Papaz değil Erdoğan krizi

Yorum | Adem Yavuz Arslan

En baştan adını koyalım ki ‘problem’ doğru anlaşılsın;

Şu anda yaşamakta olduğumuz sorun Papaz Brunson krizi değil,  doğrudan ‘Erdoğan krizi’.

Her ne kadar sahnede Rahip Brunson olsa da sorunun özü, esası Erdoğan’ın kendisi. Üstelik bu realite sadece Brunson olayında değil, ABD ile yaşanan bir çok sorunun esasını oluşturuyor.

Gelişmeler herkesin malumu.

ABD, yaklaşık 2 yıldır Türkiye’de tutuklu bulunan Rahip Brunson’un serbest kalmaması üzerine Türkiye’ye yaptırım uygulamaya başladı.

İlk etapta Türkiye’nin Adalet ve İçişleri Bakanları ABD’nin yaptırım listesine alındı. Washington’dan yapılan resmi açıklamalara göre Brunson ve diğer ABD vatandaşları serbest kalmazsa Türkiye’ye yönelik ‘eşi benzeri görülmemiş yaptırımlar’ uygulanacak.

Gelişmeler ABD’nin blöf yapmadığını gösteriyor. Türkiye ise ‘mütekabiliyet’ deyip krizi tırmandırma politikasını tercih etti.

Bu durum zaten zorda olan Türk ekonomisinde büyük dalgalanmalara neden oldu. Nitekim Pazartesi günü yaşanan dolar dalgalanması piyasalarında şakası olmadığını gösterdi.

Rahip Brunson yanında Türkiye’de tutuklu diğer Amerikan vatandaşları, elçilik çalışanları, S-400 hava  savunma sistemleri, İran ambargosu gibi çok sayıda ‘kriz’ konusu var.

ZARRAB’DAN BRUNSON’A

Trump yönetiminin tavrı açık; Rahip Brunson ve diğer ABD vatandaşları hemen serbest kalmalı. ABD yönetimi bu konuda kendini bağladı. Kongre’den geçen yasalarda ‘Brunson’ın serbest kalma şartı’ var.

Olayın bir de psikolojik faktörleri var.

Brunson olayı Trump yönetimi için artık bir onur meselesi haline geldi. Önceki iki yazıda bahsetmiştim; Trump ‘pişmiş aşa su katıldığı’ düşüncesinde.

Hatırlanacağı gibi Türkiye ile ABD arasında Rahip Brunson’ın takas edilmesi için bir takım görüşmeler yapılmış ve mutakabaka varılmıştı. Söz konusu uzlaşmaya göre Rahip Brunson serbest kalırken Halkbank Genel Müdür Yardımcısı Hakan Atilla’da Türkiye’ye gönderilecek, Halkbank’a kesilecek olan ceza da ‘makul sınırlar içinde’ kalacaktı. Ancak Türkiye’nin son anda ‘Halkbank’la ilgili yürütülen iki ayrı soruşturmanın da kapatılmasını’ talep etmesi anlaşmayı suya düşürmüştü.

İşte dananın kuyruğunun koptuğu yer burası.

Yani Halkbank’a dair soruşturmalar. Halkbank’a yönelik biri ABD Hazine Bakanlığı diğeri New York Güney Bölge Savcılığı’nın yürüttüğü iki ayrı soruşturma var.

ANKARA ‘KRİZ ÇIKSIN’ İSTEDİ

Bu aşamada biraz geriye gidelim.

Tr724.com okurları için bu durum yani Halkbank’a yönelik soruşturmalar sürpriz değil.

Çünkü New York Güney Bölge Mahkemesi’nde ki duruşmaları bir ay boyunca yerinde izledim ve izlenimlerimi, detayları bu köşede yazdım.

O yazılarda dikkat çektiğim, periscope yayınlarında altını çizdiğim nokta şuydu; “Her ne kadar burada Hakan Atilla sanık sandalyesinde oturuyor olsada, savcıların sorularından anladığımız bu davayı başka davalar izleyecek. Özellikle de ‘terörün finansmanı ’suçlaması üzerinden…”

Erdoğan rejiminin davanın nereye gideceğini bilmediğini düşünmek saflık olur.

Gerçi duruşmayı izleyen Havuz çalışanları davayı izlemekten çok davayı nasıl sulandıracaklarına konsantre olmuştu. Arazi işlerine bakarken Anadolu Ajansı’nın başına atanan Şenol Kazancı yönetimindeki ajans ise davayı izlemekten çok benim peşimde gezdiği için savcının nereye gittiğini görmemiş olabilir.

Fakat davayı başından sonuna kadar izleyen, notlar tutan elçilik görevlilerinin Ankara’yı haberdar ettiğini varsayabiliriz.

Hiçbir şey olmasa benim yazılarım ve periscope yayınlarımı yakından izlediklerini biliyoruz. Yani Halkbank’a yönelik iki ayrı soruşturma Ankara için sürpriz değil.

ABD’YE KARŞI 17-25 TAKTİĞİ

Erdoğan rejimi bu noktada tercihini ‘kriz’den yana yaptı.

Şöyle ki; ABD başkanı bile olsanız savcıya talimat verip bir soruşturmayı kapatamazsınız. Nitekim Halkbank’a dair soruşturmayı yürüten New York Güney Bölge savcılığı Trump’ın şahsi avukatını bile tutukladı.

Trump’ın avukatını bile tutuklamaktan çekinmeyen savcının siyasi baskıyla kritik bir soruşturmayı kapatmayacağını Ankara’da tabi ki biliyordu.

Erdoğan ‘olmazı’ isteyip krizin büyümesine zemin hazırladı. Daha önce bu köşede ‘ABD’ye 17-25 taktiği’ başlığında bu stratejinin ipuçlarını anlatmıştım.

Basitçe anlatmak gerekirse ; Erdoğan’ın en büyük korkusu ‘uğruna ülkeyi yaktığı’ Zarrab’ın kendi aleyhine vereceği ifadeler ve bu ifadeler üzerine kendisi ile ilgili ‘terörün finansmanı’ soruşturması açılması.

Bu yüzden tıpkı 17-25  Aralık soruşturmalarında olduğu gibi meseleyi hukuki platformdan siyasi sahaya çekti.

Rahip Brunson’ın absürd iddialarla tutuklanıp ‘ver papazı al papazı’ pazarlıklarına konu yapılması aslında bu stratejinin parçası.

Yeri gelmişken bir daha vurgulamakta fayda var. Erdoğan ‘ver papazı al papazı’ demesine ve Gülen’i ‘papaz’ olarak lanse etmesine rağmen gerçekte gündemi her zaman Zarrab’dı.

Gülen’i hiçbir zaman istemedi.

Tüm girişimlerine rağmen  Zarrab’ı alamayınca da bir başka ifadeyle uzlaşamayınca çatışma aşamasına geçti.

Eğer Zarrab’ı ABD’den alabilmiş olsaydı bugün ne Brunson krizimiz olacaktı ne de S-400.

ARTIK HİÇ BİR ŞEY ESKİSİ GİBİ OLMAZ

Her ne kadar Erdoğan ‘büyük dönüşlerin adamı’ olsa da (Rusya ve Mavi Marmara örneğinde olduğu gibi) ABD ile yaşanan krizin dönüşü pek yok.

Erdoğan, Brunson’u kendi özel uçağı ile yanında da bir özür mektubu ile ABD’ye yollasa bile sırada başka krizler var.

Mesela İran ambargosu çok büyük bir krizin habercisi.

Türkiye’nin Rusya’dan alacağı S-400 hava savunma sistemleri ise Brunson ve İran ambargosundan daha büyük bir mesele.

Zarrab meselesinde olduğu gibi Erdoğan S-400’lerde de ABD ile çatışmak zorunda. Çünkü kişisel güvenlik endişeleri ile Rusya’ya çok yanaştı ve bu saatten sonra Putin’i kızdırma lüksü yok.

Dolayısıyla S-400’leri alıp ABD ile papaz olmayı tercih edecektir.

Sonuç itibariyle;

Erdoğan’ın ABD ile çatışması, gerginlik yaşaması bir nevi ‘kişisel’ meselesi. En büyük korkusu da Zarrab ve Halk Bankası üzerinden kendisine yönelik bir ‘terörün finansmanı’ soruşturmasının açılması.

Rahip Brunson’ı tutuklayıp, ABD’ye karşı koz olarak kullanması ne Gülen ne de Atilla içindi. Hedefi Zarrab’ı almak ve Halkbank merkezi soruşturmaları kapatmaktı.

Gelinen nokta da Erdoğan için bütün mesele kendi kişisel güvenliği. Zarrab üzerinden kendisine yönelik bir risk görmediği anda bugün tukaka ettikleri herkes bir anda dostu olacak.

Tersi bir durumda ise ABD ile yaşanan gerginlik sayesinde hem ekonomik sorunları ‘dış mihrakların oyunu’ olarak lanse edecek hem de ‘Batı’ya karşı dik durduğumuz için bize yaptırım uyguluyorlar’ söylemiyle Rusya eksenine geçişin yolunu yapacak.

Sonuçta Brunson krizi nedeniyle dolar 10 liraya da çıksa kendi kitlesi ‘dış mihraklar’ söylemini satın almaya hazır.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin