Muhalefet nedir, ne değildir?

YORUM | Prof. Dr. MEHMET EFE ÇAMAN

Türkiye’de 31 Mart yerel seçimleri sonrası yalancı bahar gibi ortaya çıkan demokratikleşme sürecinin neden rejim değişikliği sağlamayacağını ve muhalefetin neden rejimin bir parçası olduğunu ele almaya çalıştım. Muhalefet neden muhalefet değil şeklinde özetlenebilecek bu eleştiriler sonrası, şimdi muhalefet nasıl gerçekten muhalefet olur sorusunu yanıtlamaya çalışmanın zamanı geldi kanısındayım.

Bu yazıda gerçek bir muhalefetin bu rejimde neleri talep etmesi, hangi pozisyonları savunması gerektiğini söyleyeceğim. Çünkü bugün demokrasi olduğunu sananlar, seçimsel prosedürle işleyen bir liberal demokratik düzen arasındaki farkı bilmiyorlar. Veya bu farkı bilmelerine karşın, bilemediğim bir nedenle bunu gizleme gereği duyuyorlar. Gerçek demokrasi, özgür ve adil seçimleri şart koşar. Demokrasi kelimesinin önündeki özgür ve adil sıfatları, demokrasiyi niteleyerek onun asgari şartlarını ortaya koyar. 17 Aralık sonrası süreç, Türkiye’de bu minimum koşulları akamete uğrattı. 15 Temmuz’da ise ip tamamen koptu ve Türkiye demokrasi olma vasfını tümüyle yitirdi. Seçimlerin olması, seçimler özgür ve adil olmadığı sürece, bir ülkede demokratik bir düzen olduğu anlamına gelmiyor. Bu noktada muhalefetin üzerine düşen birincil görev, bu anti-demokratik rejimin derhal son bulmasını sağlamak olmalı. Bu nasıl olacak? Çok basit. Rejimin ortadan kaldırdıklarının yeniden tesisiyle! Yani köklü tamirat süreci ve bunun akabinde hızlı ve kararlı bir demokratik derinleştirme süreci gerekiyor. Amaç hukuk devletinin yeniden tesisi ve daha fazla geliştirilmesi olmalı. Muhalefet bunu ana ilke edinmeli. Bunu ilke edinmeyen bir muhalefet, salt Erdoğan’a karşı olmakla gerçek bir muhalefet olamaz. O halde yapılması gereken minimum şeyler nedir? Bir bakalım!

Anayasa’yı yeniden yürürlüğe koymak

Türkiye’de 1982 anayasası halen geçerli. Fakat bu anayasa tabiri caizse salt kâğıt üzerinde olan bir metin! 17 Aralık sonrası bu anayasanın ana temeli olan yürütme ile diğer erklerin (yasama ve yargının) ayrılması ilkesi, sivil bir darbe ile sona erdirildi. Hükümet görevdeki hâkim, savcı ve kolluk gücünü anayasaya aykırı şekilde engelledi, sonra onları başka yerlere sürdü, derken görevden aldı, sonrasında ise hapse attı. Bu şekilde, yargı yürütme erkinin güdümüne sokuldu. Yargıçların ve mahkemelerin bağımsız karar verebilme yetisi sekteye uğratıldı. O tarihten beri, gittikçe artan bir biçimde politik kararlar veren yargı, hükümetin beklentileri doğrultusunda yüz binlerce düşünce suçlusunun demir parmaklıklar arkasına girmesine neden oldu. Bu öyle bir domino etkisi yarattı ki, hükümetin gücü onlarca misli artarken, ülkede hükümeti eleştiren tüm aydınlar tepelerinde Demokles’in korkunç kılıcını hissetmeye başladı. Anayasasız bir yönetim, keyfiliği beraberinde getirir. Kendi anayasasına uymayan bir yürütme, kontrolden çıkar ve müesses düzen yıkılır. Türkiye’deki en ciddi sorun budur. Tüm acıların ve mağduriyetlerin temelinde, anayasal düzenden ve onun öngördüğü devlet mimarisinden uzaklaşmak vardır. Bir muhalefet eğer gerçek muhalefetse, nasıl bunu gündeme getirmez?

Rejimin diskurunu reddetmek

Bugünkü rejim, yaptığı kanunsuzlukları, kullandığı diskur (yani söylem, dil, retorik) üzerine inşa etmekte. Bu ne demek? Yaptıkları tüm kanunsuzlukların temelinde şu iddia vardı: 17 Aralık bir sivil darbe girişimidir. Bu diskur, tüm Türkiye tarafından kabul ediliyor artık. Oysa kral çıplak: kirli işlere bulaşmış, yolsuzluklara batmış bir iktidar zümresine suçüstü yapıldı. İş üzerinde yakalandılar. Enselendiler! Bunun hukuksal bedelini ödememek, yargıdan kaçmak için “bize darbe yapılmak istendi!” dediler. Eğer masum olsalardı, elbette bu bir darbe girişimi olarak nitelenirdi. Fakat internete düşen tapelerden de, yargı sürecinde ortaya konan diğer kanıtlardan da gün gibi açık şekilde ortaya konduğu üzere, masum değillerdi. Türkiye tarihindeki en büyük yolsuzluk olayıydı söz konusu olan! Hatta o dönemde gerek CHP gerekse MHP, bu yolsuzlukları birincil konu olarak kem kamuoyu gündemine, hem de meclis gündemine taşıdı. Ne yani, onlar da mı bu “sivil darbe planının” planlayıcıları veya uygulayıcılarıydılar? Bugünkü tutumlarıyla çelişmiyor mu, o günkü politikaları? Tabi bu “hükümeti devirmek için darbe yapıldı” söylemi bugün 15 Temmuz’la aynı bağlamda, onun tamamlayıcısı, hatta onun ana zeminidir. Rejim bu olay üzerine önce “paralel devlet” kavramını yarattı, işlevselleştirdi ve kullandı. Bununla, Cemaat nefreti oluşturma gayretine girdiler. “Haşhaşiler” vs. kavramlarla ötekileştirme ve değersizleştirme süreçleri devreye sokuldu. Derken, takibat önce düşük yoğunluklu olarak başladı. 15 Temmuz sonrasında bu dil, biraz daha geliştirilerek “FETÖ” kavramı icat edildi. Daha doğrusu, Gülen’in adını aşağılayarak kısaltmasını yapan ulusalcı basın başından beri Gülen için “Feto” kavramını kullanıyordu. Onlara göz kırpacak şekilde “Fethullahçı Terör Örgütü” diye bir terim icat ettiler. Ve onu “FETÖ” olarak kısalttılar. Böylece Beyaz Türkler ve CHP tabanı bu terime balıklama atlayacaktı. Öyle de oldu. Bu diskurun ötesinde, Batı’nın ve onun değerlerinin “bizi bölmek-parçalamak” için kullanıldığı şeklinde özetlenebilecek bir imaj-algı çalışması yapıldı. Bunun için yandaş medya kullanıldı. Böylelikle bu rejim dili (diskur) sağlamca yerleşti, topluma endoktrine edildi. Bu rejim dili, bugün CHP ve İYİ Parti, hatta ve hatta HDP tarafından kullanılıyor. Bu bakımdan, onlarla Erdoğan ve MHP arasında ne fark var? Bu değişmeden gerçek bir muhalefet olamaz ülkede. Öncelikle bu dilin kategorik olarak reddedilmesi ve onun yerine hukukun ölçülü diline geri dönülmesi esastır. Muhalefet bunu talep etmeli, kendi tutumunu da buna göre belirlemelidir.

Suçun şahsiliği ilkesini işletmek

Bugün en ciddi hak ihlallerinin başında, hakkında suç işleme iddiası olan insanların yakınlarına yapılan takibat gelmektedir. İster suçlu olsun, isterse olmasın, hiçbir zanlının annesi, babası, eşi, çocukları veya yakınları, işlediği iddia edilen suç kapsamına sokulamaz. Suç bireyseldir. Bugün bu ilke uygulanmamaktadır. Muhalefet, yüz binlerce mağdurun mağduriyetini gündemine almıyor. Bu nasıl iş! Böyle muhalefet olur mu? İnsanların hayatı karartılıyor! En bilinen örnek Dilek Dündar’ın başına gelenler. Eşinden dolayı pasaport alması engelleniyor, seyahat özgürlüğü gasp ediliyor. Hele Cemaat’e yakın olanların durumları daha da vahimdir. Onlar bu ülkenin “istenmeyen insanları”, “ötekileri” olmuştur. Ve bu, işin acısı, tümüyle genel kabul görmektedir. Muhalefet bunsan dolayı o insanların sorunlarını yok saymaktadır. Suçun şahsiliği ilkesini savunmayan, talep etmeyen bir muhalefet, muhalefet olamaz!

Masumiyet karinesini işletmek

Bugünkü rejimde “suçsuzluğunu ispat edene dek suçlusun” garabeti geçerlidir. İsnat edilen suçun kanıtlara dayanmasına gerek duyulmuyor. Hiçbir veri, gösterge, işaret veya delil olmaksızın, iddialar üzerine insanlar gözaltına alınıyor, tutuklanıyor. Gizli tanık beyanları üzerine insanlar onlarca yıl mahkûmiyet alıyor. Tüm medeni ülkelerde, bir insanın suçu kanıtlanana kadar o kişi masum addedilir. ABD başkanı Reagan’a suikast yapan kişi bile, olayın net olarak kameralara yansımış olmasına karşın, mahkeme kararına dek ABD medyasında ve hükümet nezdinde “zanlı” olarak nitelenmiştir. Bugün Türkiye ile uygar dünya arasında, bu ilkenin uygulanışı – yani hukukun diğer bir temel taşı – bakımından ışık yılı fark vardır. Bir muhalefet, bu garabeti eleştirmeden ve evrensel hukuk gereği masumiyet karinesi ilkesini savunmadan ciddiye alınamaz.

Temel hak ve özgürlükleri garanti altına almak

Bu rejimde mevcut koşullarda hiçbir temel hak ve özgürlük garanti altında değildir. Buna özel mülkiyet hakkı da dâhildir. Ki sırf bu bile Türkiye’yi taş devrine geri götürmeye yetmiştir. Fikir ve ifade özgürlüğü, toplanma ve eleştiri özgürlüğü, basın ve medya özgürlüğü, dil ve inanç özgürlüğü gibi haklar ve özgürlükler uygulanmamakta, ya da keyfi olarak engellenmektedir. Binlerce insan, örneğin sosyal medyadan Erdoğan’ı veya rejimi eleştirdiği için hapishanededir. Milyonlar konuşmaya korkuyor. Medyada röportaj yapılan insanlar sözlerine “isterlerse beni tutuklasınlar umurumda değil!” diyerek başlıyor. Muhalefet bu durumu kanıksamış görünüyor. Temel hak ve özgürlükleri talep etmediği müddetçe hiçbir siyasi hareket muhalefet olarak nitelenmeyi hak etmez.

Hukuksuzca tutuklanan mağdurları serbest bırakmak

Türkiye’de 2015’ten beri 510.000 (beş yüz on bin) insan gözaltı veya tutuklama geçirmiştir. Bu, Hitler ve Stalin dönemlerindeki rakamlara ve uygulamalara benzerlik göstermekte, faşizmi çağrıştırmaktadır. 180.000 civarı kamu personeli, 40.000 subay, binlerce yargıç ve savcı, 7.000’in üzerinde akademisyen, yüzlerce gazeteci, onlarca HDP’li milletvekili, yüzlerce Kürt yerel yönetici, büyük mağduriyetler yaşamıştır, yaşamaktadır. Hapishanelerde yer kalmamış, kapasiteler üç katına yakın seviyede aşılmıştır. İnsanlar keyfi ve hukuksuz gerekçelerle takibata uğratılıyor. Gerekçesi ne olursa olsun, hukuki bir gerekçe olmaksızın, kanıtsız ve ispatsız suç olamaz. Muhalefet bu sorunu gündeme getirmiyorsa, uyanın, o muhalefet değil, rejimin küçük bir gaz alıcısıdır, karbonatıdır!

Hukuksuz Kanun Hükmünde Kararname’leri iptal etmek

2015 Temmuz’undan sonra anayasa ve yasalara aykırı, keyfi kararnamelerle bir Gestapo rejimi kurdular ve bunu halka dayattılar. Halk, yukarıda ele aldığım nedenlerle bu beyin yıkamayı, endoktrinizasyonu kabullendi, benimsedi. Bu KHK’lar, rejimin ana iskeletini oluşturuyor. Tüm sonuçlarıyla beraber derhal iptal edilmeleri gerekiyor. Zaten hukuken yok hükmündeler. Ama hukuk yok ki, yok hükmü üzerinden eleştirelim! Muhalefet bu KHK’lıların durumunu gündeme getirmiyor. Getiriyorsa da, adamına göre muamele yapıyor. KHK’ları ilkesel olarak reddetmeyen, tüm KHK’ların amasız ve fakatsız derhal iptalini, tüm sonuçlarıyla beraber feshini talep etmeyen bir muhalefet, gerçek muhalefet olamaz.

El koyulan mülkleri sahiplerine iade etmek

Kanunsuzca el koyulan ve barbarlıkla eşanlamlı olan devlet eliyle mülk gaspı uygulamalarına tüm sonuçlarıyla beraber son verilmelidir. Bunu talep etmeyen muhalefet, bırakın siyasi muhaliflik rolünü, uygar olduğu iddiasında bile bulunamaz. Ben şu ana dek çakma muhaliflerin bu konuyu gündeme getirdiklerini görmedim.

Kapatılan üniversiteleri ve eğitim kurumlarını açmak

Mülk meselesiyle beraber, derhal tüm kapatılan eğitim ve araştırma kurumları, üniversiteler, okullar, hastaneler sahiplerine iade edilmeli, eski statülerine kavuşturulmalıdır. Muz cumhuriyeti uygulaması olan “kapattım, el koydum, ne var!” türü despotik Gestapo uygulamaları bu yüzyıl için utanç vesikasından başka bir şey değildir. Medeni insanlara bir üniversitenin nasıl terörizmle bağlantılı olarak kapatıldığını olanağı yok, izah edemezsiniz. Muhalefetin bu konuya girdiğini ben hiç duymadı, ya siz?

Yargı mensuplarını görevine iade etmek

Anayasa Mahkemesi üyeleri, hiçbir hukuki süreç işletilmeden, kendilerini savunma hakkı bile olmaksızın, görevlerinden alındı. Yargıç dokunulmazlığı kaldırıldı. Oradan oraya sürülen yargıç ve savcılar, keyfi görevden alınanlar; böyle binlercesi var. Muhalefet bunları sorun olarak görmüyor ki, gündeme de getirmiyor. Muhalefet bu mudur? Bunu eleştirmezseniz neyi eleştireceksiniz efendiler!

Diğer önemli konular

Yüzlerce diplomat saçma sapan, fabrikasyon gerekçelerle görevden alındı. Bu insanlar kolay mı yetişiyor? TSK personeli tarumar edildi, çok büyük hak ihlalleri, işkenceler ve rezil uygulamalara maruz bırakıldı. Bu kurumun personeli bunu hak etmiyor. Darbe girişimine karışan, insanlara silah doğrultan kişiler elbette hukuk önünde hesap versin. Ancak bu tür şeylere kesinlikle bulaşmamış on binlerce subay var! Ayıptır. Bu yapılan, ülkeye ihanettir. Ayrıca TSK eğitim kurumları meselesi büyük bir katliamdır. Yüzlerce yıllık kurumsal eğitim yuvaları yangından mal kaçırır gibi tarihten silindi! Benim de ders verdiğim, emeğim olan Harp Akademileri gibi Türkiye devletinin temel direklerinden olan bir eğitim yuvası yıkıldı. Muhalefet bunu nasıl benimsedi, hala hayret ediyorum. Diskur üzerinden bu kurumları “FETÖ” sızmış gibi bir gerekçeyle apar topar kapattılar. CHP, cumhuriyetin kurucusu muhalefet, Atatürk’ün partisi falan filan, geçiniz. Bu konuda bir sözü olmayan parti isterse Anıtkabir’de ikamet etsin ne değişir? Olan rezaleti üslubuyla eleştirmek, aklın mantığın ve sadakatin gereğini yapmak bu kadar mı zor? Dahası, TSK hizipler arası bir muharebe alanına döndü. Bu muhalefet denen partiler hiç mi düşünmezler, bu vatanın savunması söz konusu olduğunda orduya nasıl güvenilecek? Bu kadar nifak girmiş, fetrete düşmüş bir askeriye devletin çözülmesinden başka bir anlama gelmez. Muhalefet Avrasyacıların tasfiyelerini görmezden geliyor. Darbeci Ergenekoncuları yücelterek, onların yörüngesinde kendilerine korunma ve kollanma bularak, tatlı su muhalefeti olarak rejime hizmette beis görmüyor. İhanet nedir sorusuna örnek vaka olarak bundan daha iyisi bulunamaz sanırım. Bunu gündeme taşımayan muhalefet olur mu?

Devam edelim: pasaport iptallerinin kaldırılması, 17 Aralık yolsuzluk dosyalarının yeniden açılması, 15 Temmuz kontrollü darbe girişiminin etrafındaki esrar perdesinin dağıtılması ve bu konunun zerine kararlılıkla gidilmesi gibi konular muhalefetçe gündem yapılmıyorsa, bilin ki o muhalefet muhalefetlik görevini yapmıyor, rejim değirmenine su taşıyor demektir. Dahası, anayasa ve yasalara aykırı hareket eden ve görevini kötüye kullanan memurların soruşturulmasını talep etmek, muhalefet yalnızca olmanın değil, aynı zamanda insan olmanın gereğidir. Yine aynı şekilde 15 Temmuz ve 16 Temmuz günleri yaşanan korkunç sahnelerin sorumlusu olan sivil canilerin bulunmasını talep etmeyeceklerse, neden ortada muhalefet olarak geziyorlar? İstanbul’da “demokrasi kutlaması yapan” CHP’liler bunu hiç düşündü mü? O katledilen askeri okul öğrencilerine de mi acımıyorsunuz? Bu nasıl bir etik zafiyetidir!  Muhalefet yine gerçekten rejime muhalifse eğer, derhal Kürt sorununun müzakerelerle ve barışçıl yollardan çözümünü sağlayacak bir yeni çözüm sürecinin başlatılmasını talep eder, AB sürecini canlandırır, müttefiklerle ikili temaslar kurar, insan hakları meselelerinde onlara bilgi verir, Türkiye’nin normalleştirilmesi konusunda işbirliği arayışlarına girer. Bu çerçevede anayasal reform taslakları hazırlar ve bunları kamuoyu ile tartışmaya açar. Dönemin kapatılması ve normalleşmenin başarılması için mağdurların maddi ve manevi tazminatlarını gündeme getirir. Bunların bazılarını değil, tümünü yapan bir muhalefet olmadıktan sonra, Türkiye’de hukuk devleti de demokrasi de hayaldir, fantezidir, masaldır!

Bu rejimin taşlarını döşemeye yardımcı olan, rejimin korkunç hak ihlallerine çanak tutan, rejimin yedek kulübesinde bulunmak için rejimi eleştirmekten kaçınan muhalefetin gerçekten muhalefet olduğuna emin misiniz?

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin