M.Akif ve Bediüzzaman’ın Abdülhamit’e muhalefetini anlamak (2)

YORUM | Dr. YÜKSEL NİZAMOĞLU

Geçen hafta yaşadıkları dönemde “İslam Şairi” olarak bilinen M. Akif ve “Bediüzzaman” olarak tanınan Said Nursi’nin Abdülhamit ve rejimiyle ilgili eleştirilerinin nedenlerini anlamak için giriş mahiyetinde bir yazı kaleme almıştık.

Akif ve Bediüzzaman’ın eserlerinde Abdülhamit’e, Abdülhamit rejimine yönelik eleştirilerinin anlaşılabilmesi için de dönemin öne çıkan yönlerini özetlemeye çalışmıştık.

Eleştirilerin odak noktasında Abdülhamit’in ülke yönetimini Yıldız Sarayı’nda toplayarak halktan uzak bir “tek adam rejimi” kurması, yaşadığı olayların etkisiyle gittikçe artan vehminin sonucunda “hafiye teşkilatının giderek güçlenmesi” yer almaktaydı. Ayrıca jurnalciliğin inanılmaz boyutlara ulaşması da bir diğer eleştiri konusuydu.

En büyük eleştiri ise baskıcı rejimin “dini bir görünümle” uygulanması ve halk tarafından dinin bir gereğiymiş gibi algılanmasıydı.

Bu yazımızda ise M. Akif’in şiir ve yazılarından hareketle Abdülhamit’e muhalefetinin gerekçelerini ortaya koymaya çalışacak, sonraki yazımızda da Bediüzzaman’ın yaklaşımına yer vereceğiz.

M.AKİF VE BEDİÜZZAMAN

M.Akif ve Bediüzzaman’ın birçok ortak noktası bulunmaktadır. İkisi de Abdülhamit rejimini eleştirmiş, Meşrutiyeti büyük bir sevinçle karşılamışlardı. M. Akif, “hürriyet” için şiir yazarken Bediüzzaman da Selanik’te Meşrutiyeti öven bir konuşma yapmış ve Şark aşiretlerine Meşrutiyetin “dinsizlik” olmadığını anlatmaya çalışmıştı.

Akif, İttihat ve Terakki’ye de dâhil olmuş; Bediüzzaman da başlangıçta İttihatçıların politikalarına destek vermişti. Ancak önce Said Nursi 31 Mart Olayı sonrasında İttihatçılar tarafından yargılanacak, Akif de Cemiyetin yanlış yönlerini tenkit ederek muhalefet edecektir.

Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasıyla da hem Akif, hem de Said Nursi vatan savunmasında görev almışlardır. Akif, Enver Paşa’nın isteğiyle Almanya’ya giderek burada bulunan Müslüman esirlere “propaganda” görevini üstlenmiş sonra da Hicaz’da ve Necid’de Arap isyanını engellemeye çalışmıştı.

Bediüzzaman ise savaşla birlikte gönüllü alay kumandanlığı göreviyle Rus işgaline karşı savaşmış ve esir düşerek Kostruma’ya götürülmüştür. Esaretten dönüşte de İstanbul’da M. Akif’le birlikte Dar-ül Hikmet-ül İslamiye’de görev yapmıştır.

M.Akif TBMM’nin açılmasıyla Ankara’ya giderek milletvekili olmuş, verdiği vaazlarla ve Sebilürreşad mecmuasıyla Milli Mücadele’nin kazanılmasında önemli bir rol üstlenmiş, İstiklal Marşı ile de bu desteklerini taçlandırmıştı.

Bediüzzaman ise 1922’de Ankara’ya gelmiş ancak yeni rejimin gidişatından memnun olmadığından Van’a dönmüştü. Şeyh Sait isyanı sonrasında da yurt içinde vefatına kadar devam edecek bir “takip ve sürgün dönemi” yaşayacaktır.

Akif de 1923’de memuriyet verilmeden ve emekli olmadan tasfiye edilecek ve Sebillüreşad’ın kapatılması, Eşref Edip’in İstiklal Mahkemelerinde yargılanması ve kendisinin de polis tarafından “bir suçlu gibi takip edilmesi” sonrasında 1925’de Mısır’a gidecek ve ancak 1936’da dönecektir.

Görüldüğü gibi hem Akif, hem de Bediüzzaman üç dönemi de yaşamış, son dönemlerinde birisi “dışarıda sürgün”, diğeri de “içeride sürgün” olmuştur.

AKİF’İN YETİŞTİĞİ ORTAM

1873’de Fatih Sarıgüzel’de doğan M. Akif, baba tarafından Arnavut olup anne tarafı ise Buhara’dan Tokat’a gelmiştir. Babası müderris olan Akif, Fatih’te ilkokul ve rüşdiyeyi bitirmiştir. Rüşdiye eğitimi sırasında da üzerinde büyük etkisi olacak Hoca Kadri Efendi derslerine girmiştir.

Abdülhamit devrinin önemli bir muhalifi olan Hoca Kadri, “hürriyetperver” fikirlerinden dolayı Mısır’a kaçmak zorunda kalmış ve Jön Türk hareketine ilk katılanlardan birisi olarak orada “Kanun-i Esasi” gazetesini çıkarmıştı. Hoca Kadri daha sonra ölümüne kadar oturacağı Paris’e geçmiş ve sonra da İttihat ve Terakki karşıtı olmuştur.

Akif, o dönemin modern okullarında okuyarak Fransızcayı öğrenmiş ve birçok Fransız yazarı okumuştur. Diğer taraftan da medrese derslerini babasından okuyarak dini ilimlere ve Arapçaya vakıf olmuş, Farsçasını da geliştirmiştir. Bu yönüyle Akif, hem Batı hem de Doğu kültürünü öğrenmiştir.

Mülkiye mektebinde okurken önce babasının vefatı sonra da evlerinin yanması üzerine kısa yoldan hayata atılmak düşüncesiyle Mülkiye’nin Baytar Mektebi’nde okuyarak buradan mezun olmuştur. Bu eğitimi sırasında da hocalarının Abdülhamit karşıtı fikirlerinden etkilenmiş olmalıdır.

Mezuniyeti sonrasında İstanbul’da memurluğa başlayan Akif, görevi dolayısıyla Rumeli ve Anadolu’da birçok yere gitmiş ve halkın yaşadığı sıkıntıları yakından görmüştür.

AKİF VE SİYASET

Akif’in 1908’de Meşrutiyetin ilanı sonrasında yayınladığı şiirlerde bir taraftan “istibdat” dediği Abdülhamit rejimini tenkit ederken, diğer taraftan “hürriyet ortamını getireceği” düşüncesiyle Meşrutiyeti alkışladığı görülmektedir.

Bu sırada Fatin Gökmen Hoca vasıtasıyla İttihat ve Terakki’ye üye olduğu anlaşılan Akif, Cemiyete girerken yapması gereken yemin merasiminde üyelerin cemiyetin bütün kararlarına kayıtsız şartsız uyacakları” maddesine karşı çıkmış ve kısa bir süre sonra da Cemiyete muhalefete başlamıştır.

Balkan Harbinde yaşanan mağlubiyetler üzerine İttihatçı liderleri “üç beyinsiz kafa” olarak nitelendiren M. Akif, Birinci Dünya Savaşı’nda İttihat ve Terakki hükümetinin verdiği görevleri yerine getirirken de yanlış gördüğü uygulamaları tenkitten geri durmamıştır. Bu durum başyazarı olduğu Sebillüreşad’ın kapatılmasına neden olmuştur.

Milli Mücadele döneminde de her türlü fedakârlığı yapmasına rağmen 1925’de en yakın arkadaşı Eşref Edip “rejim muhalifi” olarak yargılanmış ve Sebilürreşad mecmuası kapatılmıştır. Görüldüğü gibi Akif’in üç dönemdeki muhalefetini de “yanlışları göstermek ve doğruları söylemek” olarak değerlendirmek daha doğrudur.

ABDÜLHAMİT KARŞITLIĞI

Akif eleştirilerinde sadece rejimi değil Abdülhamit’in şahsını da hedef almış ve “korkak ödlek”, “baykuş” gibi ifadeler kullanmıştır.

Mithat Cemal, Akif’in devirlerinde yaşadığı üç padişahtan “Abdülhamit’ten iğrendiğini, Mehmet Reşad’a kızdığını, Vahdettin’e de hem kızdığını hem de nefret ettiğini” belirtmektedir. Akif’in Abdülhamit’e kızgınlığı o derecededir ki 1908’de Meclis-i Mebusan’ın açılış töreninde Padişahı görünce fenalaşarak oradan kaçmıştır.

Akif, Abdülhamit muhalifliğinin öne çıktığı bir şiirinde şöyle diyordu:

“Kafes arkasında hanımlar gibi saklıydı Hamîd

Koca şevketli! Hakikat bunu etmezdim ümîd.

Belki kırk elli bin askerle sarılmış Yıldız;

O silahşörler, o al fesli herifler sayısız.

Neye mal olmada seyret, herifin bir namazı:

Sade altmış bin adam kaldı namazsız en azı!

Hele tebziri aşan masrafı, dersen, sorma”.

Görüldüğü gibi Akif’in buradaki en büyük tenkidi Abdülhamit’in binlerce kişinin yaşadığı Yıldız’da halktan uzak bir şekilde bulunmasıdır. Şiirin devamında da “şatafatlı” Cuma selamlığını gündeme getirmekte ve “Abdülhamit’in Cuma namazı kılabilmesi için altmış bin kişinin namazını kılamamasını” eleştirmektedir.

Mehmet Akif halkın böyle bir kişiyi otuz üç yıldır alkışlamasından yakındığı gibi devrin devlet adamlarına ve ulemaya da tepki göstermekte ve özellikle “Abdülhamit’e İslamiyet’in altıncı şartı gibi tapan şeyhülislam kapısındaki hocalardan nefret ettiğini” ifade etmektedir.

Akif’in Abdülhamit’i eleştirdiği bir şiir de “Acem Şahı” adını taşıyan ama gerçekte Abdülhamit’i eleştirdiği şiirdir. Bu şiirinde de adalet isteyen insanlara “hain” damgası vurularak susturulmalarına, zalim yöneticilerin memleketi harap etmek pahasına keyif içinde yaşamalarına ve İslam’ın asıl şiarı “hürriyet” iken ülkenin istibdatla yönetilmesine tepki göstermektedir.

İSTİBDAT KARŞITLIĞI

M.Akif çocukluk ve gençlik dönemini yaşadığı Abdülhamit rejimine karşı çok ağır ifadeler kullandığı gibi bu dönemi de “istibdat” olarak isimlendirmiştir. Akif Sebilürreşad’daki bir yazısında da istibdat rejimini iktidarın aczinin bir göstergesi olarak değerlendirmekte ve insan haysiyetine uygun olmadığını söylemektedir.

“Yıkıldın, gittin amma ey mülevves devr-i istibdâd

Bıraktın milletin kalbinde çıkmaz bir mülevves yâd! …”

“İstibdat” İslami terminolojide; “yöneticinin iktidarı ehl-i hall ve akdin kararı olmadan ve biat gerçekleşmeden güçle zor kullanarak ele geçirmesi ve ülkeyi İslamiyet’in öngördüğü meşveret ve nasihate yer vermeden yönetmesidir”.

Bu ifadeyle Akif ve Bediüzzaman’ın da dâhil olduğu “İslamcı muhalefet” olarak adlandırılan aydınlar, bu rejimin dini görünümüne karşılık dinle ilgisi olmayan bir baskı rejimi olduğunu ifade etmişlerdir.

Akif “İstibdad” şiirinin devamında bir hikâyeye yer verir. Buna göre başlarında “Padişahın biricik bendesi” olan zalim bir paşanın bulunduğu bir grup inzibat mahalleye baskın yapar. Baskın öncesinde çok neşeli ve canlı olan mahallede bir anda ışıklar söner, ortama korku ve sessizlik hâkim olur.

Kadın kocasının suçsuz olduğunu haykırmasına rağmen kocası yaka paça götürülür. Bir oğlu askerde şehit düşmüş, diğer oğlu ise Yemen’de sürgünde olan kadının feryatları bir işe yaramaz. Kadın torunlarının aç kalacağını düşünerek feryat etmekte ve mahalleliden bir ses çıkmamasına, kimsenin bir tepki vermemesine şaşırmaktadır.

Bu şiirde Akif’in tepkisi hafiye teşkilatına, jurnalcilik sonucunda suçlu suçsuz demeden ortaya çıkan yanlış uygulamalara yöneliktir. Diğer tepkisi de kadının feryatlarına kulak asmayan mahalleliye yani baskı rejimi karşısında sessiz kalan halkadır.

M.Akif’in yakın dostu Mithat Cemal Kuntay benzer bir hadiseyi Abdülhamit devrinde kendisinin yaşadığını ve Akif’in başka hadiseleri de ilave ederek bu olayı anlattığını ifade etmektedir.

Akif’in istibdadın sona ermesine ve Meşrutiyetin ilanına sevindiği “Hürriyet” şiiri de önceki şiirin devamı mahiyetindedir. Akif bu şiirinde de Meşrutiyetin ilanıyla istibdadın bittiğine sevinen halkın sokaklara dökülerek bir bayram havası yaşadığını, bir önceki şiirde anlattığı babası Yemen’de sürgünde olan çocuğun da bu bayramı kutladığını aktarmaktadır. Oğlu sürgünde olan ve yaka paça götürülen adam da oğlunun bu sevinci görmesini arzulamaktadır.

“Gölgesinden bile korkup bağıran bir ödlek,

Otuz üç yıl bizi korkuttu “Şeriat!” diyerek”…

Akif’in bu mısralarında Abdülhamit’in baskıcı rejimini “dini bir görünüm” altında sürdürmesine açık bir tepki vardır. Akif’e göre Abdülhamit dini kullanmış ve “güzel dinimizi umacı şekline sokmuştur”. Benzer tepkiler dini hassasiyeti olan başka aydınlar tarafından da yapılmıştır.

Akif’in keyfi yönetime ve bunun dini görünümlü devam ettirilmesine tepkisi şu şiirinde de çok net görülmektedir:

“Saltanat nâmına, din nâmına bin maskaralık…

Ne felâket, ne rezâletti o devrin hâli!

Başta bir kukla, bütün milletin istikbâli,

İki üç kuklacının keyfine mahkûm olmuş:

Bir siyâset ki didiklerdi, emînim, Karakuş!”

 

FİKİRLERİNDEN VAZGEÇTİ Mİ?

M.Akif, Abdülhamit eleştirilerini bir menfaat veya siyasi beklentiyle yapmamıştır. Ancak bazı kişilerin yıllar sonra Abdülhamit’le Akif’i barıştırmaya kalkıştıkları veya en azından böyle bir beklentileri olduğu anlaşılmaktadır.

Nitekim Akif’in İttihat Terakki ve Cumhuriyet devirlerinde yaşadıklarından sonra Mısır’daki sürgün döneminde Abdülhamit’le ilgili şiirlerinden dolayı pişmanlık duyarak Safahat’tan çıkarmayı düşündüğü ifade edilmiştir. Hâlbuki Akif, “Tarih-i Kadim” hakkındaki tartışmalar sırasında kaleme aldığı şiirindeki Tevfik Fikret’le ilgili kısmı onun ölümünden sonra çıkarmışsa da Abdülhamit için böyle bir yola başvurmamıştır.

Yine “Kur’an Meali” konusundaki hassasiyetinden dolayı mealinin yakılmasını istediği dikkate alındığında Safahat’ta yer alan bu şiirlerin çıkarılmasını isteyebileceği veya vasiyet edebileceği muhakkaktır. Akif’in bunların hiçbirisini yapmaması, eleştirilerinde yumuşama olsa da öz itibarıyla aynı kaldığını göstermektedir.

Kaynaklar: O. Okay, E. Düzdağ, “M. Akif Ersoy”, C. 28, DİA;  H. Kaya, M. Akif Ersoy’un Siyasi ve Dini Fikirleri, FÜ SBE yüksek lisans tezi, 2009; N. Karaer, “Mehmet Akif ve Sultan II. Abdülhamit”, SÜEFD, S. 26, 2011; İ. H. Ozan, “II. Abdülhamit Döneminde İslamcı Muhalefet ve Mehmet Akif”, YYÜİFD, S. 4-5, 2016.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

1 YORUM

  1. Sayın Nizamoğlu’nun bu yazısını TR 724’de yayınlanmasını önemli bir aşama olarak görüyorum.
    Bu tür önyargılarımızı kırmamıza yardımcı olduğu için Nizamoğlu’na ve elbette bu yazıları yayınlama cesareti gösterdiğ için TR 724’e teşekkür ediyorum.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin