Gazeteci suikastı ve Türkiye’yi bekleyen risk

YORUM | ADEM YAVUZ ARSLAN

Bu yazıyı yazdığım saatlerde Cumhurbaşkanı Erdoğan merakla beklenen AKP Grup konuşmasını yapmamıştı.

Dolayısıyla bu yazı Erdoğan’ın ‘çıplak gerçekler’ dediği ‘detaylar’ ile ilgili değil.

Erdoğan gerçekten de cinayete dair kriminal detayları açıkladı mı, yoksa Gezi olayları sırasında söylediği ‘Camide içki içtiler’ ve ‘Kabataş’ta başörtülü bacıma saldırdılar. Görüntüleri bu Cuma yayınlayacağız’ yalanları gibi mi oldu bilmiyorum.

Zaten yazının ana fikri de suikaste dair kriminal detaylar değil. Gelmek istediğim yer başka.

Önce kısa bir özet yapmakta fayda var;

Çünkü gazeteci Cemal Kaşıkçı suikasti polisiye kurgu romanlarına taş çıkartacak bir olay. Washington Post’ta yazan Suudlu muhalif bir gazeteci, üstelik çok güçlü ilişkilere, yakası açılmadık bilgilere sahip, yarısı yaşında bir kadınla ‘sürpiz’ bir şekilde evlilik kararı alıyor.

Eşi ve çocuklarının bu karardan haberi de yok.

Bir ayağı Amerika’da bir ayağı Türkiye’de. Üstelik ülkenin tek hakimi  Erdoğan’ın ‘arkadaşı’. Kaşıkçı aynı zamanda Müslüman Kardeşler örgütünün ateşli bir savunucusu.

Çevresi AKP kurmayları ile dolu.

Suudların veliaht prensi Muhammed Bin Selman ile kavgalı ve buna rağmen Suudi konsolosluğuna ‘evrak almaya’ gidiyor.

Bu esnada Amerikan istihbaratı ‘kayıtta’.

Cemal Kaşıkçı, konsolosluğa gidiyor ama bir daha çıkamıyor.

Nişanlısı Hatice Cengiz (Havuz da yazanlara göre attığı her adımı AKP yönetimi ve istihbarat ile istişareli atıyor) Erdoğan’ın danışmanı Yasin Aktay’ı arıyor.

Sonrasında yaşananlar herkesin malumu.

Yani suikaste dair ‘parmak kesme’, ‘cesedin parçalara ayrılması’ ve ‘halıya sarılıp kaçırılması’ vb detaylar doğru olmasa bile, eldeki kesin verilerle dahi gördüğü ilgiyi hak eden bir hikaye.

GÖLGEDE KALAN SORU !

Cinayet büroda işe başlayan acemi polislere verilen öğütlerden birisidir; “Eğer bir olayı çözemiyorsanız durduğunuz yeri ve bakış açınızı değiştirin.”

Biz de Kaşıkçı suikastine dair ‘kurguyu’ değiştirip hikayeyi en başa alalım.

İlk soru şu; Kaşıkçı gibi çok güçlü ilişkilere ve mahrem bilgilere sahip bir gazeteci basit bir evrak almak için konsolosluğa gider mi?

Sonuçta Kaşıkçı rejim muhalifi gazetecilerin başına ne geldiğini bilecek tecrübede bir gazeteci. Üstelik kendi ülkesinin muktedirlerini ‘şahsen’ tanıyor.

Yani başına geleceği biliyor olmalıydı.  Buna rağmen konsolosluğa gitmişse ‘evrak almak’ esas gerekçe olamaz.

Kaldı ki Erdoğan’ın yakın arkadaşı, AKP yönetiminin dostu bir ismin evlilik için basit bir evrağa ihtiyacı olmayacaktır.

Bırakın Erdoğan’ı yada AKP kurmaylarından birini, AKP ilçe başkanlığından aransa nikah memuru o işlemi sorunsuz bitirirdi.

Bir diğer şüpheli nokta şu; Kaşıkçı normal şartlarda Virginia’da oturuyor. Yani o evrağı ABD’den de alabilirdi. Fakat ABD elçiliği İstanbul’a yönlendiriyor. Kaşıkçı’nın bir ayağı Londra’da. Orası da İstanbul’a yönlendiriyor.

Oysa ki Kaşıkçı İstanbul’da mukim değil.

İddiaya göre evlilik hazırlıkları yaparken istanbul’dan ev aldı. Fakat Turan Kışlakçı ve Yasin Aktay’ın anlatımlarına göre nişanlanma serüveni de çok yeni.

Dahası Kaşıkçı Londra’da iken İstanbul konsolosluktan ‘evrak almaya gelecek misiniz ?’ diye aranıyor. Kaşıkçı’nın şüphelenip çevresine ‘neden arıyorlar acaba?’ dediği de Havuz’a yansıdı.

GİT TELKİNİNİ KİM YAPTI?

Gözde kaçan-kaçırılan bir diğer soru da şu; Acaba Kaşıkçı’ya -bütün isteksizliğine rağmen- konsolosluğa gitmesini telkin eden kimdi?

Kaşıkçı’ya ‘biz takipteyiz, korkma’ diyenler neyin peşindeydi?

Acaba Kaşıkçı’yı konsolosluğa gönderenler Kaşıkçı vesilesiyle mevcut Suud yönetimine karşı koz elde etme amacında mıydılar?

Zira Kaşıkçı ortadan kaybolduğu andan itibaren Türk istihbaratı ‘somut bilgiler’ servis etmeye başladı.

Bu da ‘hazırlıklı’ olduklarını gösteriyor.

Peki Türk istihbaratı yaşananları nereden biliyordu? Kaşıkçı’nın üzerinde verici mi vardı? Apple Saat gerçekte saat görünümü verilmiş bir verici miydi?

Konuştuğum uzmanlara göre ‘en güçlü ihtimal’ Kaşıkçı’nın üzerinde dinleme cihazı olması.

Kaldı ki Havuz medyasının haberlerini bu veri üzerinden okuduğumda resim tamamlanıyor. Çünkü Sabah’a çıkan haberlere göre kayıt kesildikten 10 dakika sonra konsolosluktan siyah bir minibus çıkıyor.

Eğer ortam dinleme yada dışarıdan elektronik dinleme yapılsa kayıtların sürmesi gerekirdi.

Yani Türk istihbaratı Kaşıkçı’nın konsolosluğa gidişine hazırlıklıydı. Üstelik Hatice Cengiz’in Yasin Aktay’ı aramasından hemen sonra yaşanan koşuşturmaca dikkat çekici.

Zira MİT’in hızlı bir şekilde havalimanına gidip apronda bekleyen özel jeti kontrol etmesi İstanbul’a gelen timden haberdar olduklarını ve amaçlarını bildiğini gösterir.

Özetle, Türk istihbaratı Kaşıkçı’nın başına gelenleri adım adım izlemiş.

HEDEF SUİKAST MİYDİ?

Peki Suudların hedefi suikast miydi yoksa Kaşıkçı’yı kaçırmak için mi geldiler?

15 kişilik bir timin gelmesi, dublör getirilmesi ve ekibin aynı akşam geri dönmesi Suudların ‘çok hazırlıklı’ olduğunu gösteriyor.

Ancak bu tip dosyalarda uzman isimlerin anlattıklarına göre amaç suikast değildi. Türk tarafı içinde suikast beklenmedik bir gelişme oldu.

Çünkü Suud yönetimi yurt dışındaki muhalif isimleri ülkeye geri getirmek için bir süredir çalışma yürütüyor. Dolayısıyla Kaşıkçı’yı Arabistan’a götürmek istemeleri öncelikli hedefleriydi.

Uzman bir polis şefi “Suudlar acımasız olabilir fakat aptal değiller. Washington Post’ta yazan muhalif bir gazeteciyi, üstelik konsoloslukta öldürecek kadar akılsız değiller” diyor.

Bu görüşü destekleyenlere göre Kaşıkçı yaşanan arbedede öldü ve paniğe kapılan Suudlar cesedi ortadan kaldırıp alel acele ülkelerine döndüler.

Üstelik olaydan bir gün sonra konsolosluk bahçesinde evrak yakmaları bu paniği gösteriyor.

Cemal Kaşıkçı’nın kıyafetlerini başka birine giydirip İstanbul sokaklarında dolaştırmak da aynı paniğin ürünü.

TÜRKİYE’NİN DİKKAT ÇEKEN TAKTİĞİ

Cemal Kaşıkçı suikastinde Türk istihbaratı ilginç bir strateji takip etti.

Soruşturmada ‘tekel’ olmanın avantajını çok iyi kullandı ve elindeki verileri kademeli olarak Amerikan medyasına servis etti.

Bunu da Erdoğan’ın talimatı ve koordinesi ile yaptı. Yani ortada bir sızma yok. Aksine bilinçli bir servis var.

Böylece meseleyi sıcak tuttu.

Olayı Türkiye ile Suudi Arabistan arasında bir mesele olmaktan çıkartıp Suud’larla ABD ve Batı dünyası üçgenine çekti.

Kaşıkçı’nın canlı canlı kesildiğine dair ‘detaylar’ı bilinçli bir şekilde servis ederek Batı dünyasında Suudlara karşı öfkeyi büyüttü.

Suudları köşeye sıkıştırıp süreci eline aldı. Eğer Türk istihbaratının bu taktiği olmasa muhtemelen Cemal Kaşıkçı suikasti faili meçhule gidecekti.

Peki Türk istihbaratının amacı ne?

Yaşananlara bakılırsa ‘sadece cinayeti çözmek’ olmadığı açık.

Çünkü olaya dair bilgi ve görüntülerin servis ediliş şekli hedefin ‘salt adalet arayışı’ olmadığı görülüyor. Kaldı ki Erdoğan rejiminin hak hukuk ve basın özgürlüğü karnesinin kırıklarla dolu olduğu herkesin malumu.

Erdoğan rejimi soruşturmaları yürüten makam olmanın avantajı ile bilgileri kademeli olarak, bir stratejinin parçası olarak dünya medyasına servis etti. Böylece hem ABD hem de Suud’larla pazarlık masasını kurdu. Kaşıkçı üzerinden politik kazanımlar elde etmenin peşine düştü.

‘Görüşmelerin’ seyrine göre dünya medyasına servisler arttı-azaldı.  Erdoğan rejiminin Kaşıkçı olayından hareketle Suudi prens MBS’dan kurtulmak istediği görülebiliyor. Bir bakıma fırsat kolluyor da denebilir.

Nitekim AKP kurmayları doğrudan ‘Selman gitmeli’ demeye başladılar.

Özetle, Türkiye Kaşıkçı suikasti sebebiyle bir taşla kuş sürüsü vurmanın derdinde. Hem sevmediği prens Selman’dan kurtulmak hem de yakın müttefikleri Katar ve İran üzerindeki baskıyı azaltmak istiyor.

Cinayete dair bilgilerin geleceği ise ‘tamamen duygusal’ pazarlıklara konu olabilir.ABD cephesinde ise kamuoyunun aksine, başkan Trump olaya  ticari yaklaşıyor.

O yüzden Kaşıkçı suikasti Türkiye, Suudi Arabistan ve Amerika arasında yürütülecek bir soruşturma ile aydınlatılamaz.

Türkiye ve Amerika’nın Suud’larla olan pazarlıkları gerçeklerin ortaya çıkmasını engelleme potansiyeline sahip. Bu yüzden suikastin Birleşmiş Milletler kontrolünde soruşturulması şart.

ŞEFFAFLIK YOKSA MANİPÜLASYON VARDIR

Herşeyden önce İstanbul’da böyle bir olayın yaşanması Türkiye için büyük kayıp. Bu olay özellikle Arap muhaliflerin Türkiye’ye olan bakışını değiştirecek. Türkiye artık ‘güvensiz’ bulunacağı için kendilerine yeni yerler arayacaklar.

Türkiye tüm gücüyle veliaht prens MBS’nı ekarte etmeye çalışıyor. Başarırsa ‘yeni yönetim’ ile iyi ilişkiler geliştirir, yakın müttefiği Katar rahat bir nefes alır. Ancak tersi olursa durum iyice içinden çıkılmaz hale gelir.

Çünkü şu anda 30’lu yaşlarda olan MBS’nin yaklaşık 50 yıl iktidarda kalacağını düşünürseniz Türk-Suud ilişkilerinin nereye gideceğini tahmin edebilirsiniz. Üstelik, MBS bu süreci atlatabilirse Erdoğan’dan intikam almak isteyecektir.

Fakat dikkat çekmek istediğim çok daha büyük bir risk var. Üstelik doğrudan Türkiye’nin kendi iç işleyişi ve ‘geleceği’ ile ilgili.

Kaşıkçı suikasti sonrası gördük; Erdoğan rejimi ‘parti devleti’ sürecini tamamladı. Polisinden yargısına, istihbaratından  medyasına tüm yapı doğrudan siyasetin emrinde.

Normal şartlarda bu çapta bir olay ile ilgili farklı bilgiler sızardı. Ancak Kaşıkçı cinayetinde zerre kadar bilgi-belge sızmadı.

İktidarın istemediği tek satır haber çıkmadı.

Bir başka ifadeyle herşey iktidarın mutlak kontrolü altında. Gelişmeler gerçeklere göre değil rejimin ‘ihtiyaçlarına’ göre şekilleniyor. İstihbarat en güçlü kurum haline geliyor.

Böyle bir Türkiye’de demokrasiden bahsedilebilir mi?

Cemal Kaşıkçı suikasti Erdoğan rejiminin tüm boyutları ile kurumsallaştığını teyit etmiş oldu.

Artık herhangi bir olayla ilgili detayları Erdoğan’ın istediği kadar, istediği zaman öğrenebileceğiz. ‘Öğrenebildiklerimizin’ gerçek olup olmadığı da hep şüpheli olacak.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

1 YORUM

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin