Kaybettiğimiz ilk meydan, Habil’in tarlasıdır

YORUM | HAKAN ZAFER

“Ne yani, meydanı kime bırakaydım?”, “Ben olmayaydım…” diyerek açtığı alanları, kısa süre sonra kendinin zanneder insan. Hep orada olmalıymış, o olmasa neler neler olacakmış da Mevla yüzümüze bakıp o mütevazı(!) kulunu orada oldurmuş gibi davranır.

Bir süre sonra asıl iş, “meydanda tablanı tut da nasıl olursa olsun”a döner. Bu zorunluluk hissinin, yontamadığı kutsal/etik, mubahlaştıramayacağı araç kalmaz.

Bu zapt hırsı;

Etraf çevirtir. Çevirmeden içeri giremez, içerdeyseniz çıkamazsınız.  Bu kadar kendine mal edince insan, milletin başına müsadeci kesilir. Giriş-çıkışın tek ölçüsü, onun iznidir.

Çirkinleştirir. Meydanda efendi kalarak yer tutması zordur, pek asil bırakmaz. En hafifinden, herkes duysun oranın kime ait olduğunu diye, alan çizen bağırmayı meydanın lazımı kabul ederiz. Bağırınca, uzaklara duyurduğumuzun ölçüsü, tezgâhta tuttuğumuzdur. Faziletli bir şeyse, bağırma çirkinliğiyle gitmez.

Hata ettirir. Bir şeyle ne kadar çok vakit geçirmişsek o kadar sahibi, ne kadar sahibi zannedersek, o kadar da hatayı hakkımız zannederiz. Taksici, dolmuşçu tayfasının trafikteki rahatlığı gibi; “Sabahtan akşama yollardayız, bizim de iş yerimiz buralar, o kadarcık rahat olalım canım!”

Üzer. Sahiplenmemeli meydanı. Terk etmek zorunda kaldığımızda, geriden ibretli gözlerle bizi oradan çıkaran yeniyi izlemeyi beklemeden, yerinde gönülden çıkaracak, vakti geldiğinde gönüllüce çıkacak kadar sahiplenmemeli.

Kirletir. Meydana gereğinden ziyade kıymet verince ya da kıymet çekince, değnekçisi de üçkâğıtçısı da bol olur.

İhmal ettirir. Ömrü meydan zapt etmeye tüketince, şehrin diğer tarafları özensizliğimizden nasip alır.

Ölçek bozar. Sayısı ne kadar olursa olsun başkalarını, meydan yeri kendine kalsın diye yerinden, yurdundan, aşından etmeye gıkı çıkmayan kimsenin insanlığı, işine geldiğinde bir gariple karşılaşsa, “insanlık öldü mü yav!” dedirtecek kadar ayarsızdır.

Unutturur. Zafere kilitlenerek gittiğimiz seferden muzaffer dönerken, yüzümüzde meydan uğruna yitip giden defnettiklerimizin yası değil, zaferin neşesi kalır.

*****

Allah’ın, Âdem’in (as) iki oğlunun arasında geçen kavgayı, diyaloglarına varana dek hatırlatması, bize meydan bırakma edebini öğretmesidir (Maide 27-31). Yoksa mezar yeri açmayı kargadan öğrenecek kadar kimselerin olmadığı bir esnada ne işimiz var? Makbul abimiz, reddedilen abimize(!) (ne ata bilir ne satabiliriz, kabul edelim, katil olanla da aynı Âdem’deniz) “gel beni öldür” diyesiymiş gibi okuyoruz. Aslında, “Elinden öldürmek gelmesine geliyor ama yapma, ben de sana yapacak değilim. Kendisinden kabul edilenler meydanını tutmanın ölçüsü, beni ortadan kaldırman değil. Hem senden önce davranıp seni öldürmem gerekecekse, onu da yapacak adam değilim. Meydanı senin zannet.”  diye, paha biçilmez erdeminden nasiplendirdiği tarlayı terk edişidir.

Hasılı, çirkinleşerek ancak tutacağımız meydanlarda kaybedeceklerimizin telafisi yoksa, ne meydan bize ne de biz meydana mecburuz.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

1 YORUM

  1. Hocam merhaba, size bir sorum olacak. Evlilik tercih midir? Kader midir? İki kişi birbirini çok istiyor fakat aileleri ya da başka herhangi bir sebepten dolayı evlenemiyorlar. Başka iki kişi birbirini istiyor ve süreç normal bir şekilde işliyor ve evleniyorlar. Biliyoruz ki Allah’ın dilemediği hiçbir şey olmaz. Her iki durumda da Allah’ın dilemesi var. Biri olmuyor biri oluyor. Son aşamada Allah devreye giriyor (Hâşâ her zaman devrede de yanlış bir cümle kurmayayım) evlilik oluyor ya da olmuyor. Bunu nasıl anlamalıyız? Mutlaka kişinin tercihi var, öyle olmasa Efendimiz (sav) evlilikle ilgili tavsiyelerde bulunmazdı diye düşünüyorum. Öyleyse Allah’ın takdiri nerde devreye giriyor? Bazı evlilikler mutlu oluyor. Bu tür evliliklerde şükür gerekir herhalde.Bir bakıyorsunuz kişinin karakterine hiç ama hiç uygun olmayan evlilikler oluyor. İnsanın ağzı, dili bağlanıyor. Hani kader gelince göz kör Olur derler ya işte öyle oluyor. Ama Allah takdir etti ki oluyor. Fakat belki mutsuz evlilikler oluyor. Bu durumda da Allah’ın kul hakkında takdirinde hayır vardır deyip imtihanımdır deyip sabır mı gerekiyor? Kişi evlendikten sonra sorguluyor neden burda bunu demedim neden sustum burda neden kabul ettim diye. Fakat kader deyip vardır bunda bir hayır deyip kadere teslim olmak mı gerekiyor. Buna bağlı olarak Allah’ın kul hakkında takdir ettiği vardır mı demek lazım. Konuyu çok uzattığımın farkındayım ama ayrıntılı sorayım dedim. Cevaplarsanız çok memnun olurum. Saygılarımla

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin