazımızda Libya’yı kırk iki yıl yöneten Muammer Kaddafi ve Suriye’yi otuz yıl idare eden Hafız Esad üzerinden İslam dünyasında görülen bu siyaset yaklaşımını ortaya koymaya çalışacağız.

BİR GÜÇ DEVŞİRME ARACI: DARBELER

İslam dünyasının birçok ülkesi bağımsızlığını İkinci Dünya Savaşı sonrasında elde etti. Nispeten genç sayılabilecek bu devletlerde demokrasi kültürü yerleşmedi.

İslam Dünyası bugüne kadar darbelerden bir türlü kurtulamadı. Kaddafi ve Esad örneğinde görüldüğü gibi askerler darbelerle yönetimi ele geçirerek ülkenin “tek adamı, tek egemeni” oldular.

Darbeler başarısız olduğunda ise 15 Temmuz’daki gibi bunu gerekçe olarak kullanan siyasetçiler, “baskıcı ve her türlü muhalefeti vatan haini sayan” bir yaklaşımla ülkelerinde otoriter rejimler kurdular.

BÜYÜK İDEOLOG (!) KADDAFİ

Trablusgarp Savaşı ile İtalyan işgaline uğrayan Libya’da işgalcilere karşı büyük bir direniş başlamıştı. İtalyanlar özellikle Graziani’nin komutanlığa tayiniyle direnişi bastırmak için acımasız bir politika izleyerek mücadelenin sembolü olan Ömer Muhtar’ı yakalayarak idam ettiler.

Bölge, İkinci Dünya Savaşı’nda da Mihver devletleri ile Müttefiklerin savaşına sahne oldu. Savaşta İtalyanların yenilmesiyle 1952’de bağımsız Libya devletinin kuruluşu tamamlandı. Bu sırada Libya, dünyanın en fakir devleti olarak ilan edilmişti.

Ülke 1969’a kadar krallıkla yönetildi. Libya, 1959’da petrol yataklarının bulunmasıyla farklı bir konum kazandı. 1969’da Kral İdris’in Bursa’da kaplıca tedavisinde bulunmasını fırsat bilen “Genç Subaylar” bir darbe ile yönetimi ele geçirerek “cumhuriyet” ilan ettiler.

Darbeci konseyin başında bulunan Muammer Kaddafi, diğer üyeleri tasfiye ederek 1973’ten itibaren ülkeyi “rehber” sıfatıyla tek başına yönetmeye başladı. Bütün muhalefeti susturduğu gibi hiçbir siyasi oluşuma hayat hakkı tanımadı. Kendi ideolojisine ters düşen bütün yöneticileri de tasfiye etti.

Kaddafi kendisini “büyük bir ideolog” olarak görmekteydi. “Yeşil Kitap” adıyla yayınlanan ideolojisine göre; sosyal adalet için sosyalist uygulamaları, parlamento ve siyasi partileri kaldırarak halk komiteleri vasıtasıyla “halk iktidarını kurmayı”, uluslararası alanda bağımsızlık ve tarafsızlığı, her alanda Kur’an’a bağlılığı öngördü. Kaddafi’ye göre bu teoriyi, “Arap Birliği” vasıtasıyla Araplar gerçekleştirecekti.

ADIM ADIM YALNIZLIĞA

Kaddafi teorisini uygulamak için özel mülkiyete son verdi. Bir taraftan ideolojisini ihraç etmeyi hedeflerken diğer taraftan petrol gücüyle dünyada etkili olmaya çalıştı.

Kaddafi’nin siyasetinde birçok Ortadoğu ülkesinde olduğu gibi İsrail karşıtlığı öne çıktı ve bunun etkisiyle Batı bloğu yerine sosyalist devletlerle yakınlaştı. Arap birliği yolunda da Mısır, Suriye ve Sudan’la birleşme teşebbüslerinde bulunduysa da bunlar sonuçsuz kaldı.

1980’den itibaren petrol gelirleri azalırken ABD ile ilişkileri de bozuldu ve Libya toprakları Amerikan kuvvetlerinin bombardımanına maruz kaldı. Libya bir süre sonra “teröre destek veren ülkeler” arasında yer aldı. İngiliz terör uzmanı Wilkinson’un “Bir Nobel terör ödülü olsaydı, Kaddafi kesinlikle en bariz aday olurdu” sözü Kaddafi’nin Batı dünyasında nasıl algılandığını göstermesi bakımından önemlidir.

Libya’ya 1992’de Birleşmiş Milletler tarafından beş yıl sürecek bir ambargo uygulandı. Bu durum zaten sıkıntılarla boğuşan halkı daha da büyük problemlerle karşı karşıya bıraktı.

Kaddafi’nin FKÖ’ye destekle başlayan politikası, daha sonra birçok örgüte gerilla eğitimi verilmesi, silah yardımı, pasaport temini, Avrupa’da güvenli evler teminiyle devam etti. 1980-1990 arasındaki pek çok terör eyleminde Kaddafi’nin desteği olduğu iddia edildi.

Kaddafi’nin kırk iki yıllık yönetimi; muhalefetin tamamen susturulması, tek kişilik yönetim, terör örgütlerine verilen destek, petrol gelirlerinin halkın yararına yönlendirilmemesi ve kendi insanlarına karşı uyguladığı zorbaca yaklaşımlar şeklinde özetlenebilir.

Arap Baharı ile Kaddafi’nin diktatörlüğü sona ermiş ve “adil bir şekilde yargılanmak yerine” linç edilerek öldürülmüştür. Ancak ölümü de Libya halkına güzel günler getirmemiş, istikrarsızlık ülke içinde bölünmelere ve yeni felaketlere yol açmıştır. Acı olansa bağımsız olduğunda dünyanın en fakir ülkesi olan Libya’nın petrole rağmen bugün de benzer bir durumda bulunmasıdır.

SEÇİMLERE DEVAM

Dönemin bir başka tek adamı da Hafız Esad’dı. 1946’da tam bağımsız olan Suriye’de darbeler hiç eksik olmadı. 1963’de yine bir darbe ile Baas Partisi iktidara geldi ve orduda kritik görevlere Alevi, Dürzi ve Baas eğilimli subaylar getirildi.

Önce Hava Kuvvetleri Komutanı, sonra da Savunma Bakanı olan Hafız Esad, 1970’te darbeyle yönetimi ele geçirdi ve 1971’de yapılan seçimle cumhurbaşkanı oldu.

Esad ölümüne kadar yedişer yıllık aralıklarla seçim yaptırdı ve neredeyse oyların tamamını alarak cumhurbaşkanı seçildi. Bu dönemde sadece Baas Partisi vardı ve Baas ideolojisine uygun politikalar izlendi.

Esad’ın egemenliği; kendi emrinde olan ordu, Baas Partisi ve istihbarat ağına dayanıyordu. Esad, Sünni Müslüman çoğunluğun yönetimdeki etkisini azaltarak kendisine yakın Nusayri azınlığa dayanan bir sistem kurdu.

Esad, kendisine karşı gelişen muhalefeti çok sert tedbirlerle bastırdı. Bunun en acı örneğini Müslüman Kardeşlerin isyanı bahanesiyle gerçekleştirdiği Hama katliamı oluşturdu. Hama’da 35.000 civarında sivil; bombardıman, top ateşleri ve kimyasal silahlarla katledilerek şehir adeta haritadan silindi.

MEŞRUİYET ARAÇLARI: İSRAİL

Esad da Kaddafi gibi halkın Filistin hassasiyetini kullanarak söylem ve icraatlarıyla İsrail politikasını meşruiyet vasıtasına dönüştürdü. İsrail’e karşı 1973’de kazandığı küçük bir başarıdan hareketle kendisini “Kuneytra Fatihi” ilan etti. Artık o hem cumhurbaşkanı, hem başkomutandı ve aynı zamanda bir “Fatih” olmuştu.

Esad’ın idealindeki kahramanlar, Kudüs’ü Haçlılardan geri alan Selahaddin Eyyubi ve Arap birliği yanlısı Nasır’dı. Esad Toroslardan Hint Okyanusu’na kadar uzanan coğrafyada “Büyük Suriye” kurmayı amaçlıyor, bu nedenle Lübnan’ı ve Hatay’ın statüsünü tanımıyordu. Nitekim ilk fırsatta Lübnan’a askeri müdahalede bulundu.

Mısır’la birleşme siyaseti izleyen ve Sovyetlerle yakın ilişkiler geliştiren Esad, Nusayri olsa da Sünni kesime şirin görünmek için hacca gittiği gibi Sünni camilerinde namaz da kıldı.  

Yönetimde ise kendi yakınları olan Aleviler ve Lazkiye kökenliler öne çıktı. Bu nedenle rejim “Lazkiyelilerin Yönetimi” olarak adlandırıldı.

İki defa “Yolsuzlukla Mücadele Kampanyası” başlattıysa da yapılan soruşturmalar kendi yakınlarına uzanınca bu kampanyalardan vazgeçti.  

TEK ADAMLAR

Hafız Esat 2000 yılında öldü ve yerine oğlu Beşşar Esad geçti. Suriye Anayasasına göre cumhurbaşkanı seçilebilmek için kırk yaşında olma şartı değiştirilerek otuz dört yaşındaki oğlu Beşşar Esad cumhurbaşkanı yapıldı. Beşşar Esad dönemi ise Arap Baharı ile birlikte Suriye’nin iç savaşa sürüklenmesi ve milyonlarca insanın mülteci olarak ülkelerini terk etmek zorunda kalmalarına yol açtı.

Ülkelerini demir yumrukla yöneten, bunun için dini, Arap birliği idealini ve İsrail karşıtlığını kullanan bu liderler halklarına sıkıntı, ıstırap ve acıdan başka bir şey vermediler.

Bütün tek adam rejimlerinde olduğu gibi devletle kendilerini özdeşleştirerek yıllarca ülkelerini evrensel hukuktan uzak ve halkı da fakirliğe mahkûm bir şekilde yönettiler.

Ülkelerinin önünü açacak nitelikli insanları sürgüne göndererek ya da ölüme mahkûm ederek kendilerini garantiye aldılar.

Bütün bu gerçekler artık Müslüman ülkelerin “tek adam” yerine demokrasi temelli anlayışları benimsemesinin ne kadar önemli olduğunu bir kez daha ortaya koyuyor.

Kaynaklar: G. Doğan, B. Durgun, “Arap Baharı ve Libya”, SDÜ SBE Dergisi, S. 15, O. Koloğlu, “Libya”, TDV İA, C. 27, A. A. Koyuncu, “Hafız Esad Suriye’sinde Milliyetçilik ve Ulus İnşa Çabaları”,  İctimaiyyat, S. 1.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin