Erdoğan yargısı ile yoğun bir hafta geçti, bu gidiş nereye?

EY ERDOĞAN YARGISI, “QUO VADİS?” (1)

YORUM | RAMAZAN FARUK GÜZEL

Erdoğan Yargısı ile çok yoğun, baş döndürücü bir hafta geçirdik. Hızını almış giden bu yargıya, “Quo Vadis?”/ ‘Bu gidiş nereye?’ diye sormak isterim, eski bir meslektaşları olarak…

**

Her geçen gün yeni bir skandala imza atan Erdoğan Yargısı, şu son haftaki performansı ile imajına uluslararası bir boyut kazandırdı. AİHM kararları reddediliyor, karara rağmen “karşı hamleler” yapılıyor, Akın İpek’in iadesi davasında İngiltere yargısına verilen savunmayı inkar etmeye çalışırken çok daha büyük skandallar yaşanıyor. Bu yaşananlar karşısında, eski bir meslektaşları olarak kollarımı açıp: “Quo Vadis?” demek geliyor içimden. Veya Kur’an’ın şaşkın, halden anlamayan insanlara seslendiği gibi: “Fe eyne tezhabun?” diye seslenmek istiyorum. ‘Peki -Hal böyleyken- siz nereye gidiyorsunuz?! Tekvir/26)’ demek geliyor içimden… Ya da anlayana İngilizce söyleyeyim: “Where do you think you’re going?”

Rivayet odur ki, havarilerden Peter, İmparator Neron’un zulmünden ve çarmıhtan kurtulmak için Roma’dan kaçar. Yolda giderken, sırtında haçını taşıyan Hz. İsa’ya rastlar ve ona sorar:

“Quo vadis?” (Nereye gidiyorsun?)

Hz İsa (r.a.)’ın cevabı ise şöyledir: “Romam vado iterum crucifig!” (Roma’ya tekrar çarmıha gerilmeye.)

Bunun üzerine Peter, görevini hatırlari kendisini toparlar ve geri döner. Sonradan da Aziz (St-Saint) olarak anılmaya başlar… (Polonyalı yazar Henryk Sienkiewicz “Quo Vadis” ismiyle bunu romanlaştırmış ve 1905’te Nobel Ödülü almıştır. Bu roman, 1951′ de Mervyn LeRoy tarafından filme aktarılmış ve 8 dalda Oscar’a aday gösterilmişti.)

AMOK KOŞUCUSU YARGIMIZ

Yargımız; fincancı dükkanına dalmış fil gibi, yıka yıka gidiyor. Bu böyle nereye kadar gider? Ahmet Altan, bir konuşmasında şu anki iktidarı bir “Amok Koşucusu”na benzetmişti. Amok; Malezya, Endonezya gibi yerlerde görülen ilginç bir hastalık. Bu cinnetlik hasta, silahını eline alarak bir pazar yerine dalar ve yok etme arzusu ile önüne çıkan insanları öldürür ve sonra kısa sürede ölür. (Stefan Zweig, aynı isimle bir kitap da yazmıştır.)

Bu iktidar ve yargısı da böyle böyle, yok ede ede en son kendisini de yok edecek… O bir vakıa. Fakat yaşananları ve yaşanacakları da tahlil edelim.

HAKİMLİK TANIMI NEYDİ NE OLDU?

Bu “koşu”nun en etkili silahı yargı. Yargı, şu kısa süreçte nereden nereye geldi?

Hakimlik eğitimi verilen Adalet Akademisi’nde ilk öğretilen derslerden birisi, “hakimlerin taşıması gereken özellikler”e dairdir. Ve ilk olarak Mecelle’ye atıf yapılır.

“Mecelle-i Ahkam-ı Adliye”nin “Fasl-ı Evvel” bölümü madde 1792’de  Hâkimin özellikleri şöyle sıralanmıştır:

“Hâkim; hakîm, fehim, müstakim ve emin, mekin, metin olmalıdır.”

Hâkimin “hakîm olması: Her şeyde üstün ve tedbirli olmaktır, zira kendisine hakîm olamayan, hâkim olamaz.

Hâkimin “fehim” olması: Hâkimin anlayışlı ve zeki olması ve olayları çabuk kavraması.

Hâkimin “müstakim” olması: Dosdoğru olması, dışarıdan etkilenmemesi ve dış baskılara kapalı olması.

Hâkimin “emin” olması: Korkusuz, inanan ve kendine güvenen kimse olmalıdır. Çünkü sanıkların adil yargılanma hakkı hakimin emin ve güvenilir olanına emanet edilmiştir.

Hâkimin “mekin” olması: Sakin olması, hiddetli olmaması ile hakimin iktidar ve vakar sahibi olması.

Hâkimin “metin” olması: Bütün acılara ve baskılara karşı hep dayanıklı olması, gücünü yitirmemesi, özetle hep metanetli olması.

..

2802 sayılı ‘Hakimler ve Savcılar Kanunu’nun “Bağımsızlık, teminat ve ödevler” kısmınındaki madde 4’de:

“Hakimler, mahkemelerin bağımsızlığı ve hakimlik teminatı esaslarına göre görev yaparlar. Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hakimlere emir ve talimat veremez, genelge gönderemez, tavsiye ve telkinde bulunamaz.

Hakimler, görevlerinde bağımsızdırlar; Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdani kanaatlerine göre hüküm verirler.” der.

İngiliz Hukuk sisteminden alınan kıstaslarla, hakimlerde olması gereken nitelikler şöyle sıralanmıştır (Mackay: s. 20. ):“Uygun seviyede hukuk bilgisi sahibi olmak”, “tecrübe”, “mesleki başarı”, “entelektüellik”, “analitik düşünce yeteneği”, “çok sağlam bir muhakame gücü”, “azim”, “kararlılık”, “mahkemeye gelen her türlü kişi ile etkin iletişim kurabilme yetisi”; “mahkemenin otoritesini ve saygınlığını koruyabilme gücü”, “dürüstlük”, “hakkaniyet”, “toplumu ve bireyleri anlayabilme yetisi”, “sağlam bir mizaç”, “nezaket”, “şefkat”, “kamu hizmetine bağlılık”, “duruşmaları etkin bir biçimde idare edebilme yeteneği”, “ olumlu insani nitelikler”.

Kendisine bunlar öğretilen, bunları da hayatına uygulamaya çalışanlar ihraç oldu, çok büyük bir oranda! Kalanların da büyük kısmı, hayatta kalabilmek için evrildi.

ERDOĞAN YARGISI GAYRETLİDİR

İmparatorluk bakiyesi Türkiye Cumhuriyeti, Hitler Almanyasından kaçan Ernst Hirsch gibi Hukuk profesörlerinin Türkiye’ye gelmesi ile hukuk alt yapısına Avrupai bir şekil vermişti.

Benim de mezunu olmaktan gurur duyduğum Ankara Hukuk Fakültesi 5 Kasım 1925 yılında kurulmuş olup o günden bu zamana 93 yıl geçmiş… Bu süreçte hukuk ve adliye teşkilatı kendince bir gelişme göstermiştir. R.T Erdoğan’ın bütün gücü ele geçirmesi, yasama-yürütme- yargı erklerini kendi elinde toplaması ile birlikte yargı farklı bir format almıştır, hakimlik müessesesi de farklı bir şekle evrilmiş, mutasyona uğramıştır.

En başat özelliği ise, Lider’ine karşı çok gayretkeş olması… O istediğinde bir anda kendisini çay tarlalarında bulur, Reisi ile omuz omuza çay toplar, o başka bir şey istediğinde ise iki etmez. Ona karşı bu gayretkeş hali o kadar saygı içindedir ki, onu görünce düğmesiz cübbesini o kadar deşeler ki, mitoz bölünme ile oradan bir düğme türetir adeta…

ERDOĞAN YARGISI ÇOK SENKRONİZEDİR

Başkanlık seçimlerinde Reis’ine “Seni başkan yaptırmayacağız!” diyen aday Selahattin Demirtaş’ı içeri atar. AİHM, onun usulsüz bir şekilde içeri tutulması ile ilgili olarak, “Derhal serbes bırakın” demesi karşısında Reisi, Başyargıç Erdoğan: “Bizi bağlamaz. Karşı hamlemizi yapar işi bitiririz” diyerek bu kararı tanımadığını açıklamıştı. Yargısı da Reis’inin karşı hamlesini görüp Demirtaş’ı serbest bırakmamıştı. Bunun böyle olacağını da önceki yazılarımızda kaleme almıştık.

Reisi ile sekronize olan, uyumlu hareket eden yargısı, artık öngörülebilir; dolayısıyla da sürpriz değil artık adımları. Selahattin Demirtaş da twitter hesabında şöyle seslenmişti bu yargıya:

“1- Yapın, “yapmayın” demiyorum da bu kadar aleni, acemice ve kepazece yapmayın böyle. İktidarın emrindeki yargının verdiği cezayı da tehditlerini de tanımıyorum.”

ERDOĞAN YARGISI NEREDE ADIM ATMASI GEREKTİĞİNİ BİLİR

Reisini zora sokan Gezi Olayları 2013 yılında başlamıştı. Taksim Meydanı’nındaki Gezi Parkı’nın doğal yapısını koruma güdüsü ile başlayan gösteriler, iktidara duyulan öfkenin patlaması ile büyümüştü. Barışçıl ve çevreci saiklerle başlayan gösteriler, (Abdullah Gül’ün de işaret ettiği gibi) istihbari yapıların ve özellikle MİT’in kaşıması ve yönlendirmesi ile başka mecralara kaymıştı. O zaman başlatılmış hazırlık soruşturmaları beklemeye alınmıştı. Şeytanlaştırılan Cemaat vb yapıların ortadan kaldırılması ile birlikte bu kesimlerin de ortadan kaldırılması için harekete geçildi.

Bu konuda Reisinin bir işaretine bakıyordu, geldi ve işlemler başladı. Erdoğan ki kin ve intikam almada bir zirvedir, Gezicileri de es geçeceği yoktu elbet…

Bu arada ilginç bir haber düştü, “FETÖ’nün, üyelerini deşifre olmamaları için tarikatlara ve bazı partilere sızdırdığı ortaya çıktı” diye. Kullanışlı bir aparata dönüşen “FETÖ diskur”u ile sıradaki diğer dini grupların da bitirilme işaret fişeği idi bu.. Senkronize yargısı, şu an işlem için bir işaret bekliyor.. Tek bir işaret!

ERDOĞAN YARGISI, DURULMASI GEREKEN YERDE DE DURUR

Geçen hafta eski Diyarbakır Barosu Başkanı Tahir Elçi’nin katledilişinin 3. Yılı münasebeti ile hemen her kesimden tepkiler vardı. Bu kadar zaman geçmesine rağmen hala dosyada bir gelişme olmaması insanları çileden çıkardı. Kaldı ki Sn Elçi’nin katledilişi bütün kameraların gözü önünde gerçekleşmişti…

Burada da yargı durması gereken yerde durmasını bilmiş, gerektiğinde bir sfensk gibi cansız kalabilmiştir. Aynı şekilde, Ergenekon davasında savcı mütalaasında, “Terör örgütüne” rastlamadığını ifade etmişti. Düşünün bir kere, binlerce sayfalık iddianame, onbinlerce sayfalık evrak, belge delil.. kasalar dolusu silahlar filan.. Ve savcı nereye baktıysa artık, görememiş! Yargılama esnasında yapılmış usuli ve insanlık hatalarını görmek gerekiyordu da, örgütü görememek nasıl iş?

Hani Nasrettin Hoca para kesesini ambarda düşürmüş, ambar karanlık olduğu için de çıkıp dışarıda aramaya başlamış.. O hesap yani. Erdoğan Yargısı işte, durmasını bilme noktasında maşallah fıkra gibi de…

ERDOĞAN YARGISI FEDAİDİR, GEREKTİĞİNDE FEDA OLMASINI DA BİLİR!

Londra’da önemli bir yargılama vardı, önem; Reislerinin buna hassasiyetinden… Mallarına çöktüğü Akın İpek gibi bazı işadamları Londra’ya geçmişler, canlarını zor kurtarmışlardı. Biat etmemiş bu 3-4 kişiyi bu şekliylebırakmak istemiyordu Reis “bunu öyle bırakmam” diyerek… ve onların iade edilmesini istiyordu. Oradaki yargılamalara bazı evraklar gönderilmiş ve orada “Türkiye’de bağımsız ve adil bir yargı olduğu, bylock vb delillerin sadece bir suç unsuru bulunması halinde delil kabul edilebildiği” yazıyordu. (İade edilmesi için, “iade edilecek ülkede tam hukuk ve demokrasi olması, işkencenin uygulanmadığının ispatı” gerektiği için…)

Eğer bu gerçek olursa, Türkiye’deki yüzbinlerce insanın serbest kalması ve haklarındaki suçlamaların düşmesi gerekiyordu.

Dışarıya karşı şirin gözükelim derken, içerideki demir yumruğun gevşemesi demekti bu… Bu, kabul edilemezdi ve bu işlemlerde bulunanlardan bazılarının kellesi istendi. İlk planda Büyükelçilikteki bir hukuk müşavirinin kellesi alındı, belki bir kaç kişinin daha… Fedailikte olur öyle.

ERDOĞAN’IN YARGISI GEREKTİĞİNDE KRALINDAN DAHA KRALCIDIR

Erdoğan yargısı, reisine yaranma noktasında her gün kendisini aşıyor. Son rekor denemesi ile, “Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından Fetullahçı Terör Örgütü’ne yönelik yürütülen operasyonda örgütün sözde ‘dua listesi’nde adı geçen 54 kişinin gözaltına alınmasına ilişkin” atraksiyon. Bylock’tan örgüt çıkaran yargı, dua listesinden de örgüt çıkardı ya, başka da bir şey demiyorum. (Bazı insanlar da ciddi ciddi soruyor: “Bundan terör örgütü çıkar mı?” diye. Gidin işinize kardeşim yahu. Şunu net diyeyim: Bana hayır dua yapılacak her listeye adımı ekleyebilirsiniz; hangi dinden, hangi meshepten, hangi cemaat ve tarikatten olursanız olun…)

VE ERDOĞAN YARGISI AZİMLİ ve KARARLIDIR!

Ve Erdoğan Yargısı, Reisinin ‘açtığı yolda, kurduğu ülküde, gösterdiği amaçta, hiç durmadan yürümeye and’ içmiştir! Erdoğan, bir konuşmasında muhalif gördüklerine ve özellikle de “Cemaat” ile ömrünün sonuna kadar mücadele edeceği sözünü vermişti. Bu ülküde hareket eden yargısı da geçenlerde bir toplantı yapıp bu hedefi ‘nesiller boyu sürdürme’ olarak genişletmişti.

Polis Akademisi Başkanlığı tarafından eylül ayında Antalya’da gerçekleştirilen, ‘Yeni Nesil Terör Örgütü: FETÖ’nün Analizi’ başlıklı çalıştayın sonuç raporunda bu mücalesinin en az 2 nesil süreceği söylenmiş. Çalıştay’da ayrıca, bu mücadele esnasında çok da öyle delillere takılmamak gerektiği, kanaat uyandıysa cezanın basılıp geçilmesi yönünde karar alınmış… Katılanlara bakıyorsunuz, bir kısmı mahkeme başkanı; hem de hassas bazı davaların. Yani açıkça ihsas-ı reyde bulunuyorlar. Bir kısmını da tanıyorum, birlikte çalıştık. ‘Hak yol’da yürüdüğünü iddia edenlerden… Yani bir tarikat, cemaat disiplini içinde hareket edenlerden. Şu an bu Gülen Cemaati’ne karşı uygulanan kıstaslar aynen kendilerine uygulanacak olsa, çok daha beter cezaların uygulanması icap edecek kimseler…

Ama şu an biat etmiş durumdalar. Ve gittiği yere kadar gidecekler. Bindikleri o trenin frenleri boşalmış, son sürat gidiyor; artık atlamaya çalışsan kafa göz dağılır. Tek yapman gereken, tren savrulmadan yol alması ve yakıtı bittiğinde kazasız belasız stop etmesi.

FE EYNE TEZHEBUN/ QUO VADİS?

Bu hızlı hukuki savrulmalar karşısında gazeteci Ahmet Şık’ın bir göndermesi vardı:

“Geçmişten günümüze Türkiye yargısının acınası halini Albert Camus şöyle özetlemiş: “Dünyanın en eski mesleği kendini satmaktır. Bunu fahişelikle karıştırmak da bir o kadar eski bir yanılgıdır.” (Albert Camus)

Eski bir meslektaşları olarak şu anki bu çok kullanışlı yargımıza/ bazı yargı mensuplarına diyeceklerim var. Üstünüze afiyet, biraz üşütmüşüm, hastayım. Yerim de dar, yenim de.. Bir sonraki yazıda diyeyim. Kulak verin derim, şahsi yaşanmışlıklar, neler yaşayabileceğinize dair de yardımcı olacaktır. Sözüm zaten vicdanı olanlara, halen adil olabileceklere…

Victor Hugo “İyi olmak kolaydır; zor olan adil olmaktır. En mükemmel adalet ise vicdandır.” demişti ya hani. Vicdanını bir iktidara kaptırmış ve tarafgirlik şehveti ile gözü başkasını görmeyenlere diyecek lafım yok. Ama hala ruhunda vicdan kalıntıları olanlara diyeceklerim var.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin