Manghut Vakıa’sı…

Yorum | Naci Karadağ

Birkaç günden beri işimi gücümü bıraktım, gece gündüz Manghut izliyorum.

Hayır…

Orijinal bir Netflix dizisi değil Manghut.

Orijinal ismi Typhoon Mangkhut olan bir kasırga, tayfun…

Hatta ona “Süper Tayfun” diyorlar…

Şüphesiz bu payeyi olağanüstü yıkıcı olan etkisinden dolayı alıyor.

Bugüne kadar sadece Filipinler’de 70’den fazla, Hong Kong’ta ise 100’den fazla insanın hayatına mal oldu Manghut..

Şimdilerde Çin’de geziniyor. Ölü ve yaralı sayısını tam olarak bilemiyoruz.

Önüne ne gelirse yıkıp, söküp, parçalayıp geçiyor…

Çin kırmızı alarmda..

Kasırga geçtiği yerleri çaresiz bırakıyor, insanların yapabildiği en iyi şey saklanmak. Önlem olarak kaçmaktan başka şansı yok insanlığın. 2,5 milyon kişinin bölgeden tahliye edildiğini söylüyor uzmanlar. Aslında çok fazla kaçacak yer de yok…

Mesela, işin ehli Manghut’un kuzeni olarak gördükleri Florence kasırgası da Amerika’yı vuruyor aynı şiddette.

Saatteki hızı 150 km civarı olan bir felaket bu.

Çok artist olmamızın anlamsızlığı bir nevi bu tayfunun ortaya çıkardığı manzara.  Acziyetimizi yüzümüze vuruyor Manghut ve Florence… 150 iken böyle, bir “tık” daha artsa evlerimiz iskambilden oyun gibi uçuşacak, araçlarımız rüzgârda savrulan sabundan baloncuklar gibi döne döne fezaya fırlayacak.

Şimdi bile öyle aslında.  Koskoca kamyonlar bile giderken takla atıyorlar, çatılar Vivaldi valsındaki inatçı kontes gibi önce nazlanarak salınıyor ardından Ya Allah diyerek rüzgarın koluna atıyorlar kendilerini. Geçen bir videoda havada uçan dondurma makinası gördüm!

200 km olsa (Allah muhafaza) hepimiz şimdi boşlukta geziniyorduk. Semada sir dolu müteharrik insan düşününün. Hadi “Atayisler” onu da açıklasın bakalım!

Latife bir yana.

Özellikle Manghut videoları beni dehşete düşürdü…

96 ayetlik Vakıa suresine döndüm sonra.

Belki çok farklı bir bağlamda ile almak lazım ama izlediklerimle ile okuduklarım arasında öylesine bir senkronizasyon yaşadım ki, yaşadığımız günlerin bir tür Kıyamet demostrasyonu olduğuna ikna bile oldum.

Şöyle başlıyor Vakıa:

“1- Olacak vak’a olduğu zaman… 2 – Onun oluşunu yalanlayacak kimse yoktur. 3 – O, alçaltıcıdır, yükselticidir.”

İnanılmaz bir “yüksek” giriş aslında.

Bir vakıadan bahsediyor ve bunun neticesinde bir takım alçalma ve yükselme hadiselerinden söz ederek, finalde her insanın kendine has ders alabilmesi için bir takım perspektifler sunuyor Kur’an-ı Kerim…

Hemen ardından gelen ayetler bir haber bülteninde “Süper Tayfun” ya da başka bir doğal felaket haberinin dış sesi gibi:

“4 – Yer şiddetle sarsıldığı… 5 – Dağlar serpildikçe serpildiği… 6 – Dağılıp toz duman haline geldiği… 7 – Ve sizler üç sınıf olduğunuz zaman…”

Aslında Kur’an’da kıyamet sahnelerini başka surelerde de görmüştük. Vakıa’nın diğerlerinden farkı sonuçlarına fokus yapması. İnsanların üç sınıfa bölüneceğini söylüyor ayet-i kerime.

İşin detayına inip size vaaz-u nasihatte bulunacak kadar haddimi aşmayacağım emin olun. Bu sebeple gelin bu işin ehline müracaat edelim ve bakalım Hamdi Yazır (Rahmetullahu Aleyh) bu konuya nasıl bakıyor:

“O üç sınıf, “Fâ-i tafsıliyye” (açıklama Fâ’sı) ile şöyle beyan ediliyor: Ashab-ı meymene. Meymene, yemin yeri yani sağ kol, sağ taraf yahut meymenet, uğur ve bereket mânâlarına gelir. Sağ taraf, meclis ve mahfillerde saygı ve hürmet mevkii olduğuna göre, “ashab-ı meymene” hürmet makamında bulunan yüksek şeref sahipleri demek olur. Aynı zamanda bu gibi kimseler hayra yarayan ve kendilerinden istifade edilen faydalı zatlar olmaları sebebiyle meymenetli diye nitelendirilirler. Nitekim kelimenin iki mânâsına da işaret etmek için dikkatler şöyle celbediliyor: Amma ne ashab-ı meymene, yani öyle çok meymenet sahibi zatlar ki uğur ve bereketleri her vechile gıpta ve hayrete şayandır. Kanaatimizce bu vasıf, hitabın şu andaki ümmet için olduğunu hatırlatmaktadır. Yani geçmiş ümmetlerde benzeri bulunmayan ashab-ı meymene demektir.

Bunlara mukabil ve ashab-ı meş’eme. Meş’eme, şum yeri, yani sol kol, yahut yümnün (uğurun) zıddı olan şeâmet ve uğursuzluk mânâlarına gelir. Ashab-ı meş’eme de sol tarafta, alçak yerde bulunan değersiz yahut kendilerine ve yakınlarına uğursuzluğu dokunan kimseler demek olur. Burada her iki mânâya işaret için de şu vasıf tekrar edilmiştir. Amma ne ashab-ı meş’eme, ne uğursuz kimseler! Biraz sonra gelecek âyetlerde ashab-ı meymene’ye ashab-ı yemin, ashab-ı meş’eme’ye de ashab-ı şimâl denilmiştir.

Bunların hepsinin önünde olmak üzere önde olanlar da öncüdürler ileri geçmişlerdir. Bunlar hakka kullukta iman ve itaatta hayır yarışlarında en öne geçenlerdir. Peygamberler, Sahib Yasin (Habib b. Musa en-Neccâr) Firavun ailesinden iman edenler, muhacir ve ensardan sâbikûn-ı evvelin (ilk geçenler) ünvanına sahib sahabiler gibi. Mübtedâ ve haberdir. Yani “sâbikun” adını alanlar, gerçekten sâbikûn vasfını kazanan ve üç sınıfın ilerisinde, kasdettikleri gayeye hepsinden önce ulaşan zatlardır.”

Meymene, Meş’eme ve Sabikun ashabı…

Dehşetli olayların cereyan ettiği anda, ayrışacak, kimi alçalacak, kimi yükselecek, kimi sabır ile savunma hattını bozmayacak, kimi darmadağın olacak…

Mankhut ve Florence beni aynanın karşısına geçirip şu soruyu sormama sebep oldu:

“Sen hangi sınıftansın?”

Belki daha zor olan şu soru da var:

“Alçalanlardan mısın, yoksa yükselenlerden mi”

Vakıa Suresi sonraki 80 ayeti boyunca alçalanların ve yükselenlerin güzergâhını takip ediyor. Onların habitatlarına yakın plan bir bakışta bulunuyor.

Açıkçası, Süper tayfun kadar etkileyici bir hikayeyi ilahi kelimelerle ayn-el yakîn izliyor ve ürperiyoruz…

Ve sure finalize olurken en sondan bir önce şu cümleyi söylüyor:

İnne haza lehüve hakkul yakîn… (Kesin gerçek budur işte.) Fessebbih bismi rabbikel azîm. (Öyle ise Rabbini o büyük ismiyle tesbih et.)

Daha pek çok ders çıkarıcı cümleyi buraya yerleştirmek mümkün ama hiç birisi hakikatin kendisi kadar etkili olmayacaktır.

Buyurun izleyin:

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin