Rusyacı ve İrancı dış politika

Analiz | Prof. Dr. Mehmet Efe Çaman

Türkiye 2015 yılına kadar Suriye Kürtleri’nin yerel örgütlenmesi olan YPG ile sürekli ilişki içindeydi. Bu tarihe dek Suriye Kürtleri lideri Salih Müslim Erdoğan hükümeti tarafından kırmızı halı ile karşılanıyordu. Ayrıca Suriye Kürtleri Ankara tarafından Esad karşısında olan önemli bir muhalif kanat olarak algılanıyor ve tanımlanıyordu. YPG’nin PKK olarak görülmeye başlanması Erdoğan’ın Dolmabahçe Mutabakatı’nı – muhtemelen derin devletle anlaştıktan sonra – bozması ve Türkiye’de milliyetçi oylara oynamaya başlaması ile eş zamanlı olarak gelişti. Oysa daha 2014’te Kobani’de IŞİD militanı İslamcılar tarafından işgal edilen bölgeyi kurtarmak için YPG’ye destek olmak üzere Irak Kürtlerinin Peşmerge güçlerini Türkiye üzerinden Kobani’ye nakleden Erdoğan hükümetiydi. Türkiye PYD’ye bu destekleri sağlarken, ABD de aynı gerekçelerle (IŞİD karşıtı koalisyonun üyesi olduğu ve Esad rejimine karşı savaştığı için) Suriye Kürtlerine yardım etmekteydi. Yani bugün havuz basınında ele alındığı gibi, Türkiye YPG’yi en başından bu yana PKK olarak görmüş değil. Yani ABD’nin sırf Türkiye zarar görsün diye YPG’yi desteklediği tamamen geçekleri çarpıtma. Çünkü ABD YPG’ye destek verirken Erdoğan rejimi de aynı şekilde YPG’ye destek veriyordu. Pozisyonunu değiştiren ABD değil, Erdoğan rejimi oldu. Yukarıda değinildiği üzere, iç siyasette Kürt sorununun siyasi çözümünden vazgeçerken, dışarıda da bu tutum değişikliğinin bir uzantısı olarak YPG’yi ve Suriye Kürtlerini PKK olarak okumaya başladı. Böylelikle ABD’nin Türkiye’nin düşmanı bir terör grubuna destek verdiği yönündeki algı çalışması yürütülüyordu.

ABD karşıtı söylemin diğer önemli dayanağı 15 Temmuz 2016 darbe girişiminin arkasında ABD’nin olduğu iddiası. Hiçbir maddi kanıta dayanmasa da, Büyükada’da ABD istihbaratının darbe gecesi toplantı yaptığından ve darbe girişimini yönettiğinden tutun da, İncirlik’teki ABD güçlerinin darbe girişimine verdiği desteğe ve Pastör Brunson’ın CIA adına 15 Temmuz bağlamında “FETÖ” ve PKK ile işbirliği yaptığına kadar onlarca saçma sapan ve komik iddia en yetkili isimler tarafından defalarca ortaya atıldı. ABD elçilik ve konsolosluk görevlilerini töhmet altında bırakacak komplo teorileri gündeme getirildi. Bilinçli olarak bir anti-ABD algısı üzerinde titizlikle çalışıldı. Elbette bu iddialar somut maddi kanıtlarla ortaya konamadı ve dolayısıyla ABD tarafından da ciddiye alınmadı. Brunson üzerinden bu algı çalışmasına halen devam ediliyor.

Bu algı çalışmasının hedefi belli. Birileri ABD’nin Türkiye’nin müttefiki değil düşmanı olduğu algısını Türkiye’de yaymaya çabalıyor. Bunun çok önemli olduğu kanısındayım. Türkiye bir taraftan NATO ve ABD’den uzaklaşırken, diğer taraftan Rusya ve İran’a yaklaşıyor. Rusya’nın Erdoğan’a uluslararası platformda – göstermelik de olsa – aradığı desteği sağladığı muhakkak. Hâlbuki kelin merhemi olsa önce kendi başına sürerdi demek kimsenin aklına gelmiyor. Daha dün (21 Ağustos 2018) ABD’de bulunan Rusya’ya ait tüm mal varlığına el kondu. Bu Rusya elbette Erdoğan’a ve rejimine destek veriyor. Amacı Türkiye’yi NATO’dan uzaklaştırmak – belki de tamamen koparmak. Türkiye’nin ABD’den ve NATO’dan tümüyle kopması, Rus Avrasyacılığının en önemli hedeflerinden biridir. Rusya Ortadoğu’da ABD ile yakın olan ülkeleri ABD’den uzaklaştırmayı en önemli stratejik hedeflerden biri olarak tanımlıyor. Atlantik işbirliğini zayıflatmak için eskiden beri ABD karşıtı olan BAAS rejimleriyle ve İran ile işbirliği yapıyor. Bugün BAAS rejimleri tüm Ortadoğu’da bitti. Bir tek Suriye’de Esad rejimi kaldı. Onu da Rusya’nın – İran’ın da desteği ile – nasıl koruduğunu görüyoruz. Türkiye’de Suriye’de dolaylı olarak bu kervana katıldı. İçeride izah etme yolu bulsalar kâğıtları açık oynayacaklar. Ama şimdilik anti ABD ve anti NATO tutumunu üstü kapalı devam ettiriyorlar. Ancak Rusya’dan S-400 füze bataryası alımı veya nükleer enerji ihaleleri gibi yüksek volümlü ve kapsayıcı projelerle Rusya yönelimini bariz bir biçimde gösteriyor Erdoğan rejimi. Bu yaklaşımın en temel nüvesi, ABD’den ve NATO’dan kopartılan Türkiye’nin Rusya’ya daha bağımlı hale getirilmesi ve yalnızlaştırılması. 1945 sonrasında Türkiye’den toprak talep eden ve Boğazlar bölgesinde askeri varlık hedefi koyan SSCB ile bugünkü Rusya’nın Avrasyacı başkanı Putin’in farklı politikalar izlediğini varsayanlar, satranç tahtasında çok ama çok vahim bir hata yapıyorlar. ABD ve NATO garantisi olmadan yayılmacı Rus etkisine karşı koymak Ankara için olanaklı değil. Rusya taktik nükleer silahları sayesinde dünyada serseri mayın gibi hareket ediyor. Ukrayna örneğinde olduğu gibi, son derece tehlikeli bir aktör olduğunu gösteriyor. Uluslararası toplum uyguladığı müeyyidelere karşın Rusya’ya Kırım’ın ilhak edilmesi konusunda engel olabildi mi? Ukrayna neden NATO’ya girmeye çalışıyor? Gürcistan dış politikasını incelemeden Rusya tehlikesini göremezsiniz. Neden Gürcistan NATO’ya üye olmaya çabalıyor? Baltık ülkelerine sorun Rusya nasıl bir tehditmiş size anlatsınlar! Esasında bunları Türkiye’de kamuoyunun gayet iyi şekilde bilmesi gerekirdi. Çünkü 1945 sonrası Soğuk Savaş ortamında Türkiye neden Batı’ya yöneldi ve NATO’ya girdi, bunu biliyor olmamız gerek. Ama daha Küba’daki Jüpiter füzelerine ilişkin pazarlığı bile bilmeyen diplomasi cahili bir kadro yönetiyor bugün Türkiye’yi. TSK’nın B takımı subayların ağırlıkta olduğu Avrasyacı cunta, 15 Temmuz sonrası tasfiye ettiği A takımı iyi eğitimli ve deneyimli NATO ve Batı yanlısı subayların olmadığı bir ortamda Erdoğan’a hayati hatalar yaptırıyor.

Ergenekon ve Balyoz türevi cuntalara ait askerlerin rüyası

Rusya’nın güdümüne girmeyi, Batı’dan bağımsız hareket eden pro-aktif Türkiye diye yutturma peşindeler. Oysa esas yapmaya çalıştıkları Türkiye’de Batı normlarıyla tümüyle ilişkisini kesmiş bir Türkiye’de çok uzun süre devam edecek yeni bir askeri-bürokratik vesayet rejimi kurmak. Bu rejimin ana iskeleti, Türk tipi faşist başkanlık sistemiyle zaten yasal kılıfına uyduruldu. Şu an Erdoğan’a istediklerini yaptırabildikleri için sahne gerisinden “operasyonu” idare ediyorlar. Böylece siyasi risk almıyorlar. Ülkenin ödemek durumunda kalacağı bedellerden sonra Erdoğan ve tayfası siyasi bedel ödemek durumunda kalınca, hiçbir rolleri yokmuş gibi çıkıp “ülkeyi kurtaran asker” rolünü oynayacaklar. Ergenekon ve Balyoz türevi cuntalara ait olan askerlerin rüyası bu! Onlar da kendilerini içeri atan gücün esasında Gülen Cemaati değil, Erdoğan olduğunu biliyor. Ama şu an “FETÖ” söylemiyle işleri yürüttükleri için, Erdoğan ve yakın çevresinin üzerine gitmiyorlar. Ben bu durumu Bahçeli ve CHP’li ulusalcı kanatla bazı AKP’li bakan ve siyasetçilerin bildiğini ve siyasi geleceklerini bu oyuna göre şekillendirmeye çalıştıklarını düşünüyorum. Rusya’nın peşine takılmak ve Batı ile bağları koparmak bu nedenle tüm bu kesimler için çok kritik önemde bir hamleydi. Bunu kısmen başardılar.

İran lideri Türkiye’ye ortak savaş uçağı üretme teklifi yaparken, aynı gün İran ABD ve İsrail’e saldırı tehdidinde bulunuyor. Bu İran’ın uluslararası toplumun ikazlarına karşın nükleer silah üretme girişimlerine dolaylı olarak destek olan Erdoğan rejimini ABD, NATO ve uluslararası toplum bilmiyor mu sanıyorsunuz? Halkbank’ın akladığı kara İran parasının sadece basit bir yolsuzluk olmadığı, esasında bunun İran nükleer programını engellemeye yönelik BM ve ABD yaptırımlarını delmek ve İran’ın bombasına bir adım daha yaklaşmasını sağlamak olduğu bilinmiyor mu zannediyorsunuz? Halkbank davasından gelecek ağır ceza ve Türkiye’ye uygulanacak daha ağır yaptırımlar hızla yaklaşırken, rejim zamana oynuyor. Bir taraftan da Türkiye’ye karşı saldırıda bulunan ABD türünden bir komplo teorisini gündemde tutarak ABD karşıtlığının Türk kamuoyunda daha da radikalleşmesini sağlamaya uğraşıyor. Bugün bir NATO üyesi olarak ABD algısının en berbat olduğu ülke şüphesiz Türkiye’dir. Onu bırakın, Ortadoğu’da bile Türkiye anti ABD ve Batı karşıtlığı konusunda en başta gelen ülkeler arasındadır. Müslüman Kardeşler türevi bir İslamcı ideoloji ile nasyonalist Avrasyacıların arasına düşen Türkiye devleti, Rusya-İran ekseninde son derece tehlikeli sularda var oluşunu tehlikeye atıyor. Bu siyasetin Erdoğan ve sahne gerisinden durumu yöneten ortaklarına kısa vadede zaman kazandırmak gibi bir avantaj sağlaması olasılığına karşı, orta ve uzun dönemde Türkiye’nin varlığını sürdürmesi ve toprak bütünlüğünü koruması bakımından son derece belirgin ve somut tehlikeleri beraberinde getirdiği muhakkak! Ucuz vatan-millet-Sakarya nutukları ve i-Phone kıran fanatiklerle kürtajcı dede türevi “öngörülerle” bir müddet kitleleri uyutabilirsiniz. Ama güvenlik politikaları ve dış politika hesap-kitap işidir. Satranç tahtasında zar atmaya çalışan bu ikinci sınıf bürokratik “elit” (!) ve satılık şakşakçıları, Rus limanlarını topa tutan İttihatçı maceraperestlerden bile çok daha vahim bir iş yapmaktalar.

ABD-NATO ile Batı yöneliminden kopartılan Türkiye konusu, uzun dönem Türkiye tarihini belirleyecek yeni bir tarihsel dönemin başlangıcı olması bakımından, gerek güvenlik ve dış politika boyutu, gerekse de iç siyaset düzlemine etkileri bakımından derinlemesine analiz edilmeli.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

1 YORUM

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin