‘İltisak’ın hukukta karşılığı var mı?

İLTİSAK- İRTİBAT ÜZERİNE (2)

YORUM | RAMAZAN FARUK GÜZEL

İltisak, bir noktada bitişme, birleşme; uzak anlam olarak da “nem kapmak” anlamına gelmekte.

Bunun hukuki bir tanımı, karşılığı yok. “Yapışıkmış gibi birlikte hareket etme” gibi afaki, ispatı imkansız ve herkese uygulanmayacak bu tanıma kısaca iltisAK desek yeridir. AK Parti’nin kendi suç tanımı yani. (“Ne yani, Mahmut mu diyem?!” der gibi…)

Devletin açılışına katıldığı bankaya işlem yapmış olma, faaliyetlerine izin verdiği sendikaya, derneğe üyelik, adli işlemde iltisak denilip “Silahlı terör örgütüne üye olma” ya da “Silahlı terör örgütüne maddi yardım” olarak hükme girmekte…

Bu doneler olmasa bile çok soyut kavramlar bile kriter olarak girebiliyor dosyaya. AK Parti Eski Sözcüsü Yasin Aktay’ın da yapabildiği gibi, “iki kelimede FETÖcü tespiti” ya da “kişinin alnına, kaşına bakarak” tespit yapıp ihbar yapabilme!…

Bilindiği gibi, Eski Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’ın bir açıklamasından öğrendik ki, kamudan ihraç edilen kişiler hakkında, bir suç olduğu için değil “iltisak irtibat gerekçesiyle” idari tasarrufa karar verilmişti. Şimdi bu kararlar üzerine mahkemelerde beraat alsanız bile görevinize dönemiyorsunuz, pasaport bile alamıyorsunuz…

“İltisak”ın Hitler döneminde de şöyle bir benzeri var:

“Ceza kanununda açıkça suç olarak tanımlanmamakla beraber cezalandırılmaması halinde Alman ulusunun derinden üzüntü duyacağı fiillere hangi cezanın verileceğini Alman yargıcı belirler.” Alman yargısını bitiren bu uygulama iltisak ile Türk yargısına girerek ülkeyi bitirdi.

ANLAŞILMAZ OLSA DA ANLAMLANDIRMA ÇABASI

İnsan hakları savunucusu HDP vekili Ömer Faruk Gergerlioğu, iltsak ile ilgili şöyle diyordu:

“Nedir bu iltisak yahu? Dün “irtica” diye bir kelime vardı, önüne gelen, başörtülüye, sakallıya irtica adı altında zulmediliyordu. Şu anda da güç sahibi oldunuz, iltisak diye bir kelime uydurdunuz, işinize gelmeyeni hukuksuz bir şekilde zulmen mağdur ediyorsunuz.

Deneyimli hakim Kemal Karanfil de şöyle soruyordu:

“18 yıl hakimlik yaptım, 5 yıl Yargıtay da çalıştım. Ancak İLTİSAK kadar SAÇMA ve KEYFİ bir tanım görmedim! Her tarafa lastik gibi çekilebilecek bir kelime ile insanların hayatları karartılır mı? 100 hukuk fakültesinin hocaları, nerdesiniz?

Uygulamalara gelince:

– T.C. DANIŞTAY 5. DAİRE E. 2016/8196 K. 2016/4066 T. 04.10.2016 ile “FETÖ/PDY ÖRGÜTÜ İLE İLTİSAK VE İRTİBATLARININ SABİT OLDUĞU GEREKÇESİYLE KHK/667 MD/3-1 GEREĞİNCE MESLEKTEN ÇIKARILMA” ile ilgli bir başvuruda “HSYK’nın Tesis Ettiği Kararının Disiplin Suçu İşlenmesi Karşılığında Uygulanan ve Yargı Denetimine Tabi Bir Disiplin Cezası Olan Meslekten Çıkarma Cezası Niteliğinde Olmadığı/6087 S.K. Md. 33 Uyarınca İlk Derece Mahkemesi Olarak Danıştay’da Görülebilecek Bir Uyuşmazlık Bulunmadığından İdari Yargıda Genel Görevli Yargı Yeri Olan İdare Mahkemelerinin Görevli Olduğu)” kararı vardır. Bununla Danıştay, ihraç olmuş Osmaniye Savcısı ile ilgili olarak özetle HSYK’yı İLTİSAK VE İRTİBAT gerekçesi ile haklı bulmuştur.

– Kamu görevinden 667 Sayılı KHK ile “terör örgütleriyle irtibatlı olduğu iddiasıyla” ihraç edilen Sermaye Piyasa Kurulu’ndaki bir uzmanın İdare Mahkemesi’ne dava açmış olduğu dava da ilginç bir detay içeriyordu ve bu gazetelere de haber konusu olmuştu. Haberdan öğrenildiği kadarıyla o muhreç uzman idareye başvurarak iadesini istemiş, mahkeme de Emniyet’e yazarak “davalının Cemaat ile irtibat ve iltisakını” sormuş, bu yönde bir belge, bilgi gelmeyince de mahkeme davacıyı görevine etmişti. (Uygulamada da görüyoruz ki mahkemeler kurumlardan ve Emniyet’ten irtibat-iltisakı sormakta.) İdare Hukukçusu Metin Günday, ilgili idare mahkemesinin bu kararının da emsal olduğunu belirtmişti.

– Ve İltisak tanımı ilk defa bir gerekçeli kararda yer aldı.

“… Zira, kamu görevinden çıkarılma nedenleri sadece üyelikle sınırlı tutulmamış, esasen ceza yargılamasının ilgi alanında bulunmayan İLTİSAK; yani yapışıkmış gibi birlikte hareket etme, gönüllü şekilde tabi olma, aynı yöne bakma, olaylan aynı bakış açısıyla değerlendirme, eylemlerini bir grubun, örgütün ya da yapının işaretleri, talimatları, yönlendirmelerine göre gerçekleştirme ve bunu yaparken dünyevi ya da uhrevi faydalar umma hali ile irtibat; yani bir çıkar ilişkisi nedeniyle gönüllü veya gönülsüz kendi davranışlarını bireysel iletişim yoluyla ya da yazılı ve görsel basın, sosyal medya paylaşimlari üzerinden gelen mesajları dikkate alarak belirleme hali de kamu görevinden çikarmanın hukuki gerekçeleri arasında sayılmıştır. Bu nedenle, ilgililer hakkında ceza yargılamasında üyelik suçlamasıyla açılan davada beraat kararı verilmiş olsa dahi idari yargı yeri irtibat ve iltisak unsurları yönünden de işlemi incelemek zorundadır.”

Bu kararı ile BİM, “iltisak”a ilk defa açıklık getirirken, karar verirken iltisakı araştırma zorunluluğunu da getirmiş oluyor.

Yasal ve hukuki bir dayanağı olmayan bu kararla Bölge İdare Mahkemesi iltisak tanımına dair adeta yasal düzenlemeler yapmakta..! Halbuki herhangi bir mahkeme tek başına yasa yapamaz veya olan yasalar yokmuş gibi karar veremez. Kaldı ki, bu iltisak araştırması o kadar vicdansızca kullanılmakta ki, araştırması yapılan kişinin ailesinden ya da sülalesinden bir Cemaat soruşturması geçirmiş kişi varsa, o kişi hakkında da red kararları verilebilmektedir! (HSK’nın bu konuda açık beyanları da var.)

Bir hukuk devleti olarak değil de adeta bir kabilenin kan davası raconu ile hareket etmekte, kanlısı karşı taraf ile en ufak bir akraba ilişkisi içinde olanların yok edilmesi gerektiği ilkesine varıyor. Bu kurtlar kanununda suçlar şahsi değil, tüm aşiret bireylerini bağlamakta!…

KANUNLARIN ÖZÜ NE DİYOR?

Ceza Hukuku’nda “suç örgütü” veya “terör örgütü” kavramlarının karşılıkları, Türk Ceza Kanunu m.220, 314 ve Terörle Mücadele Kanunu m.3 ve 7’de yer almakta olup temel ilke, “suçta ve cezada kanunilik”tir.

“Kanunilik ilkesi”ne dair de Anayasa’nın “Suç ve cezalara ilişkin esaslar” Madde 38’de:

“Kimse, işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanunun suç saymadığı bir fiilden dolayı cezalandırılamaz; kimseye suçu işlediği zaman kanunda o suç için konulmuş olan cezadan daha ağır bir ceza verilemez.

Ceza sorumluluğu şahsidir.” denilmektedir.

Nitekim CMK Madde 217’a göre: “Hakimler kararlarını kendisine sunulan DELİLLERE dayandırmak zorundadır.” Zira “Yüzlerce ŞÜPHE bir araya gelse de tek bir DELİL oluşturmaz.” (Dostoyevski, Suç ve Ceza)

TCK 220, 314. maddeye bakıldığında özetle “terör örgütü üyeliği’’ için:

– Bir terör örgütünü kuran,

– Bir terör örgütünü yöneten,

– Bir terör örgütüne katılan (örgüte üye olan)

– Bir terör örgütü adına diğerleriyle birlikte veya tek başına suç işleyen

– Bir terör örgütüne yardım eden kişiler, terör örgütü mensubudur ve terör suçlusudur.

Bunun bir başkası yoktur. Ama yasada olmadığı halde “iltisak veya irtibatı olduğu değerlendirilenler” diye bir grup daha oluşturulmaya çalışılıyor. Ama yasa koyucular TCK’nın 220 veya 314. maddelerine veya 3713 sy 7.maddesine, “örgütlere iltisak ve irtibatı olan kişileri de cezalandırılır” şekilde bir hüküm ekleyebilir de bundan sonra… O yasanın yürürlüğe girmesinden sonra ancak bu “suç”u işleyenler cezalandırılmaya başlayabilir.

Evet, böyle bir madde olmasa da 21 Temmuz 2016 tarihinde ilan edilen olağanüstü hal sonrasında çıkarılan kanun hükmünde kararnameler ile Ceza Hukuku açısından suç veya terör örgütü kavramları ve ceza yargılaması yöntemleri genişletilmiştir. Olağanüstü hallerde bile temel hak ve özgürlüklerin kısıtlanamayacağı” Anayasal olarak öngörülmüş olsa da bu kural hem KHK’larla, hem de mahkemelerdeki bu tür uygulamalarla “hukuk devleti ilkesi” rağmına ihlal edilmiştir.

Bu bağlamda 667 sayılı KHK ile başlayan ve 668 sayılı KHK’nın 3. maddesinde yer alan “milli güvenliğe tehdit oluşturduğu tespit edilen Fethullahçı Terör Örgütüne (FETÖ/PDY) aidiyeti, iltisakı veya irtibatı olan ibaresi, keyfi, gelişigüzel tanım ve uygulamalar olmuş, “iltisak” kelimesine yanlış anlam verilerek kişisel sorumluluklar önemli oranda genişletilmiştir. (Darbeden hemen sonra adeta Hayrettin Karaman’ın dini fetva alanında yaptığını hukuk doktrininde yapan Prof.Dr. Ersan Şen, o dönem bunların tam aksini savunmuş olsa da!..)

Böyle bir karar ile mağdur olan kimselerin önce Anayasa Mahkemesi’ne ve sonra da İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi’ne başvurması elzemdir.

İLTİSAK ve HORTLAYAN M.163!

Dün irtica bugün iltisak; Anayasa ve kanunlarda olmayan cezalara kılıfa güzel bir örnek…

İktidarın İstanbul Büyükşehir Belediye seçimlerini iptal taleplerindeki:

“Hiç bir şey olmadıysa bile mutlaka bir şeyler olmuştur” gerekçesinin Ceza Kanunu’nda vücut bulmuş halidir iltisak.

İnsanları bir şekilde suçlayabilmek için “İrtibat, mensubiyet, aidiyet..” gibi bu soyut, içi boş kavramların hepsini bir arada kullanıyorlar. ByLock yüklü olma gibi absürt kıstas yeterli gelmeyince uydurulmuş bir gerekçedir irtibat, iltisak. Son zamanlarda buna “sosyal çevre” ve “ankesör”ü de eklemiş oldular.

Bu suç gerekçesinin kanunda, hukukta yeri yok. Uydurma.

Kaynağı ne? Cem Yılmaz stand-up’ı gibi, bir taraflarından uyduruyorlar! Bütün kaynak bu. (Yazılarımda ilk defa bu kadar sınırları zorluyorum, kusura bakmayınız. Ama bunun teknik, hukuki, sosyal vs hiç bir alanda başka bir tanımlaması yok, biraz da ondan…)

Bir zamanların meşhur TCK 163. Madde vardı. (Rahmetli Turgut özal’ın cumhurbaşkanlığı döneminde, 1991 yılında yürürlükten kaldırdığı eski TCK’nın “irtica” ile ilgili olan maddesi.)

O 163. Madde diyordu ki: “Devletin sosyal ve ekonomik veya siyasi veya hukuki düzenini, kısmen de olsa dini esas ve inançlara uydurmak amacıyla veya siyasi amaçla veya siyasi menfaat temin ve tesis eylemek maksadıyla, dini veya dini hissiyatı veya dince mukaddes tanınan şeyleri alet ederek (…) propaganda yapan veya telkinde bulunan kimse, beş yıldan on yıla kadar hapisle cezalandırılır.”

  1. Kazıl kısakürek’e İsmet İnönü’ye hitaben “163” şiirini yazmasına vesile olan, dindar pek çok dindar insana, çok ağır mağduriyetler yaşatan bu maddeden Fethullah Gülen de 1973 yılında mahkumiyet almıştı.

TCK 141, 142 ile birlikte 163. M. de “inanç ve fikir hürriyetine engel oldukları, antidemokratik oldukları” gerekçesi ile 1991 de kaldırılsa da, 1993’de Özal’ın şaibeli bir şekilde ölümü sonrası başlayan süreçle birlikte bu maddeler olmaksızın bile inançlı kesimlere zulmedilmeye çalışmıştı. 28 Şubat dönemi de gemin azıya alındığı yıllardı.

AKP’nin iktidara gelmesi ile rüzgar diner gibi olsa da iktidarının ilk yıllarında çıkarmaya çalıştığı Terör Yasası ile iki insanın bir araya gelmesi bile “terör faaliyeti”sayılacaktı. Sivil toplum kuruluşlarından çok tepki gelmişti. 28 Şubat süreci bitsin, ülke nefes alsın diye getirilen ve isminin başından “Adalet” olan bir parti eliyle yeni bir zulüm dalgasının getirilmeye çalışılması insanları çok rahatsız etmişti. İnsanlar dalga dalga meclisi ziyaret edip doğması muhtemel problemlere dikkat çekmeye çalışmıştı. O zamanlar İstanbul’da avukattım ve bir hukuk derneğinin de başkanlığını yürütmekteydim, bir grup avukat arkadaşımla TBMM’ye gidip özellikle şahsen tanıdığımız hukuk kökenli vekillere meramımızı anlatmaya çalışmıştık. Bekir Bozdağ, anlattıklarımız karşısında, “Olur mu canım öyle şey, biz buna müsaade etmeyiz” demişti. Burhan Kuzu, o her zamanki gevşek tavrıyla: “Yok yea, çok abartıyorsunuz, yersiz alınganlık gösteriyorsunuz.” demişti.

Neyse ki bu uyarılar etkisini göstermiş, yasada ‘bir faaliyetin terör sayılabilmesi için’ “cebir ve şiddet içermesi” şartı getirilmişti. Derin devletin faşizan bu çıkışı o dönem için kısmen bertaraf edilmişti.

Fakat sonradan öğreniyoruz ki, o dönemde boş durmamışlar, 2004 yılındaki MGK toplantısında alınan bir kararla “Gülen Cemaati’nin devlette ve toplumda tasfiyesi” adı altında muhalif, inançlı insanların yok edilmesi için düğmeye basmışlar. Hatta Nisan 2009’da da Genelkurmay merkezli “AKP ve Gülen’i bitirme eylem planı”nı yürürlüğe koymuşlar.

Bu plana göre, 2004 yılından beri alttan alta yürütülen fişleme faaliyetleri ile yürütülmekte olan geniş çaptı bitirme eylemi için, daha sonuç odaklı olabilmesi için Cemaat’in kurumlarına, evlerine silahlar yerleştirilmesi, böylelikle topluluğun bir terör örgütü gibi gösterilip üzerine çökülmesi ve bitirilmesi planlanıyordu. Fakat bunu yaparken de tabanı ürkütmeden yapmak, onları da kazanıp devşirmek, hükümete oy vermeye devam etmeleri sağlanmak isteniyordu. Ama 17/25 Yolsuzluk Soruşturmaları patlak verince de bu alttan alta götürülmesi düşünülen planda vites değiştirilmiş, artık gizleme gereği görülmeden açıktan, tam gaz yürütülmeye başlamıştı.

15 TEMMUZ EŞİĞİ

İnsanları terörist gösterebilmek, faaliyetlerini terör kapsamına almak için her yol deneniyor ama sürekli olarak dosyalar havada kalıyordu. Bazı yargı mensupları da böyle içi boş dosyalara karşı ikircikli davranıyor, çok hevesli olmuyorlardı. Bir terörize edilme çıkışına ihtiyaç vardı ve “Allah’ın bir lütfu” “15 Temmuz 2016 Darbe Kurgusu” gerçekleştirilmiş oldu.

“Gülen Cemaati’ni bitirme eylem planı” doğrultusunda, ilk önce –ivedilikle- bu tenkil hareketine alet olmayacak 5 bin kadar yargı mensubu ihraç edilmişti. Ardından da bazı isimler üzerinden Cemaat, darbe ile ilintilendirilmeye ve de ilişkilendirilmeye çalışarak bu topluluktan bir terör örgütü çıkarılmaya çalışılmıştı.

Bütün kurgulara rağmen Cemaat ile darbe arasında somut bazı bağlantılar ortaya konulamayınca, dünya kamuoyuna tatminkar deliller ortaya konulamayınca, müşahhas terör faaliyetleri gösterilemeyince, iş ülke içinde “kendi çalıp kendi oynama” kıvamında yürümeye başladı.

Eldeki doneler; bazı insanların telefonunda ByLock gibi bir telefon uygulamanın olup olmaması, o da yoksa Kakao Talk, Telegram gibi başka bir uygulamanın olup olmaması, ya da bir sendikaya üyelik, banka hesabının olması, bir gazeteye aboneliğinin bulunması gibi akla zarar bahaneler üzerinden yürümeye başladı. Bunlardan da somut bir veri çıkmayınca en son olarak “iltisak, irtibat” kavramı ortaya atılmış oldu.

Bu ve benzeri uygulamalarda da HSK’nın hakimler ve mahkemeler üzerinde baskı iddiaları var. Hatta HSK’nın “tahliye öncesi HSK ile istişare edin” şeklinde bir belge kamuoyuna yansımış, bilahare de HSK Başkanvekili Mehmet Yılmaz, bu belgesiyi doğrulamıştı. Anayasa’ya göre mümkün değil bu ama yargının durumu da bu!…

Kurt kuzuyu yemeye kafayı koyduysa her türlü bahanesi olur. Son bahane  “iltisak, irtibat”dır ve bununla birlikte bireylerle birlikte bütün kan bağı, irtibatı olan insanlar cezalandırılmaktadır. Hukuk devleti”nde bu olmaz. Ama kabile, aşiret devletlerinde olur bu. Oluyor da. Bize düşen hakkımızı uluslararası mahkemeler dahil her platformda aramak…

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin