Kürtlerin ‘grup haklarına’ saygı duymuyorsanız gerçek bir demokrat değilsiniz

Fotoğraf: AFP

YORUM | EBUBEKİR IŞIK

Uzun bir imparatorluk tecrübesi sonrası son derece katı bir ulus devlet modeli ile son 95 yılı geride bırakan cumhuriyetimiz, egemenlik sathında oluşan hemen her kimlik sorununu bugüne kadar sürekli retçi bir yaklaşımla değerlendirdi. Kürt Sorunu’nun özellikle son 20 yılı düşünüldüğünde ve bir devlet geleneği olarak retçilik yaklaşımı mümkün olmadığında, devletin bir takım ‘sorunlu kimlikleri’ muhatap alması hep ‘birey hakları’ üzerinden ola geldi.

Bu anlamda, Türkiye’de bir takım Kürt ve sol-liberal çevreler dışında demokratik siyasal alanı oluşturan bir çok kesim Kürtlerin bireysel haklarını teslim ederken, özellikle bir halk olmaktan kaynaklanan topluluk/grup haklarını hep görmezden gelme yolunu tercih ettiler.

Birey ve Grup Hakları Arasına Sıkıştırılan Kürtler

Literatürdeki kavramsal tartışmaların dışına çıkarak bireysel haklar ve topluluk hakları arasında primitif bir ilişki kurmak istediğimizde; bireysel hak kavramı grup ya da mensubiyet olmadan her bireyin doğuştan sahip olduğu haklara işaret ederken; grup hakları ise grubun varlığı ve tekamülü için bireyler üzerinde yer alan haklar şeklinde özetlenebilir. Bu bağlamdan hareketle, Kürtlerin bir halk olmaktan kaynaklanan ve icrasının bir grup insanı ilgilendirdiği bu hak ve hürriyetlere Kürtlerin grup/topluluk hakları da denebilir.

1990’lara kadar devlet ve kamuoyu tarafından sadece bir güvenlik sorunu ya da diğer bir tabirle ‘’geri kalmışlık’’ meselesi şeklinde değerlendirilen Kürt Sorunu, bu yıllardan itibaren topluluk haklarının temel insan haklarının bir parçası olduğu yönünde bir anlayışın Türkiye siyasetini de etkilemeye başlaması ile farklı bir yöne evrildi. Şüphesiz, bu yeni anlayışın liberal Batı demokrasilerinde yerleşmeye başlamasında da Türk siyasetine çok ciddi etkileri oldu.

1999’da Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne aday ülke statüsü kazanmasıyla birlikte, 1990’lı yılların ortalarından itibaren başlayan ve topluluk haklarına daha pozitif bakan bu yaklaşım varlığını daha da perçinlemiş oldu. Prof. Mesut Yeğen’in bir mülakatta ifade ettiği gibi Demirel’in “Kürt realitesini tanıyoruz” beyanından AB reformları çerçevesinde 2009 yılında Kürtçe yayının yapılmasına uzanan yolda ‘Türkiye vatanında Kürt yoktur’  söyleminden vazgeçilmiş oldu. Netice itibarıyla, bu arkaik söylem artık devletin meseleye bakışına rehberlik etmemeye başladı.

2009’da İmralı görüşmeleri ile tekrar hareketlilik kazanan Kürt Sorunu’nun barışçıl çözülmesi meselesi yer yer artan ve düşen tansiyona rağmen 2015 Haziran seçimlerine kadar muhatapları arasında devam etti ve Kürtlerin bireysel haklarının ötesinde bir halk olmaktan kaynaklanan haklarının teslim edilmesi hususunda da kamuoyunda son derece müspet bir hava yakalanmıştı.  Fakat, 2015 Kasım seçimleri ile birlikte Açılım Süreci’nin fiilen sona ermesi, maalesef güvenlik bürokrasisin tekrar devreye soktu ve artan şiddet olayları bırakın topluluk haklarını, Kürtlerin doğuştan ve insan olmaktan kaynaklanan yaşam hakkı, dil ve eğitim haklarına kadar bir çok temel hak ve hürriyeti askıya aldı.

Tamam Kürt Var da, Ya Topluluk Hakları?

Bugün, Türkiye siyasetinde ve kamuoyunda Kürtlerin varlığını resmi olarak inkar eden bir söyleme rastlamasak da (anayasal olarak Kürtlerin varlığını kabul eden bir durum da söz konusu değil), artık temel sorun Kürtlerin varlığının kabul edilmesine rağmen bu durumun onların grup ve kültürel haklarının inkar edilmesinden kaynaklanmakta.

2004 yılında dönemin Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ’un yaptığı ‘birey hakları— topluluk hakları ayrımı devletin resmi ve geleneksel tutumunu yansıtması bakımından son derece anlamlı içerikler sunmakta. Ak Parti’nin henüz yeni hükümet olduğu ve Kürt meselesine dair bir takım inisiyatifler almak istediği döneme denk gelen bu talihsiz açıklama, aslında AK Parti için Kürt Sorunu’nun çözümünde bu güne kadar önemli bir çerçeve vazifesi gördü. Bu sebeple, AK Parti’nin bu konuya dair tutumu ‘’evet, Kürtler vardır ve biz onların hemen hemen bütün bireysel haklarını kabul ediyoruz. Fakat, Kürtlere grup hakları hele de yönetim hakları asla verilemez’’ yaklaşımından öteye geçmedi. Dolayısıyla, Kürtlerin bireysel haklarının kabul edilmesine rağmen, Kürtçe eğitim gibi grup haklarının ya da yerel meclisler gibi yönetim haklarının Kürtlere reva görülmediği gerçeği hala varlığını sürdürmekte.

Bu konuda AK Parti hükümetlerini, kamuoyunu ve toplumun önemli bir kesimini etkisi altına alan bu görüşün kendini sürekli olarak asker vasıtası ile yenilemesi hep devam etti. 2009 yılında, Kürt Sorunu’nun barışçıl çözümü ile alakalı derinlikli tartışmalar devam ederken dönemin genel kurmay başkanı Orgeneral İlker Başbuğ’un üniter devletin korunması gerekçesini vurgularken, Yugoslavya’nın başına gelenleri örnek göstermesi ve Yugoslavya gibi olmamak için, Kürtlerin etnik grup haklarından ve adem-i merkeziyetçi yapıdan uzak durulması gerektiğini vurgulamıştı. Ve AK Parti’de 2009 yılından bu tarafa zaman zaman kamuoyunu çözüm noktasında heyecanlandırsa de maalesef Kürtlerin en fazla bireysel haklara layık olduğunu, daha fazlasının mümkün olmadığını icraatları ile ortaya koydu.

Hasılı, Kürtlerin varlığını kabul etmek ‘önemli bir demokratik duruş’ olarak kabul edilse de, Kürtlerin bir toplum olmaktan kaynaklanan ve bu toplumsal realiteyi geliştirmeyi ve güçlendirmeyi amaçlayan her türlü hak ve hürriyetlerini kabul etmek de benzer şekilde demokratik duruşun bir gereği olarak karşımızda durmakta. Bence gerçekten demokrat olmak lazım.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin