Sen seni bil

YORUM | Prof. Dr. MEHMET EFE ÇAMAN

Neden birey olmak bu kadar zordu Türkiye’de, bilmiyorum. Birey olmanın en zor olduğu ülkelerden birinde doğmak – o ülkeye bir zamanlar âşık da olmuş olsam – talihsizlikti. Sanki her şey elbirliği etmiş, sizi bir grubun, topluluğun, ekibin, sizi ağ gibi saran ve cendereye alan bir sosyal gücün parçası haline getirmeye çalışıyordu. Sizse yalnız kalmaktan, herkesin sizi dışlamasından, size bir garip, alışılmadık, yadırganan ve dışlanan mahlûkmuşçasına yaklaşmalarından korkuyordunuz. “Varlığım varlığına armağan olsun!” diye haykırılanların kampında, laiklerin veya “beyaz Türklerin” sosyolojisinde de, tıpkı nasyonalistlerde veya İslamcılarda olduğu gibi, bu korkunç ve ezici toplumsal baskı mevcuttu. Bunu kırmak çok zordu.

Size din diye dayatılanı, size “sen” siye dayatılanı, size “bizde böyledir!” diye dayatılanı aşmak, size “işte budur!” diye sunulan ideolojik inanç sistemlerinin tasmasından kurtulmak, başlı başına büyük bir meseleydi. Yoğrulmuş kimliklerden yapılan yumuşak macunların ürettiği siz, gün geçtikçe katılaşıp sonunda şeklinizi bir daha hiç bozamayacağınız minik heykelciklere dönüşüyordunuz. Şablonun dışına çıkamayan tutsak çizginin yaratıcılıktan uzak kopyacılığı kadar hazindi bu – ama fark edemiyordunuz! Doğruyu bilen hep birileri oldu – büyükler, anne babanız, öğretmeniniz. Zamanı geldiğinde devlet büyükleri, polis, bankada çalışan küçük memur, ilerledikçe hayat, komutanınız, devletiniz! Hep birileri doğruyu bilen oldu. Bir tek siz hariç! Size başkalarının “doğru ne ki?” diye sormamasından da acısı, artık sizin de doğrunun ne olduğunu kendi kendinize sormaktan vazgeçmenizdi.

Kim bildi efalini?

Neden birey olmak bunca zordu Türkiye’de? Okulda size önce susmayı öğrettiler. “Sus!” diye kaç defa azar işittiniz? Peki, hiç size konuş, fikrini söyle, sen ne düşünüyorsun, sen ne istiyorsun, soran oldu mu okulda? Hiç arkadaşlarınız bir şey söylediğinde, “ben farklı düşünüyorum” diyebildiniz mi? Hiç öğretmeninize eleştirel bir soru sorabildiniz mi? Size devamlı hangi kitapların iyi, hangi yazarların vatansever, hangi ideolojinin doğru, hangi düşüncenin mantıklı, hangi davranışın saygılı olduğunu öğreten – aslında dikte eden – birileri oldu. Okulda size itaatin önemini öğrettiler. İtaat etmemenin bedeninin ne olduğunu da okulda öğrendiniz. Böylece Türkiye’de okul öncesi toplumla, okulla beraber de devletle tanıştınız!

Anlamak ne kadar önemlidir! İdrak. İki şey arasındaki korelasyonu, ilişkiyi, bar olan bağı görmek. Sizin bu dünyada bir varlık, akıllı bir varlık olmanızın en özel tarafı idraktir. İşin ilginci, doğal ve sosyal evrende, özelikle de tinsel – manevi – konularda, mesela doğru-yanlış kurgulamasında, sizin siz olmanız çok hayatidir. Bizi bilgisayar programlarından veya hayvanlardan ayıran en önemli farklılık budur. Esasında bugün yapay zekâ tartışmalarının odağında da idrak var. Çünkü düşünmenin ve yaratıcılığın en belirgin ve olmazsa olmaz özelliği anlamak, idrak edebilmektir. İşte birey olmanın birincil koşullarından biri olan idrak, bu denli asli, bu denli temel, bu denli öz ve elzemdir. Sizin sosyalizasyon sürecinizde – yani bebekliğinizden itibaren başlayan toplumsallaşmanızda – aile, okul, iş, arkadaşlık ve daha birçok sosyal faktör, sosyalleştirme ajanı olarak görev yapar. Bunlar temel olarak size neyin kabul edilebilir, neyin kabul edilemez olduğunu size öğretir. Bu doğrular ve yanlışlar sistemi, toplumsal beklentileri yansıtır. Vahşi bir atın üzerine binerek onu eğitmek gibi, sancılı bir süreçtir bu. Siz kimsiniz? Gerçekten, sizi sosyal manada kim “meydana getirdi”?

Bu izleri bulup onlarla kişisel düzeyde hesaplaşmadan, bağımsız bir birey olamazsınız. Bağımsız bir birey olmanın önemi, var olmakla eştir. Sizin o öz algınız, o öz varlığınız, o öz şahsiyetiniz oluşmamışsa, siz aslında gerçekten yaşıyor sayılmazsınız. Her kim olursa olsun, bu dünyadaki tüm otoriteler, tüm iktidarlar, tüm güçler, sizin dışınızda ayrı bir evren – ve siz işte bu evrenle devamlı bir ilişki ve iletişim halindesiniz. Bu yazıyı okurken bile size bu “dış evren” etkide bulunuyor. Farkında mısınız? Siz, diğerleri olmadan da varsınız. Farkında mısınız? Siz bir şeyin parçası olmanın yanında, bir şeylerin parçası değilsiniz de aynı zamanda. Farkında mısınız? Siz dünyaya tek olarak geldiniz ve yine tek olarak bu dünyadan ayrılacaksınız. Teklik ve tekilliğinizin farkına varın. Sizi siz yapanları keşfedin – korkmadan yapın bunu! Çocuklarınızdan, eşinizden, anne-babanızdan, sizin etrafınızda kim varsa hepsinden ayrı bir varlıksınız, müstakilsiniz, özgünsünüz, orijinalsiniz. Üzerindeki boyalı kaplamayı kazıyın, bakalım ne çıkacak orijinalinizden?

Bakın, sizi kategorize etmek, sizi sınıflamak, sizi tasnif etmek, bir grubun içine alarak genelleştirmek istiyorlar. Bunu bugün Türkiye’deki hukuksuz rejim yapıyor. Ama sadece o mu? Bir kova erikten veya bir avuç fındıktan biri olmak gibi, sizi silen ve sizi diğerleriyle olan toplama indirgeyen, böylelikle de sizin elinizden dünyaya geldiğinizde elinizde olan biricik değerden, orijinalliğinizden ve müstakilliğinizden mahrum etmek isteyenler var. Oysa siz, şahsiyetiniz ve izzetinizle, birbaşınasınız. Haydi, teolojik olarak da bir eklemede bulunayım: sizin varlığınız tekildir – çünkü sizi yaratan, sizi yaptıklarınızdan (ve yapmadıklarınızdan) bireysel manada sorumlu tutmakta. Tüm bu argümanlar, sizin birey olmanızı, birey olmanın önemini ve kaçınılmazlığını vurguluyor. Ölü Ozanlar Derneği’nde vurgulanan “ormanda kimsenin seçmediği patikayı seçmek”, işte bu nedenle çok önemli. Silkelenin ve arının üzerinizdeki başkalarının izlerinden. Kendinizi tanımaya çalışın. Siz kimsiniz? Kendinize bir iyilik yapın bugün – ve kendinizle yüzleşin.

Neden bazıları bugün yaşanan korkunç baskı ve zulme başkaldırırken, bazıları sanki hiçbir şey yokmuş gibi olağan hayatlarına devam ediyorlar? Karşı çıkanlardan sadece kendi başlarına bir şey geldi diye bu tepkiyi verenlerini geçiniz! Neden başkalarının hak ihlallerine uğramasına karşı çıkanlar, böyle bir şeyi yapıyor? Bakın, herkesin inandığı bir yalana inanmakla, o yalanın yalan olduğunu bilerek inanıyormuş görünmek arasında korkunç büyüklükte bir fark vardır! Aynı şekilde ama, “kendine dokunan yılana” tamam da, diğerlerine dokunanına “bin yaşasın” demek de çok farklıdır. İlkesizlik mi dediniz? İşte, birey olmak burada başlıyor dostlar! Birey olmanın gereği, herkesin sizi kabullendiği o korunaklı sığınaktan dışarı kafanızı uzatmak, sonra da orayı terk etmektir. Kabuğunun dışındaki bir salyangoz gibi, savunmasızlığın ve korunmasızlığın tehlikelerle dolu ortamında olmaktan korkmamaktır. Birey olabiliyor muyuz? Birey olabiliyor musunuz?

Demokratik toplumların temelleri birey olmaya dayalı. Çünkü birey olmayan, birilerinin manivelası olma ithamından silkinip kurtulamaz. Birey olmayanların, en sivil ve demokratik bir anayasa ve mevzuatın üzerine dahi bir özgürlükler, hak ve hukuk rejimi inşa edebildiği görülmemiştir. Birey olmadan hâkim veya savcı olmak, birey olmadan akademisyen olmak veya birey olmadan öğretmen olmak, bu görevlerin hakkını vermek olanaklı mı? Birey olmayan bir mimar özgün bir bina tasarımı yapabilir mi? Birey olamayan bir din adamı, bilge ve altruistik olabilir mi?

Birey olanlar, birey olabilmelerinin ve birey kalabilmelerinin yegâne dayanağının kendi öz otonomileri olduğunun farkındadır. Bu özgürlük alanının varlığı, her türlü despotizmde tehlikeye girer. Anayasanın sağladığı temel özgürlüklerin büyük bir çoğunluğu, bireysel bir bağlamda önem atfeder. Sosyal robotların toplumunda demokrasiye de bireysel hak ve özgürlüklere de gerek yoktur. O en değerli mücevher, sizin içinizde. Onun farkında olmayanlar için bu nedenle anayasanın elden gitmiş olması, sadece “ötekinin iktidarı” bakımından önem taşır. Oysa öteki veya beriki, içinde siz yoksunuzdur. Ama birey olmayan bunun ayırtına da varamaz zaten. Birey olmak, sağlıklı bir bencillik ister, doğru. Yani, istemediğiniz bir şeyi kimse size yapamamalıdır. Hayır demek, en doğal haktır. Veya size sunulan tercihler arasından, size uygun olanını seçmek. Ya da tümünü reddetmek! İşte, hayatın tüm tercihlerini kapsar bu. Demokratik sistem de böyledir.

Bugün birey olanların – olabilenlerin veya kalmayı başarabilenlerin! – açmazı burada. Size sunulan tercihler, acaba esasında kimin tercihi? Size bir hayal sunuyorlar! Olmayan bir şeyi, varmış gibi önünüze koyuyorlar. Tercihlerinizin önemini kaybettiğini, size sundukları tercihlerle örtbas etmeye, bu büyük yalan dünyasını sizden kurnazca gizlemeye çalışıyorlar. Size “yazı ve tura arasındaki farkı ortadan kaldıran” bir kumpas kuruyorlar. Tüm sosyal aidiyetleriniz – arkadaş grubunuz, cemiyetleriniz, iş ortamınız, sosyal medya, her şey! – size kendi sübjektif gerçeklerini dayatırken, siz sırtındaki eğeri fark etmeyen, fark etse de kanıksamış olmasından dolayı bunu normal olarak algılayan bir kısrak gibi, size uygun görülen etrafı çitlerle çevrili merada hayatınıza devam ediyorsunuz. Ne çitin, ne de eğerin sizin için bir anlamı yok – bu nedenle onların varlığı sizin ilgi alanınız değil! Beklentileri bu sizden! Hipnozun bozulmasını istemiyorlar. Size biçtikleri rol, sistemin ötekisi olmanız. Oysa – tekrar ediyorum! – siz bir grup değil, siz bir cemiyetin parçası değil, siz bir bütünü oluşturan elementlerden biri değil, siz bir bireysiniz!

Demokrasi, birey olan toplumların uygulayabildiği bir yönetim biçimidir. Birey otonomisini korumak ister. Dokunulmaz olmak ister. Kendini diğerlerinden ayırmak, kendini özel addetmek, kendi özelini garanti altına almak ve bunu himaye etmek ister. Kendisini, var oluşunu muhafaza etmek, bunu sağlayacak normlara (anayasa ve yasalara) sahip çıkmak ister. Birey, sahip olduğu en değerli mücevherine – kendisine – kol kanat germek ister. Tüm bunları yapmadan, en çok değer verdiğiniz ötekiler, mesela çocuklarınız ve eşiniz, sevdikleriniz bile tehlikededir. Bugün sizlerin başına gelenlerin aynısının tıpkısı, eşinizin, çocuklarınızın, anne-babanızın da başına gelmiyor mu?

İşte demokrasi, temel hak ve özgürlükler ve birey üçgeni arasındaki ilişki böyle işliyor. Siz o görünmez eğeri sırtınızdan atmadan ve görünmez çitleri parçalamadan, görünen zulüm ve haksızlıklar sonlanmayacak.

“Bilmek istersen seni; Can içre ara canı; geç canından bul anı; Sen seni bil, sen seni!” (Hacı Bayram Veli, 1352-1430)

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

3 YORUMLAR

  1. ”Neden bazıları bugün yaşanan korkunç baskı ve zulme başkaldırırken, bazıları sanki hiçbir şey yokmuş gibi olağan hayatlarına devam ediyorlar? Karşı çıkanlardan sadece kendi başlarına bir şey geldi diye bu tepkiyi verenlerini geçiniz!”

    Elinize sağlık…

    Yorucu bir yazıydı. İlham verdi.

    Kendisi olmayan hiçbir kimse olamıyor. Bu da acınacak bir hal. Yani var ama yok bir insan.

  2. guzel bir yazi
    elinize saglik
    aslinda `nefsini bilen Allahi bilir` sozunde de bu gerceklik gizli sanki.
    Kendi olamamis birisi, kendisini bulamamis birisinin hakiki kul olmasi da zor.
    Ama benlik, bencillik girdabina saplanmadan masil birey olunabilir konusuna daha fazla kafa yormak lazim sanki.
    Avrupa ve ABD gibi ulkeler sahsi menfaatlerini herseyden ustun goren bireylerle dolu.
    Denge nasil kurulabilir, bilmiyorum…

  3. Mehmet Efe bey!

    Yazılarınızı ve söyleşilerinizi takip eden biriyim. Vakit el verdiği müddetçe. Mesleğimizin dışında işlerle rızkımızı kazanmaya çalıştığımız için bazen göremeyebiliyoruz. Bu yazınızı bir dostumun tahşidatı ile okudum. Çok istifade ettim. Teşekkür ediyorum.

    Egoizm’in pençeleri altında ezilmeden kendisini tanıyan insan “varlığını bir başkasına armağan” eder iken iki buudlu bir hayatın hangisini değerlendirmesi gerektirdiğini bilir. O zaman bu dünya hayatıda anlamını yitirmemiş olur.
    Yani kısacası “Rabbini bilen, haddini bilir.”

    Teşekkürler!

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin