TBMM’de üç kuruşa beş köfte var mı?

YORUM | Prof. Dr. MEHMET EFE ÇAMAN

Mutfakta. Meclis lokantasında meclis başkanı, etrafında onlarca kravatlı takım elbiseli bıyıklı sırıtan adam, üç beş tane de kafalarında uzun beyaz aşçıbaşı tipi şapka olan lokanta çalışanı, bir sürü yalaka kanalizasyon medyası elemanı, flaşlar kıyamet. Binali Yıldırım. Her zamanki gibi yüzünde ölü balık ifadesi, gülerken bir anda ciddileşen ruh ve karakter haliyle genizden bir şeyler geveliyor. Söylediği espri mi yoksa gerçek mi anlaşılmayan durumlarda etraftaki kılkuyrukların hemen gülümseyerek ve ellerini önde birleştirerek ezik konum moduna geçtiklerini biliyoruz; yine öyle oluyor. Mizansen kurmuşlar. Kırmızı bir tezgâh var. Tezgâhta iki adet kuzu budu, meclis başkanının bir elinde et bıçağı, diğerinde masat, bıçağı işi biliyormuş gibi bir sola bir sağa doğru masata sürtüyor, tiz bir metal sesi, en İslamcı tonla genizden konuşan meclis başkanının sesine karışıyor. Devlet erkânı kravatlı ekip sirk izleyen kalabalık gibi, suratlarında donmuş gülümseme ifadesiyle, en sempatik bakışla sevgili meclis başkanlarını izlemekteler. Ne olur ne olmaz çünkü – ufak bir göz teması, bir minik elektrik, ileride nelere vesile olabilir, ne kapılar açar. Belki de İstanbul Büyükşehir’de bir kadro, ne bileyim, potansiyeli daha büyük, daha etkili ve etiketli bir pozisyon! Olmaz mı, olur! Rızık açıcı, rızık arttırıcı, rızık verici, yani akçalı işlerin erbabı olan kadronun en tepelerinde, yani işini bilen, kar-zarar marjını en optimal seviyede hesap edebilen Binali efendi, görevinin hakkını layığıyla yapmanın çapına bakmaksızın insanları nerelere getirebileceğine zaten en iyi örneklerden biri değil mi?

Yemekhaneyi teftiş ederken tüm bunların bilincinde miydi? Etraftaki kravatlı Akkoyunlu zevat? Ya onlar bilincinde miydi? Bilmemize imkân yok. Bildiğim, kurnazdır bizim millet zahir. Kurnazdır, tilki gibi. Çakaldır ayrıca. Bir de burnu iyi koku alır. Devletin sahibi kimse çevresi kalabalık olur ki işte bundandır! Yemekhane teftişinde elde keskin bıçak, sırıtan ve halinden çok memnun görünen bu meclis başkanı, her ne kadar tarihteki Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin bazı başkanlarından çok daha başka bir karakterdeymiş gibi göründe de, inanın ortalaması budur. Ortalamanın üzerinde değildir yani. Ve ortalamanın çok da altında değildir, şüpheniz olmasın. İşte bu ortamda, bahsi geçen ekip büyük bir dikkatle sevgili başkanlarına bakarken, bizimki mavi lastik eldivenli eliyle tuttuğu kuzu budunu öbür çıplak eliyle tuttuğu et bıçağıyla kemiğinden ayırmaya çalışıyor. Bıçaklı el hafif titriyor, eyvah kemiğe mi denk geldi ne? Şöyle bir ufaktan silkeleme sarsma türü bir refleks gösteriyor, olmadı, bıçak kemikte çentik açtı, çentiğe oturdu, milim ilerlemiyor. Orada makaslamış zaten televizyon. Malum, sayın meclis başkanının kuzu buduyla boğuşma sahnesi hoş bir imaj değil, doğru mu? Bir sonraki sahne, sanırım hemen akabinde bizimkinin ciddi üslupta konuştuğu sahne.

Ses gene genizden ama!

Muhteşem, gerçekten de muhteşem, adeta bir Yeni Türkiye klasiği olmaya birinci sıradan aday bir konuşmaya şahit oluyoruz. Zat-ı muhterem meclis başkanı konuşmaya başlarken, ilk anda başladı mı başlamadı mı anlaşılamıyor. Flaşlar patlıyor, djjjk djjjk djjk djjjk djjk djjk djjk (…) djjk. Ses gene genizden ama! Hastayım aslında ben bunların aldığı ses eğitimine. Bunun bir eğitimi falan mı var? Bizimki çok ciddi şekilde anlatıyor: “550’den fazla yemek çeşidi var. Bunlar çok fazla!”. Orada son derece manalı ve bir o kadar da bön bir bakış fırlatıyor, devam ediyor: “Bunlar tabi kaliteyi de olumsuz etkiliyor!”. Biraz düşünüyor. E kolay değil tabi böyle girift bir konuda konuşmak, doğru mu? Kafayı öteki tarafa çeviriyor, tekrar konuşmaya başlıyor: “Onun yerine daha az sayıda bilinen  yemekler… İşte mesela et suyu odorü (50 defa dinledim, orası inanın anlaşılmıyor – belki de bir tür Fransız yemeği falan, biz fanilerin bilmediği, kim bilir?). 550’nin öyle takip edip seçmesi bile (biraz es veriyor, belli ki beyni kurduğu cümlenin özne-yüklem ilişkisi ile anlamı arasındaki işlem süresinde bir ese ihtiyaç duydu!) … zor (neyse cümle bitti, oh sen sağ ben selamet!).

Meclis lokantası sağlam yer doğrusu. İnanın menüyü okurken bile zevke geldim. O ne öyle arkadaş, Osmanlı sultanının akşam yemeği ziyafeti gibi falan, o ayarda çeşitler. Zaten yemeklerin adı da çok bir Osmanlı! Burada yazarken kendimi gülme krizine girmemek için zor tutuyorum. Çorba var birinci sırada, adı – sıkı durun – Sultan Mahmut Çorbası. Birincisi mi ikincisi mi yazmamışlar ama, çok bozuldum arkadaş! Yok canım, bu benim eksikliğim tabi, sonradan anladım: birinci porsiyon birinci Mahmut, ikinci porsiyon ikinci Mahmut. Sultan Mahmut Çorbasının fiyatı bir (rakamla 1) lira. Mantarlı dana buğu kebap var, pilavlı. 200 gram. Sağlam porsiyon. Eti löp pişmiştir onun var ya! Neyse geçelim benim yorumlarımı değil mi? Fiyatı nedir biliyor musunuz? Dört lira (rakamla 4)! Tavuk şiş iki lira (2!). Izgara köfte üç (3!) lira! Tulumba tatlısı bir buçuk lira (1,5!). Yani öyle bir sübvanse etmişler ki, utanmasalar gelene üste para verecek meclis! E para var arkadaşım memlekette!

Bu lokantada yemek yiyor milletvekilleri!

Oh, afiyet bal şeker olsun size koçlar! Burada yemek yiyenler sadece AKP’liler değil. CHP’liler, HDP’liler, MHP ve İyi Parti’liler. Hepsi burada yiyorlar, yiyor, yiyor, yiyorlar. Yiyor, yiyor, yine yiyorlar. Arada neler yapıyorlar yazmıyorum. Belki redaksiyon yazıyı yayınlamaz falan, neme lazım! Ama bunu sizin hayal gücünüze bırakıyorum. Özür dilerim. Ama bunlar hayatın bir parçası. Yani sadece yemiyoruz, ne yapıyoruz? Bir de efendim, yedikten sonra, yemediğimiz anlarda, belirli diğer ihtiyaçlarımız var, onları gideriyoruz. Yine mecliste. Meclise ediyoruz. Neyi? İhtiyacımızı, ihtiyaçlarımızı. AKP’lisi de, CHP’lisi de, HDP ve MHP’lisi de – birbirinden hiç de haz etmeseler – yeme ve diğer ihtiyaçlarını giderirken ortak hareket ediyorlar. Mecliste bol-bol yiyor, üzerine bolca ediyorlar meclise. Meclise etmek.

Bu mecliste milletvekilleri, partiler arası fark gözetmeksizin kişi başına on yedi bin üç yüz lira maaş alıyor (rakamla 17,300!). Bu maaşa beş bin yedi yüz altmış altı (rakamla 5,766) porsiyon 280 gramlık porsiyonda ızgara köfte alabilirler. Yani iki yüz seksen gramdan hesaplarsan, bin beş yüz kilo (rakamla 1,500 kg !) et yapar. Yani iyi maaş, iyi köfte fiyatıdır Türkiye koşullarında. Bizim mahallede “yok öyle üç kuruşa beş köfte!” derdi büyükler, işi ucuza kapamaya çalışan açıkgözlere. Bu mecliste var kardeşim!

Normal bir halk lokantasında bir porsiyon köfte fiyatı ortalama yirmi (rakamla 20!) lira. Üstelik meclis lokantası gibi beş yıldız bir ortam değil, bildiğin esnaf lokantası mekân! Türkiye’de asgari ücret 2019 yılı itibarıyla iki bin lira (rakamla 2,000!). Yani asgari ücret üzerinden vatandaş yüz porsiyon köfte (rakamla 100!) yiyebilir. O kadar yoktur da, haydi biz varmış gibi yapalım, köfte meclis lokantasındaki gibi 280 gram et içersin, oldu mu? Toplam yirmi sekiz kilo (rakamla 28!) kilo et yapar. Yani milletvekili, maaşı ile 1500 kg et yemeği alınabiliyor, işçi-emekçi maaşı ile 28 kg. Milletvekili işçiden 54 kat daha fazla et yiyebiliyor maaşı ile! E sırıtır kardeşim o vekil! Sonra sen kalk Türkiye ekonomisinde kriz var de, bilmem ne! Meclis lokantası milletvekiline candır. Orada oğlu, kızı, eşi, anası danası, ebesi ve ebesinin bilmem nesi, yer, yer, yer. Sonra ne yapar? Yukarıda bahsettik, ayıp değil kardeşim. Meclise eder! Ben yiyemedim meclis lokantasında hiç. Ne köfte, ne mantarlı dana buğu kebabı, ne tulumba, ne bir şey! Dolayısıyla edemedim de meclise, doğruya doğru! Ama bu meclis başkanı var ya bu meclis başkanı! Hah, bildin mi? Onu izledim ya. Sonra da size yazdım mı onu? Hah. İşte o. Onu izledikten sonra, inanın çok gerçekçi hayal ettim. Hayal ettim, meclis lokantasında üç kuruşa beş köfte yemeği. Sonra da o mecliste, meclisin içine etmeyi.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin