Siz sanki çok şeysiniz!

Yorum | Naci Karadağ

Sadece ülkemize has bir durum olduğunu düşünmüyorum.

Başarılı olana saldırmak, mutlu olanı üzmek, yükseleni paçasından tutup aşağı çekmek gibi bir karakteri oluyor kalabalıkların. Üstelik sadece modern kitlelere ait bir karakter değil bu. çok kadim bir problematiktir yani.

Şeytanı cennetten kovduran şey küfrü değil kibriydi.

“Ne! Buna mı yani?” demeye getirmişti şeytan meseleyi. Sonra zıvanadan çıkmış, kadim bir iflah olmaz çizgide yerini almıştı artık.

Nilgün Bodur meselesi gibi çok önemli bir gündemi var Türkiye’nin.

Pek çok yazar-çizer “Ne! Bu mu yani?” diyerek orantısız bir şekilde yükleniyor kadın yazara.

Kendisi de pek takmıyor gibi görünüyor ama belli ki sarsılıyor bu saldırılardan.

Beni en çok şaşırtanın ise bu taşlama korosuna katılan kitlelerin vasatlığı.

Dersiniz ki hepsi Dostoyevski’yi yalamış yutmuş, Tolstoy’un ruhundan yeni kitaplar bekleyecek kadar kaliteyi tüketmiş kitleler.

Kalabalıkların zulmü en acımasızı oluyor nedense.

Ebu Cehil’i de Muğire’nin oğlu Velid’i de yakan bu durumdu: Ne, bu mu yani?

Peygamberlik gelecekse kendilerine gelmeliydi…

Meseleyi bağlamından koparıp Nilgün Bodur’u kutsamak değli bu yazının amacı, birazdan anlaylacaksınız yani. Diyeceğim şu, sadece liyakatsiz, bakımsız, vasat yazarların değil, hakkıyla, layıkıyla, liyakati, dirayetiyle bir noktaya ulaşan herkesin kaderi aynı aslında, kalabalıklar tarafından taşlanmak.

Cemaatin başına gelenlerin biraz da bu sebepten olduğunu söyleyerek, analoji bekleyenleri de tatmin ettikten sonra yolumuza devam edelim.

Nilgün Bodur’u şu videoda gördüm ilk olarak…


Tipik bir esnaf aforizması ve halk taşlaması tadında hiç de fena durmuyordu.

Ancak bununla durmadı sevgili yazar, postmodern aforizmalardan tutun da, salatalık unundan küre, sağlıklı beslenmeye kadar ne kadar alan varsa hepsinden ekmek yemeye kalkıştı.

Hakkını teslim edelim, yayınevi adı altında çok da işini bilen bir ticarethaneye teslim etmişti kendini.

Bodur ne kadar yazar ise, yayınevi de o kadar yayıncıydı aslında.

“İnsan kendi kitabının kapağına kendi resmini koyar mı yahu?” türünden zurnada son delik eleştirilerden vazgeçelim.

Kitabın isminden tutun da, içindeki dizayna kadar her miliminden ticari zihniyetin aktığı bir eseri önce edebiyat rafına koyup ardından topa tutmak hiç etik değil kanaatimce.

Hem rica ederim Müge Anlı’nın televizyoncu hafiye olarak kabul görüp izlenildiği bir ülkeden Nilgün Bodur değil de Virginia Wolf mu çıkacaktı Allah’ınızı severseniz!

Demet Akalın’a ‘sanatçı’ deyip dinleyeceksiniz ama Nilgün Bodur’u taşlayacaksınız…

Yok öyle şey!

Nilgün Bodur, saçma sapan kendini aklama metinleri yerine tek cümle kursa bu mesele kapanırdı aslında: “Siz sanki çok şeysiniz!”

Seda Sayan izleyip Nilgün Bodur’a küfretmek neyin nesidir ki!

Kahraman Tazeoğlu diye “şair” sayılan birileri var bu memlekette Nilgün Bodur’a mı yer yok yani!

Adam Kemal Kılıçdaroğlu’nun lideri olduğu partiye oy atıyor sonra da gelip “Nilgün Bodur mu, auvv” diye burun kıvırıyor.

Dikkat ederseniz AKP ve Tayyipçileri bu kitleye dahil bile etmiyorum. Onların durumu hepten çamur…

Nilgün Bodur, Reha Muhtar ile uç vermiş bir sürecin tabii neticesidir. Ve başta ona çakanlar olmak üzere, binlerce Nilgün bodur pusuda kendilerine bir imkân verilmesini bekliyorlardır.

Bunu çok iyi bilen yayın evi ve Bodur da en çok buna içerliyordur sanırım.

Yoksa bir insanın kendi kendine yazı alanının en zor sahası “Deneme”ye dahil edebilmesi için Nilgün Bodur olması bile yeterli değildir.

Bodur bu cüreti gösterebilecek kadar çaresiz kalmışsa iyice köşeye sıkışmış demektir.

Kaldı ki bir gerçek daha var.

Ona intihalci diyerek yerden yere vuranların da tüm genel kültürlerini Google ve Wikipedi’den edindikleri bir gerçektir.

Bu sebeple elbette Bodur gibi onlar da bilemez Anne Frank kimdir, necidir. Bulmuştur internet çöplüğünden sağı solu tornalanınca bir işe yarayabilecek parça, kullanmıştır.

O kelimeleri çıkardığınızda geriye şu post-modern mizah kalıyor işte:

Kaynak göstermiyor diye kızmayın Bodur’a, “bilmiyordum” diyor, ki inanırım bilmiyordur. Bilerek yapsa da kızmazdım aslında. Demet Akalın bilerek yapınca kızıyor muyuz ki!

Cumhurbaşkanı Tayyip, muhalefeti Kılıçdaroğlu, Baro başkanı faşist, teknik direktörü kibir yumağı, diyanet işleri başkanı ikiyüzlü, bakanı damat, din âlimi otel işletmecisi, TÜBİTAK başkanı hayvanat bahçesi genel müdürü olan bir ülkenin yazarı olmayı hak eden bir kişidir Nilgün Bodur…

Yolu açık olsun…

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin