Otoriter rejim daha fazla bağımsızlık sağlar mı?

ANALİZ | Prof. Dr. MEHMET EFE ÇAMAN

Türkiye’yi yöneten Erdoğancı ve Avrasyacı odaklar, ülkeyi rekabetçi otoriter rejimden otoriter rejime dönüştürme yolunda epey mesafe aldılar. Tabi rejimin gazabına uğrayan herkes, diktatörlükten bahsediyor. Ben de diktatörlüğe atıfta bulunan yazılar yazdım. Çünkü diktatoryal bir gidişat var ve bunu görmezden gelemiyoruz. Ancak siyaset bilimi bu konuda çok hassas bir kavramsal birikime sahip! Steven Levitsky tarafından kullanılan rekabetçi otoriter rejimler kavramı, temelde otoriter rejimlere evrilmek istese de, ekonomi-politik ya da diğer sebeplerden dolayı bunu yapamayan rejimler için kullanılıyor. Türkiye, bu yaklaşıma göre otoriter rekabetçi bir rejim.

Rekabetçi derken, göstermelik ve meşruiyet sağlayıcı bir sözde rekabeti kast ediyoruz elbette. Çünkü bu tür rejimler varlıklarını yürütmenin diğer erkleri kontrolü, medyanın yürütmeye bağlanması, kolluk güçlerinin iktidar aparatı haline getirilmesi, muhalefetin baskılanması, gazetecilerin içeri atılması ya da sürgüne zorlanması, akademinin “evcilleştirilmesi” gibi stratejilere borçlu. Ancak göstermelik de olsa muhalefet seçimlere giriyor, basında bazı etkisiz ve zayıf muhalifimsi görüntü şeklen korunuyor – sanki bir demokrasi varmış gibi yapılıyor.

Türkiye bu durumda! Muhalefetin iktidar olma şansı yok. Seçim sonrası ortadan kaybolan ve “adam kazandı!” diye hemen havlu atan bir tatlı su muhalefeti var. Büyük resimde rejimi destekliyor, örneğin Türkiye örneğinde mesele Kürtler veya Cemaat oldu mu, Erdoğan’dan aşağı kalır bir tutumda olmuyor! En anti-Kürt kim? En anti-Cemaat kim? Bu konularda birbirleriyle yarışıyorlar. Basın ve medya yüzde doksan dokuz oranında rejimce yönlendiriliyor, hatta kumanda ediliyor. Geri kalan yüzde bir de gönüllü olarak bu “asgari müşterek” rejim karşıtı “vatan hainlerine” (!) karşı kraldan çok kralcı biçimde hareket ediyor. Özgürlük vaat etmek, özgürlükleri genişletmek istemek bir yana, baskı-zulüm ve işkencelere, takibat ve hukuksuzluğa çanak tutuyor.

Ancak bir türlü rejim daha sert bir otoriter karaktere bürünemiyor. Bunun nedenleri var.

1 – Öncelikle bu rejim bir koalisyondan oluşuyor. Başta Erdoğan görünüyor, ama Erdoğan’ın arkasında Avrasyacı bir derin yapı etkin. Derin yapının da bir koalisyon olma olasılığı yüksek. Tuğgeneral Akgülay neden harcandı konusunu ele aldığım yazıda belirtmediğim bir husus, Avrasyacı iç hesaplaşma olasılığı. Tabi bu olasılığın gerçeğe tekabül ettiğini kanıtlayacak göstergeler henüz meydanda değil. Ama şu var ki, telefonla birilerini aramış bahanesiyle herkesi “Fetö’cü” ilan edebilirsiniz Türkiye’de bugün! Ne yaman bir kariyer anarşisi var TSK’da tahmin edin artık siz. Rejimin koalisyonu hassas dengeler ve ince hesaplar üzerine kurulu. İp üzerinde yürüyen bir cambaz gibi, ağırlıkların iyi hesaplanması lazım! Erdoğan iyi bir paratoner Ergenekon için. İstediklerini yaptırıyorlar, ama hata oldu mu fatura Erdoğan’a kesilecek. 28 Şubattan ve önceki darbelerden alınan dersle, askeri derin yapı unsurları sivil bir paratonerin kendilerinin ortada (açıkta) kalmaması için biçilmiş kaftan olduğunu bilecek kurmay zekâ ve olgunluktaydılar. Bugün aynı safta olmalarının nedeni, istediklerini yapan bir “karizmatik hipnozcuya” duydukları gereksinim. Ayrıca “milli irade” gibi bir etkili söylemi ancak sivil ve seçilmiş bir lider üzerinden devam ettirme şansına sahipler. Bunu biliyorlar. Bugünün dünyasında ful otoriter bir rejime geçmek zor, çünkü karşılıklı bağımlılık ilişkileri çok girift ve Batı’nın normatif beklentilerini en azından formel seviyede karşılamaları mutlak surette gerekli. Koalisyonun sert gücü Avrasyacı Ergenekoncular bunu biliyor. Eğer kendileri tüm kontrolü alır ve örneğin 80 darbesi gibi bir darbeyle veya başka bir tür oldubitti ile iktidara el koyarlarsa, bunun kısa sürede demokrasiye geri dönüşün yolunu açabilme tehlikesine neden olacağını biliyorlar. Tehlike, elbette kendi mutlak iktidarları bakımından ortada olur! Yani Batı baskısı ile, 1982’de anayasal rejime geri dönmek durumunda kalan Evren gibi, mesut günler kısa sürer! Oysa Avrasyacılar Evren’den daha akıllı ve sofistike! Bu koalisyon var olduğu sürece tam teşekküllü bir otoriter rejim kurmak zor.

2) Ekonomi politik nedenlerle dikta kurmak zor. Otoriter rejimler, ancak kendi olanaklarıyla uzun süre ayakta kalabilen ülkelerde kurulabilir. Hâlbuki Türkiye yer altı kaynakları bakımından çok fakir bir ülke. En başta gerekli şey, enerji kaynakları ve Türkiye’de petrol ve doğalgaz yok! Dahası, finansal bakımdan da Türkiye çok bağımlı, milli gelirine oranla borç oranı çok yüksek, ekonomik kırılganlık seviyesi hat safhada olan bir devlet. Dahası, döndürdüğü ekonomi çarkları, Batı ile fazla bütünleşmiş, uluslararası piyasalarla fazla iç içe geçmiş bir görünüm arz etmekte. Yani bir Rusya, bir Çin, hatta bir İran değil bu manada! Yani üzgünüm çocuklar, ama Avrasyacı büyük güç Türkiye sadece fazla şişmiş ve ne zaman patlayacağı belli olmayan bir balon sadece! Yani Erdoğan Abdülhamit ayarında mı bilemem, o beni aşan bir konu olur zaten de, Putin olmadığı kesin! Kaldı ki, Putin ordusunu kontrol edebiliyor. Hayır, zekâsından veya KGB kariyerinden gelen deneyim ve sosyal ilişkiler birikimini kast etmiyorum. Ama kast ettiğim, orduyu kontrol etmek belediye zabıtalarını kontrol etmeye benzemez! Şu an işbirliği yapılan katı güç askeri ortaklar, her an başka ata oynayabilir. Benim en iyi altıncı oyuncum (basketbol terimi – en iyi yedek oyuncu anlamında kullanılıyor!) Meral Akşener. Iğdır çıkışıyla en azılı anti-Kürt benim mesajı veren Akşener bu mesajı kime verdi sizce? Erdoğan’a mı? Komik olmayalım! Elbette Bahçeli gibi dişi Kurt da kemiğin kaynağının TSK’yı kontrol eden ve istediğini ankesörlüden birilerini aradı masalıyla ekarte edebilen Avrasyacı derin yapı olduğunu biliyor. Oyuna girmeyi ve kendine biçilecek rolü oynamayı sabırsızlıkla bekliyor. Tüm bu değişik varyantlara ve konfigürasyon ihtimallerine karşın, rejimin kendisini kapsamlı ve tam teşekküllü bir otoriter seviyeye çıkarması mümkün değil. Nedeni basit. 10 günde akaryakıtı kalmayacak bir ülke üzerinden böyle bir rejim kuramazsınız. Bunu “reis” de Avrasyacı kurmay kafası da biliyor!

Şimdi gelelim bağımsızlık konusuna. Avrasyacılar, Batı’dan koparken, sol ve sağ nasyonalistlere de İslamcılara da ne diyor? Bağımsız, Batı’ya bağımlı olmayan bir ülke! Bunu vaat ediyor! Tamam, harika da, Batı’dan uzaklaşan Ankara neden Moskova’nın kanatları altına giriyor? Neden İran’la alengirli işler çeviriyor? Türkiye tek başına iki şeyi yapacak olanağa reel olarak sahip değil de ondan: 1) ekonomisinin çarklarını dıştan kopmuş, kendi yağıyla kavrulabilen (en azından bir süre bile olsa!) bir durumda çevirmesi mümkün değil. Olay sadece hammadde ve doğal kaynak fakiri olma meselesi değil. Aynı zamanda ekonominin dış ticaret ve finansman ayağı da buna elvermez. Yani ekonomik koşullar o methedilen tam bağımsızlık ütopyasını sağlamaya uygun değil. 2) Türkiye tek başına kendi güvenlik gereksinimlerini karşılama olanağına sahip değil. Harala-gürele 600,000 askere dayanan bir hantal ordu ve onun vizyonsuz ikinci sınıf Avrasyacı subaylarıyla, Türkiye kendi topraklarını bile koruyamaz! Yani Avrasya’da başat güç olma hayali kuranlar: ağzınıza çalınan bir parmak bakı görün diye söylüyor, iyi niyetle uyarıyorum. Tez vakitte televizyonun başından kalkın, hipnozdan çıkın, gerçeklerle yüzleşin. Yok ille de ben dizi izlerken kafama hamam tasımı takar, elde hanımın en uzun bıçağı fütühata giderim diyorsanız, o sizin fantezi dünyanızdır, bana laf düşmez.

Rusya’ya yamanmak, bağımsızlık sağlamıyor. Fakat Avrasyacılara yeniden vesayet düzeninin temellerini atma, kendilerini etkin ve kalıcı konumlara getirme ve kendilerini garanti altına alma imkânını sunuyor. Haliyle size bunu söyleyecek halleri yok. Erdoğan’a gelince, o Yüce Divan korkusu olmadan bir süre daha işi götürmek, arada çevresine alabileceği avantaları ulufelendirmek, kendini ve ailesini kurtarmak derdinde.

Batıdan kopmak bağımsızlık için değil. İşleri kendi menfaatlerine yürütmek arzusunda olan muhteris hayali ve muhteris harami iki grubun bekası için. Aradan kendi kırıntılarını nasiplenen irili ufaklı sistem unsurları (medyası, çakma muhalefeti falan) bu rekabetçi otoriter rejimin olmazsa olmazı. Bu böyle gider. Gidemediği yerde biri bayrağı devralır, istikamet değişmez, şeklen baştaki isim değişir. Ama sistem değişmez. Bunu kim söylüyor? Ben söylemiyorum, Levitsky ve siyaset bilimi literatürü söylüyor.

Düşük yoğunluklu otoriter rejim olan “rekabetçi otoriter” rejim, gaz alma işlevini içte ve dışta iyi yaptığından, tam teşekküllü otoriter rejime oranla daha uzun sürebiliyor. Ucunda tam bağımsızlık falan da sağlamıyor. Peki değişim nasıl olacak?

O da başka bir yazının konusu olsun. ,

İyi hafta sonları.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin