İnsana dokunmak

YORUM | Doç. Dr. MAHMUT AKPINAR

“Eskiden…”, “biz eskiden…” gibi cümleler genellikle nostaljiden ve eskiye duyulan özlemden kaynaklanır. Zira insanoğlu eskiye dair günlerin güzel taraflarını hatırlar. Olumsuzlukları, kendi hatalarını, başarısızlıklarını akla getirmek istemez. Bazen de güne dair gelişmelerden, olaylardan kopuktur, habersizdir o nedenle hep geçmişe övgüler düzer. Zanneder ki kendisi şahit olmayınca bazı gelişmeler olmuyor, güzellikler yaşanmıyor. O nedenle bu tür cümleler yaşlılarca dile getirilse, eleştirel yaklaşanların hoşuna gitse de sorumlularca hoş karşılanmaz.

Yazdıklarım yaşlanmış olmaktan, hariçten gazel okumaktan kaynaklanıyor da olabilir. Ancak daha ziyade profesyonelleşme ve amatör ruhu yitirmeyle ilgili. Profesyonelleşme, kurallara, takvime bağlama pek çok işte verimi artırır; işlerin daha düzenli yürümesini sağlar. Ama eğer hedef insan yetiştirmek, eğitmek, insan kazanmak ise amatör ruhu korumak, safiyeti, samimiyeti sürdürmek önemlidir. Muhataplarınızla duygusal bağ kurmak, dertleşmek, problemlerine çözüm aramak, anlamaya çalışmak, insana dokunmak işin vazgeçilmez parçasıdır. İnsanla ilgili işlerde katı kurallarla kurumsal yapıyı düzene sokabilirsiniz, kalabalıkları topluca yönlendirebilirsiniz, binaların temizliğini, işleyişini, personelin çalışmasını takip edebilirsiniz. Ama her biri bir âlem olan âdemlerin, insanların gönlüne katı kurallarla, soğuk ve rutin davranışlarla, robotik yaklaşımlarla giremezsiniz; kendinizi sevdiremezsiniz. Kendinizi sevdiremezseniz sevdiklerinizi de sevdiremez, anlatmakta yarar gördüğünüz güzellikleri onların yüreğine akıtamaz, aklına, zihnine nakşedemezsiniz. Öğrettikleriniz kalıcı olmaz; etkileşim olmaz veya sınırlı kalır. İlişkiler formel olanın ötesine geçemez.

İNSAN HİKÂYELERİ

Hizmet’le bağı olan hemen herkes kendisini çarpıcı şekilde etkileyen bir olayla, davranışla karşılaştıktan sonra Hizmet’e gönül vermiştir. Bizim gibi aklı duygularının önünde olanlar öncelikle meselenin makuliyetine, tutarlı ve mantıklı olmasına, insanlığa vadettiklerine  odaklanmış olsa da pek çok insanı Hizmet’e bağlayan şey yaşadığı bazı özel anlar, müstesna zaman dilimleri ve içten davranışlar olmuştur. Sonrasında elbette herkes meselenin makuliyetini, dinin özüne, aklın gereklerine uygunluğunu test etmiştir. Ama genelde yıldırım aşkına benzer yoğun etkilenme dönemleri vardır. Bazılarını, sınırları ve sinirleri zorlamasına rağmen kendisine tahammül edilmesi çarpmıştır. Bazıları, gönül ehli derin bir abinin etkisinde kalmıştır. Kimimiz vaazlardaki atmosferden, ambianstan etkilenmiştir. Kimimizi Hocaefendi’nin derin ilmi yanında olağanüstü tevazuu, nezaketi büyülemiştir. Önde gelen abilerimizin sahabe misal yaşantısından ve toprak gibi tavırlarından etkilenen çoktur. Ama genelde Hizmet’le tanışma ve Hizmet’e meftun olmalarda bireysel insan hikayeleri vardır. İnsana dokunan, ona değer veren, onun hatalarına katlanan, sınırsız tolerans gösteren davranışlar etkili olmuştur.

Bir ev abisinin aylarca kimseye bir şey demeyip yemek, bulaşık, temizlik gibi her işi yapması o evdeki gençleri eritmiştir. Beraber kaldığı gençlerin iç çamaşırına kadar yıkayan abilerin varlığı hikaye değildir. Bir arkadaşın bir sıkıntısı için ondan daha fazla dertlenen ve çözüm arayan arkadaşı/abisi onda derin iz bırakmıştır. Kendi çamaşırını yıkarken bizimkilere de el atıp hallediveren çok arkadaşımız olmuştur. En basitinden evdeki umumi temizlik vaktinde tuvalet-banyo gibi en zor yerleri abinin alması ve yapması hepimizi etkilemiştir. Evini-barkını talebelere açan ve imkanlarının çok üstünde ikramlarda bulunup, kazancını öğrencilerle paylaşan esnafların hayatımızda ayrı yeri vardır. Ablaların evlere gönderdikleri yolu gözlenen leziz yemekler unutulur gibi değildir. Bir talebeyi kazanabilmek için aylarca onu okul kapısında bekleyen, sabahlara kadar onun için dua eden arkadaşlar bilirim. İlgilendiği öğrenciler için için gözyaşı döküp dertlenen az değildir. Daha kendisi ana kuzusu iken talebeleri için memleketine sadece bayramda ve bir kaç gün giderdi insanlar. Hizmet halkası, elindeki dar imkanları ilgilendiği çocuklara harcayan, yaz boyunca yumurta ekmekle yetinen fedakarlarla genişledi.

Hizmet’te her insanın onu çarpan, şoklayan bir hikayesi, model aldığı Hizmet kahramanı vardır. Yalpa yapınca o anları hatırlar. Düşerse kahramanı yanında biter ve elinden tutar; kaldırır. Herkesin bir hayırhahı vardır, zor zamanlarda, sıkıntılarda, efkarlı dönemlerde gölgesi olur.

İnsan kazanmanın en etkili yolu o insana dokunmak, onun ruhuna nüfuz etmek, gönlüne girmektir. Para, imkan, lüks, şaşa kısa süreli etkilese de kalıcı olmuyor. Sunduğunuz harika şartlardan, dayalı-döşeli binalardan, kaliteli yemeklerden, imkanlardan yararlanılıyor; ama insana yüreğinizi açmadıysanız, onun kalbine giremediyseniz daha iyisi bulununca terkediliyorsunuz.

ODAK İNSAN OLMAKTAN ÇIKARSA

Hizmet doğrudan insanı hedeflediği ve onu gaye edindiği, ona bir şey vermeye çalıştığı için hüsnü kabul gördü, desteklendi, büyüdü. Hazırlanan tüm imkanlar insan içindi. Hedef her insana dokunmak, yeryüzünde gidilmeyen yer, kapısı çalınmayan ev, dokunulmayan insan bırakmamaktı. Nitekim Dünyada çok yere gidildi; Türkiye’de çalınmadık kapı, girilmedik ev kalmadı. Esnafından öğrencisine her insana dokunuldu. Işık evlerde yemek yemeyen, bir kurumda yakını okumayan, çayımızı içmeyen kalmadı.

Bir zaman sonra binalar çoğaldı, büyüdü ve lüksleşti ama ihtişamın içinde bir miktar işin ruhunu yitirdik. Sayımız arttı, statlara sığmaz hale geldik ama kişileri/insanları rakamlardan ibaret görmeye başladık. İnsanlara nüfuz etme yolları, gönülleri kazanma yöntemleri aramak yerine Excel tablolarına odaklandık, istatistiki verilerle avunmaya başladık. Bürokrasiler, makamlar, konumlar ürettik ama bu konumların ne ürettiğini, Hizmete/insanlara neler kattığını yeterince sorgulamadık. Herkes konum sahibi, herkes komutan oldu ama alanda koşturacak er, hizmet üretecek eleman kalmadı. Binalara doluştuk, konumlara alıştık, toplantılarla coştuk ama birebir insana dokunmaya zaman bulamadık.  Devlet dairesine alınan çaycı misali üreten bir kişinin etrafında pek çok amir zuhur etti.

Çok yöneticimiz oldu, üst düzey yöneticiler yetiştirdik ama rehberliği ihmal ettik. “Rehber”liği bir unvan haline getirip içini boşalttık. Zaman içinde insan kazanmanın kağıtlar, rakamlar, oranlar üzerinden yapıldığını sandık. İnsanların gönlüne girme becerisi olan kişileri “yönetici” yaparak insandan uzaklaştırdık. Tebliğ-irşad asıl gayeydi, lakin bu işler sayıca ve keyfiyetçe biraz ihmale uğradı. Kurumlara otomatik ve yoğun insan akışı olduğu için gidene, kopana üzülmedik, peşini kovalamadık. Müesseselere her yıl yığınla insan giriyor ve çıkıyordu ama sel gibi bazen elimizde bir avuç kum kalıyordu. Sorumlular rakamlarla “az” oynayarak, verileri “iyimser” sunarak ruhunu yitirmiş hesap sormalardan kurtulmaya çalıştı. Bu uzun yıllar devam edip etkili-sağlıklı otokontrol-denetim mekanizmaları da kurulamayınca kralın süt havuzuna su döken köylülere döndü halimiz. Olanla sunulan arasında uçurumlar oluştu ve kendimizi kandırdık.

Bunları insanların moralini bozmak, üzmek için yazmıyorum. Zulmün, baskının en ağır şekilde devam ettiği böyle bir zamanda niyetim ümit kırmak ve kuru eleştiri değil. Benzer hataları yapmamak, kaldıysa devam etmemek için bu tür konuları gündeme almayı vicdani bir sorumluluk, Hizmet insanlarına karşı görev biliyorum. Zira Hizmet’te az sayıdaki kötü alışkanlıktan birisi: Yanlışı söylemekten çekinmek, kötüyü söyleyen olmamak için özel itina göstermek. Herkes iyi haberi sunmak, başarılı şeyleri anlatmak için yarışıyor ama başarısızlığı, olumsuzu ne sahiplenen, ne de söyleyen çıkıyor. Oysa hepimiz biliyoruz ki sağlıklı teşhisin-tespitin olmadığı yerde derde deva tedavi olmaz; olamaz.

AMATÖR RUHU KAYBETMEME

Hemen bütün organizasyonlarda başlarda amatör ruh önde olur. Ama zamanla işler büyür, organizasyonlar genişler, kurumsallaşmalar olur ve amatör ruh, fedakarlık, hasbilik yerini memur davranışlarına bırakır. Bundan kaçışın mümkün olduğu organizasyon yoktur. Son olaylarla kader Hizmet insanlarından bütün makamları, kurumları, konumları, yıldızları aldı. Yaşananlar adeta sadece insana odaklanmaya, insanla meşgul olmaya ve yeniden insana dokunmaya zorluyor bizi. Eski durumları anıp ahı-vah etmek yerine herkes yeni çevreye uyum sağlamalı, temaslar kurmalı, dostluklar geliştirmeli. Yeniden nefer olma, alana inme, koşturma ve terlemenin tadına varma zamanı.

Türkiye’de kalanlar çok ağır şartlar altındalar ve ama dik ve onurlu duruyorlar. Yurt dışında ise insanların çevresiyle, komşularıyla yeni yeni hizmetler başlattığına ve güzel şeyler yaptığına şahit oluyoruz. Bu zor dönemden çıkmanın yolu insan potansiyelini verimli ve etkili kullanmaktan, insana önem vermekten ve çevremizdeki insanlara dokunmaktan geçiyor.

***

“Hizmet insanı, gönül verdiği dâvâ uğrunda kandan-irinden deryaları geçip gitmeye azimli ve kararlı; varıp hedefine ulaştığında da her şeyi sahibine verecek kadar olgun ve Yüce Yaratıcı’ya karşı edepli ve saygılı.. hizmet adına her ses ve soluğu zikir ve tespih, her ferdi mübeccel ve aziz bilip, muvaffakiyetlerinden ötürü alkışlayacağı kimseleri de, putlaştırmayacak kadar Rabb’in iradesine inanmış ve dengeli.. ortada kalmış herhangi bir iş için herkesten evvel kendini mes’ûl ve vazifeli addedip, hakkı tutup kaldırmada, yardıma koşan herkese karşı hürmetkâr ve insaflı.. müesseseleri yıkılıp plânları bozulduğu ve birliği dağılıp kuvvetleri târumâr olduğunda fevkalâde inançlı ve ümitli; yeniden kanatlanıp zirvelerde pervaz ettiği zaman da mütevâzi ve müsamahalı.. bu yolun sarp ve yokuş olduğunu baştan kabul edecek kadar rasyonel ve bsasiretli; önünü kesen cehennemden çukurlar dahi olsa, geçilebileceğine inanmış ve himmetli.. uğruna baş koyduğu dâvânın kara sevdalısı olarak, cânı-cânânı feda edecek kadar vefalı ve geçtiği bu şeylerin hiçbirini bir daha hatırına getirmeyecek kadar da gönül eri ve hasbî olmalıdır.”

–Sızıntı, Ağustos 1983

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

8 YORUMLAR

  1. Ne deyim abi ya. Bizim ülkede çok şükür kurumlarımız hala iyi. İnsanlar seviyorlar. Belki alternatifi olmadığı için çocuğunu veren insanlar da az değil çok. Ama sayılara excel tablolara bakarak hareket eden amirlerimiz hala var. Yıllarını hizmete vermiş insanları eften püften gerekçelerle bozuk para gibi harcayan abilerimiz hala var. İnsana dokunmak dediniz ya hani, yıllarını hizmete vermiş arkadaş gerçekten hizmet insanı, ben gideyim diyor bazı maddi manevi zorluklardan dolayı izin istiyor… ama gitme demiyor kimse. Siz yönetici dediniz tırnak içinde. Abi dediklerimiz yönetici oldular biraz biraz. Niye gidiyorsun gitme demiyor. Ben çıksam desem bana da müsade verin desem eminim bana da gitme demeyecekler. Ben böyle bir şey demeyeceğim inş. ama bunu düşününce şevkim inanılmaz kırılıyor. Buna aldanmamak lazım. Hocaefendinin yazısını güzel koymuşsunuz ama o yazı sadece bana mı hitap ediyor? O yukardaki insanlara hitap etmiyor mu? Çok mu dertleri var yukardakilerinin benim cevabım biraz var ama altında çalışan insanları görmezden gelecek kadar meşgul değiller eminim. Küçücük ülkede Allah neler neler vermiş bize. Ama unutulan nice insan var. O kadar çok kırgın insan var ki etrafımda. Şu son üç dört yıla rağmen Allah için sabreden insanlar niçin hala kırılıyor.
    Ben şöyle düşünüyorum ‘körler sağırlar birbirini ağırlar”. Kendileri toplantı yapıyorlar, istişare ediyorlar, bereketini de görüyorlar ama insana da dokunamıyorlar. Yarı bereketle çeyrek bereketle devam ediyoruz. Gönlü kırıklar üretmeye devam ediyoruz.
    Siz yukarda demişsiniz yanlışları söylemeye cesaret edemiyor çok kişi. Ben ediyorum ne oluyor agresif adam diyorlar, bilmediğin şey var diyorlar, ya arkadaşı kaybediyoruz… sonra öğreniyorum ki aylar sonra emin olun bilmediğim şey o insanı kıracak kadar bir şey değilmiş.
    Resmi söylemler, sert üsluplar, sen bilmezsinci bakışlar…
    Halden anlayan insanlara vazife vermemeler, insana dokunacak insanları, hocaefendi gözünün irisinden anlamak lazım sıkıntısı olanı diyordu. İris okuyan insanlar dertli insanları kaybetmeden elinden tutmalı kurtarmalı diyordu. Malesef iris okuyabilecek insanları kıyı da köşede tutup, etkisizleştirip anlamazlarla devam edince çok yol kazaları oluyor.
    Hala insana dokunamıyoruz.
    İki gün önce bir arkadaş dediydi: filler tepişirken karıncaları kimse farketmez… aynısını siz yazdınız içimi okudunuz.
    Mahmut abi bizim oraya gelseniz ya siz:)
    Vesselâm

  2. Gönlü güzel abim tesbitlerinizin altına imza atmamak mümkün değil. Bu tesbitlerinizi direk sevgili hocamızla istişare de paylaşsanız ne güzel olur. Bence ne derler engeline takılmayın. Medya aracılığıyla biraz garip kaçıyor. Sanki bir soğukluk varmış gibi hissediyorum. Ve sizin gibi akil insanları dinleyip moral bulduk biz bu zor zamanlarda. Rabbim sizleri esirgesin. Allah’a emanet olun.

  3. Açıkçasi bu ifadelerin bugun bir anlami olmuyor. Herkesin şahsi günahlarina tövbe, hatalarinda da ders çikarmasi gerekiyor.

    Bu yazilanlari eminim o gunler konuşuyorduk ve insanlar çare üstüne çare ariyordu ancak o gunlerde hiçbir akademisyenin boyle bir yazi yazdiğini duymadim. En azinda bizim mecmualarda boyle bir yazi yazilmadi. Ne hikmetse bugunler de geçmişe dair tespitler mantar gibi çoğaldi.

    Lutfen gelecekte neler yapilabiliri de yazin.

    Mesela şu anda Yunanistanda sıkışıp kalan binlerce insan nasil çikabilir?
    Yokluğu iliklerine kadar yaşayan insanlari ayakta tutabilme adina neler yapilabilir?
    Herseyini bu ugurda kaybetmiş mazlumlara neler derman olabilir?
    Bir belde de beraber çalistigim tum arkadaslar 20 aydir içeride ve 20 şubat itibariyle bu arkadaslarin eşleri de içeri alinda. Ortada kalan çocuklara ne çare oneriniz var?
    Butun bu zulumleri yasamalarina ragmen dimdik duran mazlum insanlara ne sunabiliriz?

  4. Yazı her zamanki gibi enfes! Nazar değmesin, kaleminize sağlık!
    Yazının içindeki bir ifade ile küçük maruzatım olacak: “..Yanlışı söylemekten çekinmek, kötüyü söyleyen olmamak için özel itina göstermek. Herkes iyi haberi sunmak, başarılı şeyleri anlatmak için yarışıyor ama başarısızlığı, olumsuzu ne sahiplenen, ne de söyleyen çıkıyor”. Bu sadece alışkanlık değil, bu artık bir tarz. Sovyet Rusya’sında böyle bir tarz vardı – benzetmek gibi olmasın-. Ülke başarıdan başarıya koşuyordu: şu kadar pamuk topladık, şu kadar çelik ürettik, 5yıllık planı 4 yılda gerçekleştirdik v.s v.b. Netice? Herkesin malumu, söze ne hacet! Zaten olumsuzlukları söyleyince ne oluyor? Sorun adam oluyorsun! Bu da idare tarzı. Sorunları ısrarla söyleyince zaten “problemli adam” damgasını yiyiveriyorsun, ‘abinin’ her kaprisine ‘he!’ diyenler de ‘dört dörtlük şakirt’ oluyor. Şimdi arkadaş ‘abisinin’ azizliğine uğrayıp ‘problem adam’ mı olsun? Yoksa “itaat et – kurtul!” paradigması içinde mi hareket etsin? Bir de ‘abilerin’ yaptırım gücünü de gözden ırak tutmayalım, icabında daire dışına da itilebilirsin yani.. Zannımca böyle itilenler az olmamıştır, belki hala aynı uygulamalar mevcuttur.. Peki bütün bunları göze alarak kim sorunları dile getirme cüretinde bulunabilir sizce?!

  5. Iki uc ay oncesine kadar twr dan fecbuctan vs. Paylasim yapanlari icimden biraz elestirirdim. “Hala boyle seylerle zaman harcamak yerine yerellesme ve is kurma ile mesgul olmali degiller mi?”derdim. Ama zaman gosterdiki her yazinin her tw tin bir muhatabi var, bir vazife goruyor. Bu zor zamanda iyi niyetle yapilan her sey degerli. Yara cok buyuk,neyi koysaniz kanamayi bastirmiyor. Kaldiki sizin bu yaziniz temel bir problemi yansitiyor. Ayrica karanliga saldiri yerine bosluklari doldurma yollari sunuyor. Tskrlr.

  6. Bu tur hakikati dile getiren yazilar gonkume su serpiyor. Ve cok sukur bu yaşanan sikintilar bosa gitmiyor InsaAllah hakikati dile getirenler yanlisa yanlis diyenler oluyor diyorum. Umudum artıyor gelecek adına. Zira simdiye kadar “burs kurban gazete” bulamadigim , sayıyı cogaltamadigim için kendimi hizmetten göremiyordum. Gönül kazanmak da pek önemsenmez olmuştu toplantılarda. Böyle olan çok kişi olduğunu düşünüyorum.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin