Sahici dürüstlük

YORUM | MEHMET EFE ÇAMAN

Sıfatlara bakmaksızın herkese eşit hukuk uygulamak, demokrasinin temel koşullarındandır. Dahası, yargı kararı olmaksızın isimlerin önüne sıfat getirmek de öyle. Yani her istediğiniz gibi sıfat üretemez, ürettiğiniz her sıfatı istediğiniz her kişi için kullanamazsınız demokraside. Bu cemaatçi, şu Kürt, o liberal, diyemezsiniz yani. Adama belki sizin çiftlikte değil, ama uygar ülkelerde sorarlar: Cemaat ve cemaatçilerle bir sorunun yoktu, ne değişti de şimdi Cemaat’i kriminalize ediyorsun? Sizin dümbelekten basın ezilir büzülür de soramaz ama, demokratik rejimlerde basın susmaz, yüzünüze vurur: Kürt hareketiyle pek sıkı fıkıydınız, hatta PKK ile müzakere yürütüyorsunuz! Ne oldu da şimdi celallendiniz böyle, hele bir deyiverin? Kanunsuzlukla, keyfi ve hukuksuz rejiminizle öldüresiye korkuttuğunuz Türkiye’de insanlar kızına, oğluna aman konuşma, sus diyor, biliyoruz da, normal toplumlarda yüzünüze çarpılır: Bugün müebbet verdiğiniz Ahmet Altan’ın ve Mehmet Altan’ın babaları Çetin Altan’a ödüller verdiniz. Orada pek bir edebi konuşmalar yazdınız, okusun diye sizinki. Okudu da nitekim – yalan yok, iyi okuyor okumasına da, keşke biraz da içerikle ilgilenilseydi!

İMKÂNSIZ DENEN ŞEYLER OLDU

Türkiye’de gerçekten de imkânsız başarıldı. Yürütme erki, sorumsuz cumhurbaşkanınca sorumlu hükümetin elinden alındı. Fiili bir güç kayması yaşandı. Bugün, anayasaya göre kendisinde olmayan yetkileri kullanan bir “reislik makamı” var. Kenan Evren’in “Devlet Başkanlığı” makamı bile etik olarak daha doğruydu. Çünkü açıkça anayasanın ortadan kaldırılmasından sonra bu makam oluşturulmuştu. Bir diğer ifadeyle, “darbe yaptım” dedi Evren ve arkadaşları. Yeni bir rejim oluşturduklarını mertçe söylediler. Oysa bugün fiilen Evren’in yaptığından çok daha ciddi bir rejim değişikliği yapılmış olmasına rağmen, işin adı konulmuyor, konulamıyor. Bugünkü rejim de anayasayı ortadan kaldırdı, ama hukuken değil fiilen yaptı bunu. Hukuken anayasacılık ve eski rejime devam ediyormuş gibi yapmacılık oyunu oynanıyor. Oysa Kabine toplantıları Saray’da yapılıyor, vitrindeki Erdoğan KHK’larla memleketi idare ediyor. Meclisin yasa çıkartma özelliği – yani asli işlevi – bitti. KHK’ların çoğu meclise gelmiyor. Oldu-bitti rejiminde yangından mal kaçırır gibi apar topar işler yapılıyor.

İkincisi yine Türkiye’de bir imkânsız başarılarak, yargı tümüyle yürütmeye tabi kılındı. Deniz Yücel kararı bunun en büyük kanıtıdır. Dahası, Ahmet Altan’ın işaret ettiği üzere, Türkiye’de “hukuk” artık kanıta gerek duymadan istediğini müebbet hapis cezasına çarptırabilir. Saray’a bağlı TBMM Selahattin Demirtaş ve Kürt milletvekillerinin milletvekilliklerini düşürerek onları köpekbalıklarının önüne atar. “Yargı”, bu duruma düşmüştür. İnanın Osmanlı İmparatorluğu’nda bile bu kadar tek merkeze bağlı ve yanlı “yargı” olmamıştır. Bu yürütmenin yargı karşısındaki mutlak gücü, yasama (meclis) organının da işlevsel bakımdan ortadan kalkmasına paralel olarak mutlak gücü elde etmiştir. Güçler ayrılığı bitmiş, faşist bir “Voltran” oluşturulmuştur.

Sorumsuz cumhurbaşkanı – yani 1982 anayasasına göre yaptıklarından sorumlu tutulamayacak bir makam – bugün tüm ülkedeki idari kararları alan kişidir. Yarın sistem değişse, hukuka geri dönülse, Erdoğan’ı yargılasalar, sorumsuz olduğunu söyleyecek çıkacak işin içinden.

Yalnız iş burada bitmiyor. Bu bahsettiklerim siyasi sistem tekniği açısından yapılan bir özet. Yani merkezinde oyunun kurallarından ne derece sapıldığı meselesi var. Oyunun kuralları, anayasal rejim ve yazılı diğer metinlerdir – anayasa, yasalar, yönetmelikler vs. Buna devlet mimarisi diyelim. Bu mimari bozulduktan sonra ortaya çıkan gecekonduyu ortaya koydum kısaca. Fakat bir de işin bunun dışında olan kısmı var. Yani Erdoğan, yürütmeyi ele geçirdi, ele geçirilen yürütme yasama ve yargıyı ele geçirdi. Buraya kadar tamam, ama işin diğer kısmı nerede? Yani Erdoğan yalnız mı?

ARKA PLANI HÂLÂ BİLMİYORUZ

Arkasında kim var? Sis perdesi çok yoğun. Kapalı kapılar ardında neler konuşuluyor? Kimin eli kimin cebinde? Bunları bilmiyor, tahmin etmeye çalışıyoruz. İşaretleri, göstergeleri, birbirinden kopuk olayları bir araya getirerek bütünselliği meydana getirmeye çabalıyoruz. Yapbozda eksik çok parça var, ama büyük resmi anlamaya çalışıyoruz. Ana hatlarını görmekle beraber detaya inmek zor.

Tarihsel olaylar böyledir. Yaşadığımız zaman itibarıyla elimizdeki kanıtlar çok az. Bunlar ilerde elbette birbiri ardına ortaya saçılacak. Özellikle de belirginleşme ve ifşa rejim zayıfladıktan ve yıkıldıktan sonra tezahür eder. Güç pi yapmışken kimse risk almak istemediği için konuşmaz. Zaten bugün farklı sürülere mensup kurtların ortak hedefindeki avların peşinde koşuluyor. Koalisyon bu nedenle büyük. Her bir koalisyon grubu geleceğe oynuyor. Kozlarını ileriki bir zaman dilimine ötelemiş durumda. Koalisyonun büyük olmasının bir diğer nedeni de pastanın çok büyük olması. Ortadaki kuralsız anarşik yapı o kadar cezp ediyor ki koalisyondaki birbirinden farklı, hatta birbirinden hiç hazzetmeyen grupları, her biri bu hukuksuz yürütme özgürlüğünün peşinde, kan kokusu almış köpekbalıkları gibi. Ortak düşmanları olan hukuk devleti (önlerindeki büyük engel) bitirildi. Cemaat – kozmopolitan olma şansı diğer gruplardan daha fazla olan, görece iyi eğitimli mütedeyyinler – şeytanlaştırıldı ve imha süreci başlatıldı. Liberaller liboş ilan edilip, güven duyulmayacak bir grup haline getirilerek sistemden dışlandı. Sonra vatan haini ilan edilerek cadı avının kurbanı oldu. Kürt siyaseti, yeni milliyetçi cephe (AKP, MHP, CHP ulusalcıları, derin devlet) tarafından tarumar ve bertaraf edildi.

Bu yeni Türkiye’de farklı olmak güç, hatta imkânsız. Cemaat, Kürt, liberal, solcu, Alevi, Ermeni, Yahudi, hak arayan kadın, soru soran gazeteci, hukuk talep edenler, yolsuzluklardan hesap sorulsun diyenler falan rejim düşmanı, yani vatan haini. Bunların yerleri – eğer daha önce isimleri başkalarına dâhil edilmediyse – yeni KHK’lar için rezerve edilmiş durumda. Zor işimiz yani.

ÖTEKİLER İÇİN HUKUK!

Şimdi bakın şurası çok önemli: anayasa talep etmeli. Hukuk talep etmeli. İnsan hakları talep etmeli. Fakat kendiniz için değil, “ötekiler için”! Yani kendiniz için hak hukuk talep etmek sizi demokrat yapmıyor. Üzgünüm ama birinin doğruyu söylemesi lazım. Sizin diğerleri için hak talebiniz, insanları demokratlığınız konusunda ikna edebilecek tek krediniz. Çok kışkırtıcı bir örnek vereyim: polisin darp ve işkence ettiği, aşağıladığı ve hatta tecavüz ettiği travesti için de hak aramaya hazır mısınız? Çünkü bu soruya ama, fakat, yalnız, bak hoca, kültürümüz, din, racon, vs. gibi bir girizgahla yanıt vermeye başlıyorsanız, hemen söyleyeyim, durum ümitsizdir. Demokrasi bir din, kültür, mahalle, ideoloji vs. sistemi değildir, olamaz, olmayacak. Bunu böyle algılayıp, “bize özgü” bir demokrasi yapalım noktasından içine düştüğümüz pislik çukuru bugün yaşadıklarımız çünkü! Hukuka herkesin ihtiyacı var derken, o herkesin bizim gibi düşünen ve yaşayanlar olduğunu anladığınız sürece, sizin de bugünkü rejimin karar alıcılarından bir farkınız olmaz.

Kaçılan, sığınılan, iltica edilen yerlerin hep “başka kültürler” olduğunu unutmayın. Ve şu soruyu sorun: neden bu böyle? Sonuç sizi çok sesliliğe, çoğulcu topluma, evrensel insan hak ve özgürlüklerine getirecek. Bunları ille de 1400 yıl öncesinin örf ve hukuku içinde aramanız, veya ona göre meşrulaştırmaya çabalamanız sonuçsuz kalacak. Bugünkü Batı demokrasisi milada ne kadar yaklaşırsanız o kadar seyrelir. Bu haklar-hukuk sistemi, rejimler falan modern zamanların ürünüdür. Hıristiyanlıkla falan ilişkisi yoktur. Hatta Hıristiyanlığın dogmatizmine ve irrasyonel kurallarına karşı çıkarak, dinden gelen kötülükleri ayıklayan Reformasyon süreciyle, aydınlanmayla, birçok badireler ve kavga-gürültü sonrasında elde edilmişlerdir. Dikensiz gül bahçesi yok. O halde gerçeklerle, gerçeklerimizle yüzleşmeliyiz.

ÖNCE KENDİNİZLE BİR SÖZLEŞME YAPIN

Sıfatlara bakmaksızın herkese eşit hukuk uygulamak, demokrasinin temel koşullarındandır dedik. Yani her istediğiniz gibi sıfat üretemez, ürettiğiniz her sıfatı istediğiniz her kişi için kullanamazsınız demokraside. Bu cemaatçi, şu Kürt, o liberal, diyemezsiniz yani. Peki bunu bugün diyoruz. İhtiyacımız olduğu için bunu talep ediyoruz. O halde haydi, hemen deneyelim: aynı şeyleri “öteki” için de isteyelim. Mesela bugün bizim yaşadığımız insan hakları ve hukuk dramlarını Kürtler Türkiye’de 100 yıldır yaşıyor. Mesela Ermeniler yüz yıl önce bir anda kitlesel halde hem toplumdan hem de toplumsal hafızadan yitti gitti. Mesela Aleviler hala kendi şehitlerini Cem evlerinden uğurlayamıyor öbür dünyaya. Bunlar dün vardı, bizim sorunlarımız başlamadan. Kaçımız empati kurduk ve onlara destek olduk? Kaçımız neden özerklik istiyor bu Kürtler dedik, kaçımız Ermenilere ne oldu soykırım olmadıysa eğer deme cesaretini gösterdik?

Toplumsal sözleşme yapmadan önce kendinizle bir sözleşme yapmalısınız. Önce kendimize dürüst olacağız. Bence arınma böyle başlayacak. İnsanların birbirine güvenmesi her şeyin yemelidir. O halde güvenilir olmalıyız. Önce kendimiz, kendimize karşı güvenilir olmalıyız. Kast ettiğim, tetkiksel-stratejik bir şey değil. Gerçekten, sahici bir şey. Belki o zaman, ileride, bir gün… Kim bilir?

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

2 YORUMLAR

  1. Guzel bir yazı bizimde kitabımızda yazıp peygamberimizin söyleyip ama uygulamadığımız şeyleri bir farklı dille söylemiş.. Kendisine bu hatırlatmadan dolayı teşekkür ediyorum.

  2. düşünce sistematiği içinde de gerçek akademik bir yazı olması yanında her tarafında insanı öne çıkaran Gerçek insani ve Evrensel ortak paydada buluşturan düşünce fırtınasından dolayı tebrik ediyorum. her insanın kendi iddia ettiği değerler ve inançlar temelinde öncelikle ve belkide sadece kendini sorgulaması ile problemlerimizin çogu aşılacaktır.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin