Erdoğan’ın iflas edecek kadar bile bir Kürt politikası yok

ANALİZ | DENİZ AYHAN

Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin (KRG) 25 Eylül 2017’de yapacağı bağımsızlık referandumu yaklaştıkça, referandum aleyhine Türk hükümetinin muhtelif isimlerinden ardı ardına tonu farklı açıklamalar gelmeye başladı. Referandumun kesin olarak 25 Eylül 2017’de yapılıp yapılmayacağı sorusu hala varlığını korumakla beraber, özellikle Amerika Birleşik Devletleri, Almanya, Fransa gibi ülkeler bağımsızlık referandumunun IŞID ile devam etmekte olan mücadeleyi zaafa uğratacağı noktasından hareketle referandumun en azından 2018 Nisan ayında yapılacak Irak genel seçimlerine kadar tehir edilmesini talep etmekteler. Buna rağmen, Barzani ve yönetimin dışişleri bakanı olan Falah Mustafa Bakir referandum tarihinin hiçbir surette tartışmaya açık olmadığını gerek bölge gerekse de uluslararası kamuoyuna duyurmaya devam etmekteler.

TÜRKİYE’NİN HER HAMLESİ GÜNLÜK GELİŞMELERE GÖRE

Irak’ta ve Suriye’de ulusal çıkarları itibari ile bulunan yukarıda ismi zikredebilen devletlerle beraber Iran ve Rusya farklı Kürt fraksiyonları ile birbirinden ayrışabilen ilişkiler kurabiliyorken, Türkiye’nin özellikle Iraklı ve Suriyeli Kürtlere dair aldığı tutum diplomasi diliyle sıfır toplamlı (zero-sum) bir siyaset tarzını akla getiriyor. Farklı Kürt gruplar ve siyasi partilerle kurulan ya da kurulmayan ilişkilerin toplamına baktığımızda, bu ilişkilerin önemli bir kısmının birbirine rağmen kurulduğu neticesi ile karşılaşmaktayız. Daha açık bir ifade ile belirtmek gerekirse, Irak özelinde Barzani’nin KDP’si ile kurulan ‘özel ilişkiler’ bir yandan Talabani’nin partisi olan PUK’u Türkiye’ye karşı yer yer ötekileştirirken, diğer yandan Goran gibi değişim talep eden bir Kürt siyasal hareketinin Barzani üzerinden yaptığı eleştirilere on para kıymet vermeyen bir AK Parti profilini karşımıza çıkarmakta. Hatta öyle ki, AK Parti’nin varsa Iraklı Kürtlere dair bir siyaseti bunun Barzani ailesi ve KDP dışında ki Kürt gruplarla son derece yüzeysel ve resmi ilişkiler kurması şeklinde tezahür ettiğinin altını çizebiliriz. Böyle bir yaklaşım karşısında, Türkiye’nin Irak Kürtleri’ne dair tüm projeksiyonlarını büyük oranda yalnızca bir partiye (KDP) ve hatta bir adama (Barzani) endeksli oluşturduğunu da belirtmek durumundayız.

Bununla beraber, Türkiye’nin Kürdistan Bölgesel Yönetimi’ne dair ortaya koyduğu tutumlar maalesef son derece reaksiyoner, orta ve uzun vadeli perspektiflerden yoksun bir takım günlük, hatta anlık tepkilerden meydana gelmekte. Bu argümanı doğrulamak için başta Erdoğan olmak üzere Başbakan Binali Yıldırım, Enerji Bakanı Berat Albayrak, Dışişleri bakanı Mevlüt Çavuşoğlu gibi isimlerin KRG’li yetkililerce yapılan referandum açıklamalarının hemen akabinde yaptıkları beyanatlarına bakmak yeterli olacaktır. Bu isimlerin hemen hepsi kamuoyu önünde KRG’nin bağımsızlık referandumunun Irak’ın toprak bütünlüğüne zarar vereceğini ve dolayısıyla bunun Türkiye tarafından kabul edilmeyeceğini ifade etmekle beraber, bu ifadeleri ne diplomatik, ne askeri ne de ekonomik olarak destekleyecek hiçbir adımı ortaya koymamaktalar.

KÜRTLERE SEMPATİK GÖRÜNMEYE ÇALIŞIRKEN

Kamuoyuna açık şekilde sarf edilen bu beylik lafların gerçekte somut adımlarla desteklenmemesinin şüphesiz Erdoğan için Türkiye iç politikasına bakan önemli bir yönü de bulunmakta. Erdoğan, Türkiye’de yaşayan yaklaşık 20 milyon Kürdün en azından önemli bir kısmının desteğini 2019’daki başkanlık seçimlerinde alabilmek için KRG’nin bağımsızlık referandumuna dair bir yandan karşı olduğu izlenimi verecek ifadeler kullanırken, bir yandan da bu ifadelerin gerçekte bir karşılığının olmadığını devletin eylemsizlik durumu ile fiili olarak ortaya koymakta. Türk hükümeti ve Erdoğan hakikaten KRG’nin bağımsızlık referandumuna karşı tedbirler almak isteyecek olsalar, Kerkük-Yumurtalık petrol hattından, bölgede bulunan orduya kadar son derece farklı ve etkili olabilecek caydırıcı araçları kullanabilirler.

AK Parti’nin Irak Kürtleri’ne dair sahip olduğu bu karmaşık tutumun Suriye Kürtlerine geldiğinde daha belirgin ve yer yer köşeli bir hal aldığını itiraf etmek zorundayız. Her ne kadar Türkiye, Kuveyt’in Saddam tarafından işgali sonrası Amerika’nın siyasal ve askeri güvencesi ile hayat bulan KRG’nin varlığını zamanla hazmedip, Erbil ile son derece girift ilişkiler kursa da; PKK’ya karşı geliştirmiş olduğu tarihi reflekslerinden ötürü Suriye’nin kuzeyinde oluşacak herhangi bir Kürt oluşumuna başından beri karşı çıkmakta ve böyle bir yapılanmayı KRG örneğinde olduğu gibi kontrolünden çıkacağını düşündüğü için ulusal güvenliğini tehdit eden son derece önemli bir sorun olarak algılamakta

PYD GÜCÜNÜ HER GEÇEN GÜN ARTTIRIRKEN

Türkiye’nin bu kaygısının aksine, ABD ve Rusya gibi güçler Suriye’nin toprak bütünlüğüne saygı duyulduğu takdirde ülkenin kuzeyinde PYD yönetiminde otonom bir Kürt bölgesinin varlığını problem etmeyeceklerini farklı diplomatik ve askeri mesajlarla vurgulamaktalar. İlintili olarak, Türkiye’nin Suriye’de yaşayan PYD/PKK dışı Kürt gruplarla olan ilişkilerine baktığımızda da, büyük ölçüde reaksiyoner ve PYD hassasiyeti etrafında oluşturulan bir takım suni ittifaklar kurmaya çalıştığını gözlemlemekteyiz. Kurulan bu ittifakların bugüne kadar Suriye özelinde siyasal güç kompozisyonunu değiştirmediğini ve aksine PYD’nin gerek bölgesel gerekse de uluslararası etki sahasını her yıl genişlettiğini gözlemlemekteyiz. Büyük bir ihtimalle, önümüzdeki beş-on yıllık zaman diliminde fiili olarak Suriye’nin kuzeyinde üç kantonda var olan PYD, bu bölgedeki statüsünü Suriye’nin toprak bütünlüğüne halel getirmeyecek şekilde perçinlemeyi, uluslararası güçlerin ve Esad’ın desteğini alarak büyük ölçüde başaracak. Günün sonunda, Suriye gibi bir ülkenin kendi topraklarının kuzeyinde otonom bir bölgede Kürt yönetimine müsaade etmesi kendi iç işlerini ilgilendiren bir husus olarak, gerek Suriye gerek PYD ve gerekse de uluslararası bir takım güçlerce Türkiye’ye ye karşı kullanılacak ilk tezlerden olacaktır.

Tüm bunları ifade etmekteki kasıt gerek Irak’ta gerekse de Suriye’de farklı Kürt gruplar arasında birbirine rağmen kurulan ilişkiler ve birbirinden ayrıştırılamayan diplomatik siyaset tarzı, maalesef Türkiye’nin orta ve uzun vadede Ortadoğu’da Kürt siyasetini etkileyen ve Türkiye lehine dönüştürebilecek bir aktör olmaktan uzaklaşmasına sebep olacağa benziyor. Oluşan ve daha da büyüyecek olan bu boşluk, özellikle Rusya ve Iran gibi bölgede farklı ülkelerde yaşayan Kürtlerle çok boyutlu ilişkiler kurabilen devletlerce doldurulması kuvvetle muhtemel bir ihtimal olarak varlığını bugün de yarın da koruyacaktır.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin