Şarkılar mı bizi, biz mi şarkıları söylüyoruz?

Yorum | Ahmet Kurucan

Önemli not: Aşağıdaki yazıyı iki defa iki ayrı tarzda okumanızı rica edeceğim. İlk okumanızda gözler ve akıl devrede olacak. Okuduğunuz metin, güfteler ve yorumlar üzerinde düşüneceksiniz. İkincisinde ise vermiş olduğum linkleri sırasıyla açıp bir taraftan kulaklarınızla şarkıları dinlerken diğer taraftan yine aynı şekilde gözleriniz ve aklınız devreye girip bir kez daha metin, güfteler ve yorumlar üzerinde düşüneceksiniz. Belki farkında olmayacaksınız ama ikincisinde ruhunuz, kalbiniz ve hissiyatınız da size eşlik edecek. İlki 6-7 dakika sürerken, tavsiye ettiğim ikinci tarz okuma ve dinleme yarım saatinizi alacak. Olsun. İnanın bana, değecek. Ben değer demiştim ama bu yazıyı katkıları ve tenkitleri için musikişinas iki arkadaşıma gönderdim. Onlardan birisi değiştirdi değer’i, değecek diye. Yoksa bu satırların yazarı için bu söz büyük bir iddia olurdu. Yazının sonunda yapacaktım teşekkürü ama yeri gelmişken şimdi yapayım; hamd makamına doğru yol alırken dikensiz gül olma hedefini zihninde her daim canlı tutan ve dileklerini bana iletirken her zaman olduğu gibi tevazuun simgesi olan toprağın öz’üne inme istikametinden olduğunu seçtiği kelimelerle bile bana gösteren her iki arkadaşıma çok teşekkür ederim.

Haftalık hapishane ziyaretinden ayrılırken eşlerin “bu an hiç bitmesin” dercesine birbirlerine karşı son kez bakışlarını tasavvur ettim bundan birkaç ay önce. Tahayyül yerine tasavvur kelimesini bilerek kullanıyorum, çünkü bir yakınım anlattı bana telefonda. “Görüşme bitti, gardiyanlar eşimi aldı götürüyor ve o iki gardiyanın arasında koğuşuna doğru giderken bakışlarını benden hiç ayırmıyor, ayıramıyordu. Ben de çıkış kapısına doğru giderken aynı şeyi yapıyordum” dedi.  Telefonu kapattıktan sonra ne kadar hüzünlendiğimi Allah bilir. Gözlerimden akan yaşlar yanaklarıma doğru süzülürken aklıma Muzaffer İlkar’ın Hicaz şarkısı geldi:

Mademki gidiyorsun bırakıp burda beni;

Bir daha seyredeyim ne olur dur da seni;

Ayrılan belki döner belki de dönmez geri;

Bir daha seyredeyim ne olur dur da seni.

Hemen youtube’dan Yaşar Özel’in yorumuyla dinlemeye durdum.

Şarkıyı dinlerken empati yapmaya çalıştım kardeşlerimle, arkadaşlarımla, dostlarımla. Masum oldukları halde zulmün katmerlisini yaşayarak özgürlükleri ellerinden alınan, eşinden, çocuğundan, sevdiklerinden ayrılmış on binlerce insanı düşündüm. Ağladım, ağladım, ağladım.

Vakıaya mutabık bu şarkı benim zihnimde farklı düşüncelere kapı açtı ve şu soruyu sordum kendime: “Biz mi şarkıları söylüyoruz yoksa şarkılar mı bizi?” Gerçi bu kapının açılışında ilk defa Müzeyyen Senar’dan dinlediğim “Şarkılar seni söyler, dillerde nağme adın” şarkısının da rolü yok değil. O günden bugüne yüzlerce defa da aklıma gelmiştir bu mesele, gerçekten biz mi şarkılar söylüyoruz yoksa şarkılar mı bizi? Dinlediğim her şarkıyı bu bakış açısıyla dinlediğimi söyleyebilirim. Vardığım sonuç şu; aslında her ikisi ama sanki ikincisi daha ağır basıyor, biz şarkıları değil, şarkılar bizi söylüyor.

Delil mi istiyorsunuz? Buyurun size fasılasız bir solukta okuyacağınız deliller. Ama yazının başındaki önemli notta belirttiğim iki ayrı okuma usulünü ihmal etmeyin. Her güftenin her cümlesi her kelimesi üzerinde durarak, düşünerek ve duyarak okumaya ve dinlemeye çalışın.

Güfte Sami Derintuna, beste Selçuk Tekay’a ait Uşşak şarkı. Adnan Şenses’den dinlenmeli derler, saygı duyarım ama benim tercihim Mustafa Keser.

“Baharı beklerken ömrüm kış oldu

Gözümde her zaman biraz yaş oldu

En güzel duygular bana düş oldu

Yorgunum dostlarım yorgunum artık;

Vefasız yıllara dargınım artık.

 

Tutmadı ellerim sıcak elleri

Duymadım aşk denen tatlı sözleri

Taşıdım gönlümde acı izleri

Yorgunum dostlarım yorgunum artık;

Vefasız yıllara dargınım artık.

 

İçimde ateşler söndü kül oldu

Aşk bahçem kurudu sanki çöl oldu

Yâr bildiğim o bile bana el oldu

Yorgunum dostlarım yorgunum artık;

Vefasız yıllara dargınım artık.

 

Güfte Ümit Yaşar Oğuzcan’ın. Muhayyer Kürdi makamında Kamuran Yarkın bestelemiş. Tavsiyem Zeki Müren’den dinlemeniz.

“Sanırdım gündüzdü onlarla gecem,

İçimde ümitti dost bildiklerim,

Ne zaman yıkılıp yere düştüysem,

Bırakıp da gitti dost bildiklerim.

 

Hepsi varken baharımda, yazımda,

Kışın bir burukluk kaldı ağzımda,

Seneler senesi oysa gözümde,

Cihana eşitti dost bildiklerim.

 

Nerede o sözlere kandığım günler?

Her gülen yüzü dost sandığım günler,

Acıdan kahrolup yandığım günler,

Ta canıma yetti dost bildiklerim.

 

Meydana çıkalı asıl çehreler,

Aydınlanmaz oldu artık geceler,

Yalanlar tükendi, indi maskeler,

Birer birer bitti dost bildiklerim.

 

Korkar oldum bana ” dostum ” diyenden,

Yoksa yok olandan, varsa yiyenden,

Ne onlardan eser kaldı ne benden,

Beni benden etti dost bildiklerim.”

 

Ümit Yaşar demişken güfte yine ona ait Hicaz makamındaki Avni Anıl bestesine Ahmet Özhan’ın yorumuyla kulak verelim.

“Bir ateşim yanarım külüm yok, dumanım yok;

Sen yoksan mekânım belli değil, zamanım yok;

Fırtınalar içinde beni yalnız bırakma,

Benim senden başka sığınacak limanım yok.”

 

Ümit Yasar önceleri yazdığı aşk, hasret ve ayrılış temalarında yazdığı şiirlerini oğlu Vedat’ın ölümünden sonra “ölüm” temasına kaydırmış. İhtimal aşağıdaki şiiri de bu dönemde yazmış. Kürdîli Hicazkâr makamında büyük Üstat Münir Nurettin Selçuk bestelemiş. Elbette Münir Nurettin’in sesinden dinlemelisiniz.

Beni kör kuyularda merdivensiz bıraktın
Denizler ortasında bak yelkensiz bıraktın
Öylesine yıktın ki bütün inançlarımı
Beni sensiz bıraktın, beni bensiz bıraktın.

 

Türk Sanat Müziğine inkâr edilemez emekleri geçmiş bestekar Kemani Tatyos Efendinin Uşşak makamında bestelediği şu şarkıyı Melihat Gülses’in yorumuyla dinleyin, bakalım ne düşüneceksiniz?

Gam-zedeyim deva bulmam,
Garibim bir yuva kurmam,
Kaderimdir hep çektiğim,
İnlerim hiç reha bulmam.

Elem beni terk etmiyor,
Hiç de fasıla vermiyor,
Nihayetsiz bu takibe,
Doğrusu tâkat yetmiyor.

 

Güfte ve beste Erdoğan Yıdızel’e ait Hicaz şarkı. Sanat güneşimiz Zeki Müren’in sesinden dinlemenizi tavsiye ederim.

Anlatılmaz bin dert ile geçiyor çileli ömrüm,
Bir vefâsız kederinden eriyor garip gönlüm,
Şu simsiyah geceler mi acep ben mi öksüzüm,
Bir vefâsız kederinden eriyor garip gönlüm.

 

Farklı bir fasla geçmeden bir de Aslıhan Erkişi’ye kulak verelim. Güfte ve bestesi Neveser Kökdeş’e ait olan “Neden bilmem bu iptila diyecek?” o enfes yorumuyla.

Neden bilmem bu iptilâ, günden güne hâlim fenâ
Aşkta yok mu vefâ sorsam sana hastadır gönlüm inan bana
Sevmek nedir hiç mi bilmedin, aylar geçti seni görmedim
Aşkta yok mu vefâ sorsam sana hastadır gönlüm inan bana.

 

Yüzlerce-binlerce hikayeden birisi. Yaklaşık iki yıldır bırakın eşini görmeyi, ellerini tutmayı, bağrına sarmayı sesini bile duymayan birisi 10 dakika telefonla konuşma imkânı elde etmiş. Arkadaşı sormuş, ne konuştunuz. Cevap şu; “Konuşmadık, konuşamadık, sadece karşılıklı ağlaştık.” Bu vakıanın hissiyatınızda yaptığı hareketlendirme üzerine isterseniz güftesi Azeri İslam Seferli, bestesi Bekirov’a ait Hicaz makamında “Nazende sevgilim yâdıma düştün” şarkısını dinleyin. Türkçe versiyonu için Nalan Altinörs’ü,

Azeri versiyonu için Rashid Behbudov’u tavsiye ederim.

Değdi saçlarıma bahâr gülleri
Nâzende sevgilim yâdıma düştün
Sevenin bahtına bir güzel düşer

Sen de tek sevgilim aklıma düştün
Nâzende sevgilim yâdıma düştün

Gözlerim yoldadır, kulağım seste
Ben seni unutmam en son nefeste
Ey ceylân bakışlım, ey boyu beste

Sen de tek sevgilim aklıma düştün
Nâzende sevgilim yâdıma düştün

 

Belli bir kıvama geldiyseniz şimdi göz yaşlarınızı salmaya hazır olun ve mutlaka Merhum Bekir Sıtkı Sezgin’den dinleyin aşağıdaki şarkıyı. Güfte, Ramazan Gökalp Arkın’ın. Beste Saadettin Kaynak’a ait. Nihavend makamında.

Bahar bitti, güz bitti artık bülbül ötmüyor,
Yâre tel çeke’m dedim, tel derdim iletmiyor,
Yollar kapandı kardan, turna gelmez diyârdan,
Haber çıkmadı yârdan, bu ayrılık bitmiyor.

Derdim çok, dermânım yok,
Cânân çok, cânânım yok,
Onsuz adım sanım yok,
Teselli kâr etmiyor.

Bahar yeşil gözüydü, bülbül tatlı sözüydü,
Gonca pembe yüzüydü hayâlimden gitmiyor.
Ayrılık deniz gibi ölü bir beniz gibi,
Uzayan bir iz gibi bitmiyor, bitmiyor.
Ah bitmiyor.

 

Şu ana kadar o kadar okuduğunuz/dinlediğiniz güftelerin besteleri hakkında bir şey diyemem. Kulak aşinalığım ötesinde musiki bilgimin olduğunu söyleyemem ama güfte ve yorumcu özelinde bilgi ve bahsini ettiğim kulak aşinalığımdan hareketle bazı yorumlarda bulunabilirim. Bütün şarkılarda bunu yapmak ise tahmin edeceğiniz gibi yazının istiap haddini aşar. Her biri için yorumda bulunmak kitaplık çalışma ister. Ama hem bu hem de bir sonraki güftede tavsiye edeceğim Bekir Sıtkı yorumu hakkında kısaca düşüncelerimi yazacağım.

Bana göre Bekir Sıtkı besteyi yorumlarken bestenin içine giriyor, muhtevayı derinden hissediyor ve yaşıyor. Böyle olunca yorumuyla şarkıyı sanki yeniden besteliyor. Mesela; “Bahar bitti, güz bitti artık bülbül ötmüyor” derken hem baharın hem de bülbülün ötüşünün bitişinin üzüntüsünü yaz ortasında bile olsanız siz de yaşamaya başlıyorsunuz. “Yollar kapandı kardan, turna gelmez diyardan, Haber çıkmadı yârdan” deyince hüznün nedenini anlıyorsunuz ve “bu ayrılık bitmiyor”a gelince, yârdan ayrı kalmanın vermiş olduğu hüznün derinliğini siz de kalbinizde duyuyorsunuz. Ardından “Derdim çok, dermânım yok; Cânân çok, cânânım yok.” Çok ve yok derken ki vurgulara dikkat ettiniz mi? Etmediyseniz edin, çok ve yok, çok’un ne kadar çoooooook, yok’un ise ne kadar yooooook olduğunu yani çaresizlik hissini insana veriyor.  Bu insan bu kadar yalnız mı, eşi-dostu, arkadaşı teselli etmiyor mu diye düşünecek oluyorsunuz, “Onsuz adım sanım yok; teselli kâr etmiyor” diyerek hayal ve düşüncelerinizin önünü kesiyor ve bir kez daha sizi hüzne boğuyor. Sonra neşe ile sevinç ile sevgilinin tasviri geliyor. Neden neşe? Çünkü sevgilisinden bahsediyor. Yüzünde sanki güller açıyor. “Bahar yeşil gözüydü, bülbül tatlı sözüydü, Gonca pembe yüzüydü, hayalimden gitmiyor.” diyor ama bu sevinç uzun sürmüyor, çünkü sevgili uzaklarda ve bunu ayrılığın tarifiyle ifade ediyor; “Ayrılık deniz gibi, ölü bir beniz gibi” Ayrılık, karaya çıkma ümidini kaybeden bir insanın uçsuz bucaksız deniz, hayata geri dönmesi imkânsız ölü gibi.  Enfes benzetmeler ama bu benzetmeler Bekir Sıtkı’nın yorumunda müşahhaslaşıyor. Ve “Uzayan bir iz gibi, bitmiyor, bitmiyoooor, aaaaah bitmiyor.” Hele bir de ayni kaderi yaşıyorsanız inanın bana o güfte ve bu yorum sizi gözyaşları çağlayanın içine hapseder.

İkinci Bekir Sıtkı’dan dinlemelisiniz dediğim şarkının güftesi Vecdi Bingöl, bestesi Saadettin Kaynak’a ait, Segah bir şarkı.

Derman kâr eylemez, fermân dinlemez,

Dertli gönül, deli gönül,

Derdinden ölse de, yine inlemez,

Yaralı bereli gönül.

O bir gözyaşıdır, çağlar derinden,

Ses vermez bir lahza bin kederinden.

Kırılmış gibidir ince yerinden,

Hep sevdi seveli gönlüm.

Nasîbi hicranmış, baht-ı avâre

Neylesin derdini desin de yâre

Yazılmış alnına böyle ne çâre.

 

“Bahar bitti, güz bitti artık bülbül ötmüyor” da yaptigim gibi Bekir Sıtkı’nın besteyi yorumlarken bir kez daha nasıl bestelediğini yazmak isterdim ama köşenin hacmini aşmak ve sabrınızı  sui istimal etmek istemem. Bununla beraber şunu da demeden geçemem; tasviri yapılan yârine aşık ama aşık olduğu kadar da ondan çeken dertli bir gönül. Eğer bu benzetmeyi yakalayabildiyseniz ve dediğim gibi benzer bir kaderi yaşıyorsanız Bekir Sıtkı “O bir gözyaşıdır, çağlar derinden” dediği an gözyaşlarınızın çağlamasına hakim olamazsınız. “Ses vermez bir lahza bin kederinden.” duyduğunuzda kederin nüfuz alanını hissedersiniz vücudunuzda,  “Kırılmış gibidir ince yerinden”e sıra gelince bir kemiğinizin “çıt” diye kırıldığını duyar ve nihayet “Neylesin derdini desin de yâre, yazılmış alnına böyle ne çâre.” cümlesinde çaresizliği yudumlarsınız?

Ümit Yaşar’ın “Dost bildiklerim” güftesinde dediğinin tam aksi istikametinde şeyler de yaşandı bu süreçte. Eşler, sözlüler, nişanlılar arasındaki sevgi, saygı, muhabbet, meveddet ve aşk bağları eskiye nispetle çok daha güçlendi. Bunu da güftesi Ercument Er, bestesi Sadettin Kaynak’a ait  Segah şarkıda takip edelim:

Bir rüzgârdır gelir geçer sanmıştım,

Meğer başımda esen kasırgaymış sevgilim,

Gönül oyunudur bunun izi kalmaz demiştim,

Meğer içimde yanan bir volkanmış sevgilim.

Bir gün gelir unutursun demiştin sevgilim,

Hicrânını uyutursun demiştin sevgilim,

Unutmadım, unutmadım,

Aşka hasret, sana hasret bekliyorum sevgilim

Gönül oyunudur bunun izi kalmaz demiştim

Meğer içimde yanan bir volkanmış sevgilim.

 

Aynı eksende bir başka şarkı, güftesi Arslan Tunçata, bestesi Selâhattin Altınbaş’a ait Hüzzam makamında. Zekai Tunca’dan dinlemelisiniz derim.

Dilimi bağlasalar anmasam hiç adını

Gözümü dağlasalar görmezsem hiç yüzünü

Elimi bağlasalar tutmazsam ellerini

Silemezler gönlümden ne aşkını ne seni

 

Dünyamı karartsalar unutmam için seni

Büyüler yaptırsalar sevmemem için seni

Gurbete gönderseler kan doldursa içimi

Silemezler gönlümden ne aşkını ne seni.

 

Bu devrin mazlumlarından biri olan Ahmet Turan Alkan’ın hararetle tavsiye ettiği sanat müziğimizin gizli hazinelerinden biri olan Sabite Tur Gülerman’dan dinlemeniz şartıyla Hacı Arif Bey imzasını taşıyan Kürdîli Hicazkâr şu şarkıya bakın.

İftirâkındır sebep bu nâle-vü feryâdıma.

Gelmez oldun sevdiğim hayli zamandır yanıma

Kûşe-i gurbette kaldım gel yetiş imdâdıma

Gelmez oldun sevdiğim hayli zamandır yanıma.

 

Bir sonraki şarkıya geçmeden “Barış olsun!… Hep barış olsun!…diyen Üstad Ahmet Turan Alkan’a  bir selam göndermek isterim buradan: “Selam olsun!…Hep selam olsun!…”

Hacı Arif demişken iki bestesini daha dinleyelim. İlk şarkının güftesi Namık Kemal’e ait. Segâh makamında. Kimden mi? Bence Kani Karaca’dan.

Olmaz ilaç sine-i sad pâreme
Çare bulunmaz bilirim yâreme
Baksa tabiban-ı cihan çâreme
Çare bulunmaz bilirim yâreme

Kastediyor tir-i müjen canıma
Gözleri en son girecek kanıma
Şerh edemem halimi cananıma
Çare bulunmaz bilirim yareme.

 

İkinci Hacı Arif bestesi yine Kürdîlihicazkâr makamında. Güftesi ise Niğdeli Hikmet Bey’e ait. Bu şarkıyı musikî erbâbınca hanım sanatçıların piri kabul edilen ve ihtirâmların en güzeline layık olan Meral Uğurlu Hanimefendi’nin sesinden dinlemenizi hararetle tavsiye ederim.

Gurûb etti güneş dünya karardı
Gül-i bağ-ı emel soldu sarardı
Felek de böyle mâtemler arardı
Gül-i bağ-ı emel soldu sarardı.

 

Mehmet Erbulan güftesini yazdığı Ziya Taşkent bestesine kulak verelim bir de. Hüzzam makamında. Tavsiyem bestekarının sesi.

Dinmiyor hiç bu akşam ne gözyaşım ne acım
Bu akşam her akşamdan sana pek çok muhtâcım
Senden başka kimseye yok benim ihtiyâcım
Bu akşam her akşamdan sana pek çok muhtâcım.

 

Artık bitireyim. Güfte ve beste Teoman Alpay’a ait Hüzzam şarkı. Tercihim Alp Arslan’ın yorumu.

Böyle mi esecekti son günümde bu rüzgâr,
Bütün kuşlar vefasız mevsim artık sonbahar,
Unutmuş ellerimi eşim, dostum, sevdiğim,
Kalbim acılarla hep bölünmüş dilim dilim,
Bütün kuşlar vefasız mevsim artık sonbahar…

 

Bitireyim diyorum ama bitmiyor ki? Her bir cümlesi, kelimesi ve harfi ile ayın çevresinde görülen ışık halkasının adı olan “hâle” gibi insanı çevreleyen ve bam teli misali can damarına vuran güfte ve beste Mümin Sarıkaya’ya ait şarkıyı yine onun sesinden dinlemelisiniz.

Ben yoruldum hayat, gelme üstüme

Diz çöktüm dünyanın namert yüzüne

Gözümden, gönlümden düşen düşene

Bu öksüz başıma gözdağı verme

Ben yanıldım hayat şarkı sözü, vurma yüzüme

Yol verdim sevdanın en delisine

O yüzden ömrümden giden gidene

Şu yalnız başımı eğdirme benim

Ben pişmanım hayat, sorguya çekme

Dilersen infaz et, kar etmez dil’me

Sözlerim ağırdır, dokunur kalbe

Şu suskun ağzımı açtırma benim

 

Bununla bitiriyorum; Aşık Kerem’e ait bir şiir. Türkiye’nin medar-ı iftiharı meşhur ve merhum ozan Neşet Ertaş’tan dinlemelisiniz:

Yazımı Kışa Çevirdin
Karlar Yağdı Başa Leyla’m,

Viran Oldu Evim Yurdum
Ne Söylesem Boşa Leyla’m.

Her An Gözümde Perdesin
Nere Baksam Sen Ordasın
Mevlâ’m Ayrılık Vermesin
Göğde Uçan Kuşa Leylâ’m.


Yârden Ayrı Kalmak Ölüm
Söyle Ne Olacak Halım
Böyle Kader Böyle Zulüm
Gelir Garip Başa Leyla’m.

 

Söz, bu son. Hem de bizim şarkıları değil, bu yazının ana temasını oluşturan şarkıların bizi söylediğinin en büyük delili. “Ah bu şarkıların gözü kör olsun.” Güfte Şahin Çandır, beste Avni Anıl’a ait Kûrdîlihicâzkâr bir şarkı. Kapanışı o kadife gibi sesiyle Zeki Müren ile yapalım.

Öyle dudak büküp hor gözle bakma

Bırak küçük dağlar yerinde dursun

Çoktan unuturdum ben seni çoktan

Âh bu şarkıların gözü kör olsun

 

Güzelsen güzelsin, yok mu benzerin

Goncadır ilk hâli bütün güllerin

Aklımda kalmazdı yüzün, ellerin

Âh bu şarkıların gözü kör olsun

 

Bir gülüşün var ki kaş çatar gibi

En sıcak sözlerin azarlar gibi

Hiç bağlanır mıydım çocuklar gibi

Âh bu şarkıların gözü kör olsun

 

Sonunda tuz bastın gönül yarama

Nice dağlar koydun nice arama

Seni terkedip de gitmek var ama

Âh bu şarkıların gözü kör olsun

Ne güzel der “medeniyet şairimiz” nitelemesine hak kazanan Yahya Kemal Beyatlı: “Çok insan anlayamaz eski mûsikîmizden. Ve ondan anlamayan bir şey anlamaz bizden.” Aynen katılıyorum, biz şarkıları değil, şarkılar bizi söylüyor. Bunu anlamayan da bir şey anlamaz bizden vesselam.

Not: Makale boyunca ismi geçen ve birçokları itibariyle ahirete intikal eden şair, bestekar, yorumcu hepsine Allah’tan rahmet, sağ olanlara da uzun ve hayırlı ömürler diliyorum.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

11 YORUMLAR

  1. Ahmet hocam senelerdir bir guftenin bir dizesi ugruna durup dakikalarca dusunup, kendimi o caglara o yillara empatile atarken yalniz degilmisim.Omrun var olsun, bir tanesin vesselam!

  2. Ahmet Bey,

    Duygu yüklü bir yazı ve güzel bir derleme olmuş. Kaleminize ve yüreğinize sağlık. Hepsini bir seferde dinlemek için zamanım yok o yüzden ara ara yazınızı açıp birkaç eser dinlemeye karar verdim. Ayrıca böyle güzel bir çalışmayı tek seferde tüketmek de rasyonel olmaz diye düşünüyorum.

  3. Ahmet Bey,
    Icerden yeni cikmis bir ses olarak sunu soyleyebilirim. Imkan olsa icerdeki insanlar yazinizi gorebilse belki tum bu sarkilari gurbetteki sevdikleri ama sesine hasret kaldiklari alim Zata hediye edeceklerdi. ..

  4. İki yıldır Türkçe derslerinde ara sıra, ben yoruldum hayat’ı açar Türkçe’yi yeni öğrenen öğrencilerimize dinletiyordum. Pesimist (onların tabiri) diye kızsalar hareketli şarkı isteseler de bu şarkıyı çok seviyorlar ve sürekli dinliyorlardı. Bu şarkıyı 2017 İflc Fransa’da söylenen Fransızca-Türkçe şekliyle de dinleyin. Türkçeyi ilk defa öğrenen öğrencilerimizden gözyaşlarını tutamayanlar çoktu.
    Bir de, Hocaefendi’nin Hicran ve Ümit’ini Kazak öğrencimizden dinlemek. ağırlığına ve pesimistliğine (karamsarlık daha çok ön planda sanki) rağmen öğrencilerimiz bunu ezberlemişler ve sürekli söylüyorlardı. Sanki Ahmet Beyin listesine bunu da yazmak lazımdı.
    Son olarak Edip Akbayram’ın Kuşlar’ı. Bu şarkıyı evimde dinleyip ağlıyorum demişti bir öğrenci. Sınıfın hep beraber söyleyişi apayrı bir hava katıyordu.
    Öğrenciler bunları söylerken benim aklım da kalbim de burkuluyor, biraz ümitleniyor ve Ahmet Bey’in yazısı boyunca anlattıklarını bir anda yaşayıp iç geçiriyordum.
    İşin ve kaderin cilveleri…
    Ne diyelim…
    Türkçe öğretirken milli ve manevi hislerimizi musikinin notaları arasında paylaşıyormuşuz. Yaptırana bin şükür…

  5. Ben olumlu bulmadım hocam yazınızı. Dertlilerin derdini arttırıp ümitlerini kırmaktan başka bi işe yaramaz diye düşünüyorum. “Ahmet Kurucan gibi birisi bile bu moddaysa yandık, vay halimize” diye düşünecek arkadaşlarım var TR de. Ve bu sayının hiç de az olmadığını düşünüyorum. Pzt videolarında buna benzer ruh halinin kırıntısını bile göremezken tekrar ediyorum bu yazınızı olumlu bulmadım. Hürmetler.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin