Ne savaşı!..

ANALİZ | Prof. Dr. MEHMET EFE ÇAMAN

Bir savaş verdiğimizi söylüyor. Adamlarına da bunu söyletiyor. Ne savaşı, konudan konuya değişiyor. Bazen milli mücadele veya kurtuluş savaşı; ona istiklal harbi dediği de oluyor. Muhtarlara konuşurken kullandığı ayrıştırmalarda savaş teması çok dikkat çekici mesela. Bu fazla enteresan gelmeyebilir de, aynı temayı mesela Birleşmiş Milletler’de (BM) de kullandığını öğrenince, e tabi ilgi de artıyor o zaman haliyle. Devamlı defansta, devamlı saldırı altında bir Türkiye var onun söylemlerinde. Dışarıdan ve içeriden saldırıya uğruyor ülke. O, güvenliğin ve bekanın teminatı. Üçüncü dünya savaşından bahseden orta zeka altı rejim adamlarının bir türlü söyleyemediği, bu savaşta Türkiye’nin hangi cephede olduğu. Rusya ile miyiz, Amerika mı? İran ve Çin de enteresan seçenekler esasında, değil mi! Almanya’ya gidince aklına AB geldi. Doların fırlaması, ABD’nin Pastör Brunson konusunda rejimi ezerek iadesini sağlaması, dışarıya yönelimde yeni seçenekler üzerinde duruluyor algısı oluşturmak için hummalı çalışmaları başlattı bile. AB yolunda ilerleyen, Avrupalı Türkiye! Öyle mi? Hapisteki yüz binler, baskılar ve işkenceler olmasa belki AB’de alıcı bulurdu bu “yönelim”. Gel gelelim, bizimki Türkiye’ye dönünce başka telden çalmaya başladı gene. Savaş var ama. Bu kesin – öyle diyor. Saldırı altındaymışız. Kim saldırıyor, günden güne değişiyor.

Birkaç sene önce Ruslar’dı anlaşamadığı. Rus uçağı düşürülünce, emri kendisinin verdiğini söyledi. Ruslar da ellerindeki istihbarat raporlarına göre bunun IŞİD’le olan petrol ilişkilerini gündeme getirince, sustu. Giderek AB ve ABD odaklı Batı, Türkiye’ye saldıran dış güçler olarak lanse edilmeye başlandı. Kamuoyunu saçma sapan İslamcı sentetik bir tarihe koşulladıkları için, Kurtlar Vadisi türü söylemler artık bizim donuk zekâ, ilk-ortaokul ayarı kitleleri haliyle cezbetti. Elde pala yerine döner bıçağı, kafada tolga yerine hanımın iri pilav tenceresi, ülke fethetmeye ve gazaya çıkmaya başladılar. Esasında gazadan ziyade gaza gelmek diyelim biz buna. Kitlesel hipnoz. Bunu sevdi ve “satın aldı” bizim halk. ABD, darbeyi yapmıştı, ama nasıl da coniyi alt etmiştik! “Al papazı ver papazı” noktasına gelene kadar, Büyükada’da darbe planı yapan ve darbe yöneten “CIA mensubu akademisyen” teorilerinden tutun da, ABD elçiliğinde “FETÖ’ye çalışan” görevlilere kadar! Halkbank skandalının davasına bakan New York savcısı Bharara’dan Hillary Clinton’a kadar uzanan bir “FETÖ” ağı, dünyayı Türkiye’nin üzerine salarken, bizimki “siper et göğsünü dursun bu hayâsızca akın” diyerek kendisini feda ediyordu. Bu arada ATV’ci kitle, elde selpak hüngür-hüngür ağlıyor, reisine iki kamyonundan birini hediye edeninden, tankın egzozuna fanila tıkayan ve kamyon kullanan dişi İslamcı teyzelere kadar, bir tür mitleştirme, efsane oluşturma süreci canla başla ilerletiliyordu. Dolar fırladığında dolar yakanlarla ABD menşeli cep telefonu kıranlar, milli ve yerli olduğu sürece kafasızca işler yapmanın makbul bir davranış olduğunu herkese gösteriyordu! Elbette bu tosunlar, esasında rejime aptallık derecesinde sadakati, maddi çıkara tahvil etmek isteyen bildiğin yurdun insanıydılar.

Sansarca “ensar” edebiyatı yapan butik arsacı, komisyoncu politikacıların söylemlerini alkışlayanlar, giderek Suriyelilere karşı ırkçılık yapmaya başlarken, onların diğer partilerdeki muadilleri – özellikle seküler CHP’li nasyonalistler – “bak işte anladınız sonunda” diyerek ırkçılığı alkışladılar, sosyal demokratça! İşbankası hisselerine el konulması riski belirince, anayasadaki özel mülkiyetin dokunulmazlığı ilkesini hatırlayan bu zevat, nedense bu ilkenin varlığını Bank Asya veya bazı şirketlere el konduğunda hatırlamamıştı! Aman ya, ben de ne kadar şeyim öyle. “FETÖ’ye” mi çalışıyorum neyim! Kulpumuz hazırdı: eleştirince hemen bilinen kategoriye alınıveriyorduk. Ya “FETÖ” ya da Kürtçü. Hangisini beğeniyorsan odur!

Günler böyle geçtikçe, sabitlendi bu söylemler

Gerçeğin alternatifi oldu önce, ne kadar itiraz edilse de. Sonra gerçek unutuldu. Derken, en tutarsız şeyler, gerçek olarak kabul görmeye başladı. Mesela, 17 Aralık sonrası, ses kayıtlarının “montaj olduğunu hisseden” bakanla çok dalga geçilmişti ya, şimdi o kayıtların bırakın sahte olup olmadığını, varlığını hatırlayan kalmadı. Esasında domuz gibi hatırlar, hatırlamazdan gelenler de, hatırlamamak bir şekilde hayatta kalma dürtüsüyle rant arasında bir yerlerde olunca, e haliyle, hatırlamamak daha ehven geldi. Bu güzel toplumla ne kadar övünsek azdı.

Bizi kimse sevmiyor, kalanlar da kıskanıyordu zaten. Dünyanın en büyük havaalanını biz yapmıştık da Almanya kıskançlığından ve haset tutumundan Gezi’yi desteklemişti! Bizim model uçak, pardon İHA’larımızı kıskanıyorlardı, hem de çok! Ama biz yine de tank motorunu onlardan almaya çalışıyorduk, çünkü Alman yalıyordu ağabey! Yüzde yüz Bostancı Sanayi kaporta tanka sağlam Alman motoru takıyor, uçaklarımızı “one minute” İsrail’e modernize ettiriyorduk. Ah bir de bu Yahudi sermayesi olmasa derken, Gazze diye-diye ortaya attıkları ve sonra da ortada öylece bıraktıkları Mavi Marmara falan kimsenin umurunda değildi. Şekilden ibadet edip, sonra bini bir para yalanlardan imtina etmeyen İslamcı ahlakı, ne kadar dibe vursa, yine de sonu gelmiyordu bu işin! Ne derindi o dip hey Allah’ım!

İşkence edilen insanlar, tedavisi yapılmayan fikir suçluları, içeride bebekler, tüm bunlar birer “tezgâhtı” zaten. Öyle ya, bizim mahalle dindarı, Diyanet’in resmi doktrinini dinini yerine çoktan geçirmişti bile. Yoksa bu topraklarda, bu Ortadoğu’da, sosyo-politik din gerçeği bu muydu? Peygamberin torununu bile katledip üstüne bir güzel meşrulaştıran bir geleneğin yansımaları olmasındı bu yaşananlar sakın! Yok canım, ben de neler diyorum böyle ya, çok ayıp, değil mi! Her şey aslında çok güzeldi, çok ideal ve temiz! Ve ben ve benim gibiler, dili fazla uzun, ve biraz da yaramaz çocukları mahallenin, haddini bilmezce, utanmaz-arlanmazca boylarını aşan şeyler söylüyorlardı. Öyle nehir geçerken ölen, denizde boğulan bebeleri falan unutup, “olsa olsa Erdoğan’dır bu işin sorumlusu” deyi işin içinden çıkmalıydım ben de. O zaman, makbul olurdu “analiz”.

Savaş mı?

Savaş veriyorduk ya. Bunlar olurdu. Kabullenilmeliydi çekilen acılar. Direnmek buydu. Asgari ücret de direnişin bir parçasıydı, yıllar sonrasına verilen dişçi randevuları da. Havaalanı işçilerini dövüp içeri alan devlet de normaliydi savaşın, Kur’an kursunda tecavüze uğrayan çocukların ırzları ve iç dünyaları da! Cinsel eğilimini beğenmedikleri insanlar bu çocukların dramını dünya âleme duyururlarken, dinbaz İslamcılar pislediği yerin üzerini kapamaya çalışan kedi gibi, satıhtan çalışıyor, meclisinden toplumuna, “olmuş artık bir defa, genellemeyelim” türü yorumlarla, verilen savaşa uygun kıvırıyorlardı. Memleketin anasına bilmem ne yapan müteahhitlerin borçlarını affeden rejim, sonuçta Avrupa’da alabileceğiniz en ucuz elektriği ve doğal gazı size sunmuyor muydu be!

Verdiğimiz savaşın ne olduğunu anlayamadım, anlayamıyorum. Ama veremediğimiz savaşın ne olduğunu çok net görebiliyorum. Erdemin savaşı, mücadelesi, gayreti en azından, verilmedi, verilemedi belki, ve verilmiyor, verilemiyor bir türlü dostum. Esas savaş, sana kakaladıkları, arkandan işler çevirmek uğruna gözüne kara çaldıkları olmayan savaş değil oysa. Çocuğundan çaldıkları paraları yerken, o paralarla kendilerine zevk-i sefa hayat sürenlerin senin üzerinden savaş edebiyatı yapmalarının sonucu, çocuğunun “şehit tabutuna” kolunu yaslayan, sonra da sana şehit olmak konusunda ahkâm kesen, kendi oğluna çürük raporu aldırmış yalancılardır. Kendi oğluna istemediğini senin oğluna isteyen ve seni buna koşullandıran vampirler, sana milli mücadele masalı anlatıyor, kanını emerken.

Üçüncü dünya savaşı değil. Bağımsızlık mücadelesi hiç değil. Dış saldırı yok. Ekonomik savaş palavra. Dış mihraklar fasa fiso. Esas mesele ama ne biliyor musun? Türkiye, yani sen gerçekten taarruz altındasın. Ah bir de sana sandıranı görebilsen! Belki o zaman işte, yeni bir başlangıç, temiz bir sayfa açılabilir.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

3 YORUMLAR

  1. SUPER, Tesekkurler Mehmet Bey,

    Yaziya eklenecek bir sey yok ama ben Necip fazilci kesilip tersini yapanlara inat Necip Fazilin sakarya turkusunden bir ekleme yapayim,

    oz vataninda garipsin oz vataninda parya
    yuzustu cok surundun ayaga kalk sakarya

    Inanma memleket tehlikede deyip operasyon cekenlere bu operasyon sana yapiliyor cemaat e degil sana opersyon cekebilmek icin cemaati aradan cikarma operasyonu ilk yapilanlar. Maksat sirtina binmek seni olumune calistirip karin toklugunda birakip surekli borclandirmak hep baskasina calismani saglamak. Insanca yasamanin onunu kesmek.

  2. Devam et hocam, söyle doğruları eğmeden bükmeden.

    Kılıf aramadan… Bizim taraf diyeoluşturmadan aldanmadan. İnsanca, onurluca.

    Bizden olan hatayı söylemek vicdan işi. Bizi de söyle hocam. Öyle söyle ki başkasının dedikleri yanında sönük kalsın.

    Ama hapisteki çocuklar, zindandaki kadınlar incinmesin.

  3. kaleminize saglik Hocam,cok guzel yazmissiniz.
    2 hususta psikolojik-sosyolojik analizinizi merak ediyorum:
    1. Yiginlarin toplumsal hipnoza kanmalarini az cok anlayabiliyoruz ama aydin gibi gorunenler nasil kaniyorlar, bunu cok anlayamiyoruz. Sizce nasil?
    2. Erdem mucadelesi nasil verilebilir? karakterli – erdemli insanlar nasil olunabilir? Bir Ahmet Altan olmak mumkun mudur? Tavsiyeleriniz var mi?
    Tesekkurler…

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin