İslâm büyükleri nasıl namaz kılardı?

Yorum | Cemil Tokpınar

Sayısız özellikleri yanında namazdaki huşûsuyla da tanınan İslâm büyüklerinin ibadet aşkı, şevki, gayreti bizleri coşturmakta, daha güzel namaz kılmak için gayrete getirmektedir. Bugün zühd, takva, ahlâk ve ibadetleriyle nice destanlar yazmış İslâm büyüklerinden bir kısmının namazdaki hallerinden bahsedeceğiz. Onların namazdaki birçok güzel ve ibretli hatıralarından bir demet sunacağız.

 

Urve b. Zübeyir

Zübeyir bin Avvam’ın (r.a.) oğlu Urve b. Zübeyir, âbid ve zâhid kişiliğiyle tanınmıştı. Her gün Kur’an’ın dörtte birini okuyup günlerini genellikle oruçlu geçirirdi. Defalarca haccettiği rivayet edilen Urve b. Zübeyir’in ayağı kangren olmuştu. Doktorlar hastalığın yayılmaması için kesilmesi gerektiğini söylediler. Ameliyat esnasında acı duymaması için uyuşturucu almasını tavsiye ettilerse de asla kabul etmedi. Ayağını kesecek doktor:

— O halde birileri seni sıkıca tutsun ki kesebilelim, dedi.

— Hayır, ben size yardımcı olurum. Ben namaza durayım, tam namaza daldığımı ve secdede hareketsiz hâle geldiğimi gördüğünüzde ben artık dünyada değilim, istediğinizi yapın, dedi.

Doktor bekledi, secdeye gittiğinde testereyi alıp ayağını kesti. Urve’nin asla sesi çıkmadı.

Kendisine geldiğinde, getirip ayağını ona gösterdiler. Kesik ayağına baktı ve şöyle dedi:

— Ey ayak! Allah’a yemin ederim ki, seninle bir harama yürümedim. Seninle geceleri ne kadar ayakta durup namaz kıldığımı da Allah biliyor.

Arkadaşlarından biri ona:

— Urve, sana müjdeler olsun! Bedeninden bir parça senden önce cennete gitti, deyince Urve:

— Vallahi, kimse bana bundan daha güzel bir sözle taziye veremezdi, dedi.

 

Üveys el-Karanî

Yemenli Allah dostu Üveys el-Karanî Hazretleri, deve çobanlığı yaparak geçinirdi. Çobanlık yaparken bol bol namaz kılar, Cenab-ı Hakk’a dua ederdi. Allahü Teâlâ, o namaz kılarken develerini gütmesi için bir melek vazifelendirmişti.

Tabiînin büyük âlim ve velilerinden Rebî’ bin Heysem, Üveys el-Karanî’yi ziyarete gitmişti. Yanına vardığında sabah namazını kılıyordu. Tesbihatını bitirmesini bekledi.

Üveys el-Karanî, kuşluğa kadar tesbih, zikir ve dua ile meşgul oldu. Daha sonra kalktı, kuşluk namazını kıldı. Öğle vakti girdi, öğleyi kıldı. Tam üç gün, namazı bırakıp da dışarı çıkmadı. Yemedi, uyumadı. Dördüncü gece olunca uykusu gelmişti. Derhal münacata başladı:

— Ya Rabbi! Çok uyuyan gözden, çok yiyen karından sana sığınırım, dedi ve ibadetlerine devam etti.

Üç gün boyunca sabırla görüşmeyi bekleyen Rebî’ bin Heysem:

— Bana bu yeter, dedi ve görüşemeden kalkıp gitti.

Üveys el-Karanî, gecelerini ibadetle geçirirdi.

Bir gece:

— Bu gece kıyam gecesidir, dedi.

Diğer gece:

— Bu gece rükû gecesidir.

Öbür gece:

— Bu gece secde gecesidir, dedi. Bir geceyi ayakta, bir geceyi rükûda, bir başka geceyi de secdede ibadetle geçirdi.

— Ey Üveys, bu kadar uzun geceyi sadece secdede geçirmeye nasıl katlanıyorsun, dediklerinde şu ibretli cevabı vermişti:

— Secdede, sabah olur da ben hâlâ bir kere Sübhâne Rabbiye’l-a’lâ diyemem. Hâlbuki üç tesbih, sünnettir. Bunu yapamamamın sebebi, meleklerin ibadetini yapmak istememdir. Buna ise gücüm yetmiyor.

Yine bir gün kendisine:

— Namazda huşû nedir, diye sorduklarında:

— Namazdayken böğrüne iğne batırılsa, duymamaktır, demişti.

 

Abdullah bin Âmir

Tabiinin büyüklerinden olan Abdullah bin Âmir fazilet sahibi bir Hak âşığıydı. Bütün ibadetleri, sözleri ve işleri ihlaslıydı. Yüzünü tamamen dünyadan çevirmiş, ahirete talip olmuş mübarek bir insandı. Zamanının çoğunu Kur’an öğretmekle geçirirdi. Zühd ve takvası, ibadete düşkünlüğü dillere destandı.

Son derece huzur ve huşû içinde namaz kılan, Allahü Teâlâ’nın sevgili kullarındandı. Namaz kılarken sanki tamamen dünyadan kopar, konuşulan hiçbir şeyi işitmez, yanında olup bitenin farkına varmazdı.

Bir gün kendisine:

— Namaz kılarken hatırına bir şey gelir mi, diye sorduklarında:

— Evet, Allahü Teâlâ’nın huzurunda hesaba çekileceğim gün ile cennetlik veya cehennemlik mi olacağım korkusu gelir, cevabını verdi.

— Bizim hatırımıza gelen dünya düşünceleri veya dünya işlerinden sizin aklınıza bir şey gelir mi, diye sorduklarında ise dedi ki:

— Namazda aklıma böyle bir şey geleceğine, süngülerin uzanıp beni öldürmeleri çok daha iyidir!

İmam-ı Mâlik, onun her gün gusül abdesti alarak ibadet ettiğini ve devamlı oruç tuttuğunu söylerdi. Devamlı ve uzun sürelerle namaz kılardı. Onu bütün ömrü boyunca boş gören hiç olmadığı gibi, boş ve faydasız bir işle meşgul olduğunu gören de olmamıştı.

Eskiden köle olan Süheym, Âmir bin Abdullah’ın yanına gitmişti. Namaz kılıyordu. Oturdu. Namazını bitirdi ve ona:

— Çabuk ihtiyacını söyle, çünkü benim acele işim var, dedi. O da:

— Hayırdır inşallah, acelen nedir, diye sordu.

— Azrail’i (a.s.), yani ölümü bekliyorum, cevabını verdi. Hemen onun işini gördü ve yeniden namaza başladı.

Azrail’in, ruhunu namazda almasını arzu ederdi.

 

Rabiatü’l-Adeviyye

Namazda iken maddî bir acı hissetmeyenlerden birisi de, zühd, takva ve ibadetleriyle meşhur evliya hanımlardan Rabiatü’l-Adeviyye idi.

Bir gün namaz kılarken gözüne bir kamış ucu girmiş, namazını kılıp selâm verinceye kadar hiçbir şekilde haberi olmamıştı.

Selâm verince:

— Bir bakın bakalım, gözüme saplanan nedir, diye bağırmıştı.

Etrafındakiler, saplanan kamışı güçlükle çıkarmışlardı. O kadar ilginçti ki, namazda iken hiçbir acı duymayan bu saliha hanım, kamış çıkarılırken ve daha sonra büyük acılar çekmişti.

 

Malik bin Enes

Malikî mezhebinin kurucusu Malik bin Enes, büyük takva sahibi, ibadetlerine çok düşkün birisiydi. Geceleri çok Kur’ân okur, âyetlerin manasını düşünürken hâlden hâle girerdi.

Mâlikî fıkıhçılarından Eşheb bin Abdülaziz, onun hakkında şöyle söyler:

— Bir gün halk uyuduktan sonra dışarı çıktım. Malik bin Enes’in evinin önünden geçerken, namaza durduğunu gördüm. Fatiha’yı bitirdikten sonra Tekasür Sûresi’ni zamm-ı sure olarak okumaya başladı. “O gün nimetlerden sorulacaksınız” meâlindeki “Sümme letüs’elünne yevmeizin aninnaîm” âyetine gelince uzun uzun ağlamaya başladı. Tekrarlıyor ve ağlıyordu. Öyle hıçkıra hıçkıra ağlıyordu ki, yerine getirmek için çıktığım ihtiyacıma gidemedim. Ben de onu dinledim. Bu durum sabaha kadar sürdü. Fecir yaklaşınca rükûa gidip namazını tamamladı. Ben de eve gidip abdestimi aldım ve sabah namazı için camiye gittim. Gün ağardıktan sonra etrafında bir ilim halkası oluştu. Yaklaşıp yüzüne baktım; nur saçıyordu. O zaman “Gece namazı çok olanın, gündüz yüzü nur olur” hadisini hatırladım.

 

İmam-ı Âzam Ebu Hanife

Hanefî mezhebinin kurucusu İmam-ı Âzam Ebu Hanife, gösterişten ve çok ibadet etmekle anılmaktan şiddetle kaçınırdı. Buna rağmen, gece ibadetiyle meşhur olanlardandı. Gece çok uzun süre ayakta kalarak namaz kıldığı için kendisine “imad” (direk) adı verilmişti.

55 kez hacca giden İmam-ı Azam, sonuncusunda Kâbe’ye girerek iki rekât namaz kılmıştı. İlk rekâtta Kur’ân’ın yarısını, ikincisinde de diğer yarısını okuyarak bir hatim yaptığı anlatılır.

Bir gün Hz. İmam giderken iki kişinin kendisi hakkında “İşte yatsı abdestiyle sabah namazını kılan zat budur” diye konuştuklarını duymuştu. Bunun üzerine:

— Ya Rabbi, bu insanları yalancı çıkarma. Ben, senin huzuruna bende olmayan bir sıfatla çıkmaktan hayâ ederim, diyerek ondan sonra yatsı abdestiyle sabah namazını kılmaya başlamış ve bu şekilde kırk sene namaz kılmıştı.

Bir gün İmam-ı Âzam’ın da cemaatte bulunduğu bir gece yatsı namazı kılınıyordu. Namazda Zilzal Sûresi okunuyordu. Namaz bittikten sonra herkes çıkmıştı. İmam-ı Âzam tefekkür hâlinde olduğu gibi duruyordu. Caminin müezzini onu rahatsız etmemek için kandili yanar vaziyette bırakarak çıkmış ve onun mescitte kalacağını tahmin ederek kapıyı kilitlemişti.

Müezzin sabah ezanını okuyup içeri girdiğinde, o hâlâ ayakta ve sakalını eline almış şöyle yalvarıyordu:

— Ey zerre kadar hayrı da, zerre kadar şerri de karşılıksız bırakmayan Allah’ım. Bu kulunu cehennem azabından ve ona yaklaştıran şeylerden koru. Bu kulundan rahmetini esirgeme.

İmam-ı Âzam içeri giren müezzini fark etmişti. Zamanın nasıl geçtiğinden haberi yoktu. Yatsı namazının yeni bittiğini zannederek:

— Kandili mi alacaksın, dedi. Müezzin de:

— Hayır, sabah ezanını okudum, dedi. İmam-ı Âzam, sabah olduğunu anladı ve ona:

— Bu gördüğünü kimseye söyleme, diye tembih etti.

Başka bir zaman birisi İmam-ı Âzam’a gelerek şöyle dedi:

— Ya imam, ben namazlarımı huşû içinde kılamıyorum. Namazda iken ya develerimi otlatıyor veya onlarla ilgileniyorum. Oysa siz benden daha zenginsiniz. Peki, siz ibadet zevkine nasıl erişiyor, ibadetlerinizi huşû içerisinde nasıl yapıyorsunuz?

İmam-ı Âzam da şu ibret dolu ve düşündüren cevabı vermişti:

— Ben develerimi kalbime bağlamam ki; ahıra bağlarım.

Burada örnek verdiğimiz zatların yaşanmış hikâyelerini okuyunca, “Biz kim, onlar kim? Biz onlar gibi olamayız” diyerek namaz konusunda gevşek ve tembel olmamalıyız. Evet, onlar çok muhteşem ve örnek şahsiyetlerdir. Ancak bu örnek namazlara bakıp namazlarımızı biraz daha geliştirmek, güzelleştirmek ve kalitesini arttırmak elbette mümkündür.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

1 YORUM

  1. Bak Cemil Bey, bu anlattıkların çok ağır. Kabul etmek de çok güç. İnsan acaba mübalağa olmasın diye düşünmekten kendini kolay kolay alamıyor. Gel anlaşalım: “Belki 40 yıldır 5 vakit namaz kıldığı halde, bir tek namazının bir tek secdesi 10 dk. sürmüş müdür?” diye sorulsa kolayca”evet” diyemeyecek ve hedefi “keşke dört rekatı dört dakikanın altına düşürmeden kılsam” olan biri olarak ben sana diyeyim ki “Allah ömür verirse, hiç olmazsa birkaç secdede 10 dk kadar kalıp, “kelamı nefsi” ile yakarayım. Sonra da o dediğin büyüklerimizin yanına gittiğimizde, sen de “ben zamanında bir makalede sizin namazlarınızdan bahsetmiştim. Bu da sizden etkilenip böyle yapmış; sahip çıksanız” desen…

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin