Ekonomik krize rağmen Erdoğan kazanabilir mi?

Yorum | Erhan Başyurt

Hükümetin baskın seçim kararı almasının bir nedeni olarak, ‘’kaçınılmaz ekonomik krize seçimden önce yakalanmamak’’ gösterilmişti.

İktidar o kadar panikle mümkün olan en erken sürede bir tarih belirledi ki, milyonlarca genci mağdur etme pahasına üniversite sınavlarını ertelemeyi bile göze aldı.

Baskın seçim kararının ardından Türk lirasında yaşanmaya başlayan hızlı düşüş, bu görüşün haklı olduğunu ortaya koydu.

1 dolar 5 TL’yi yani eski ifadesiyle 5 milyon lirayı gördü.

Türk lirası yaklaşık iki haftadır rüzgarda savrularak aheste aheste yere düşen bir kuş tüyü gibi…

HAZİNE GARANTİLİ HAVUZ SİSTEMİ ÜLKEYİ ÇÖKERTTİ

Krizin kaçınılmaz olduğu biliniyordu, ayak sesleri uzun süredir duyuluyordu.

Dış borcumuz özel sektörle birlikte 460 milyar dolara dayandı.

Cari açık düşmek yerine hızla büyüdü, Merkez Bankası’nın rezervleri eridi…

Dolar yükseldikçe, devletin özel sektöre Türk lirası cinsinden borçları katlandı.

Özellikle yandaş işadamlarına ‘havuza para aktarma’ karşılığında ‘yap işlet devret’ kılıfında altında verilen ‘dolar cinsinden Hazine garantili’ ihaleler açığı daha da büyüttü.

Hükümet buna rağmen, seçim ekonomisine yöneldi. Vaadler yağdırdı. Vergi afları getirdi. İkramiyeler verdi. Maaş zamları yaptı. Konut kredi faizlerini de baskıyla düşürdü…

Hükümetin israfa yönelmesi, saraylar yapıp özel uçaklar ve lüks makam araçlarıyla donatılması, örtülü ödenekten harcamaların iki milyarı aşması da hesaba katıldığında, açık yamayla kapanmaz hale geldi.

OHAL’DE MÜLK GASP EDİLDİ, EKONOMİ ÇÖKERTİLDİ

Daha da önemlisi, istikrar ve güvene dayalı ”kuş kalbi kadar hassas’’ tabir edilen yabancı para sürekli uzatılan OHAL’den ürktü.

Hükümetin hukuku toptan yok etmesi, serbest piyasa şartlarına keyfi müdahalesi yatırımcıyı korkuttu.

Özel bankaya el konuldu, binlerce özel okul, dershaneler, vakıflar bir KHK ile yargı kararı olmadan toptan kapatıldı. Bine yakın büyük işadamının mallarına kayyım atandı. Özel mülkleri yargı süreçleri beklenmeden gasp edildi.

İftiraya dayalı ‘’örgüt üyesi’’ suçlamasıyla işadamlarından para sızdırmak için sistematik ve yaygın bir şantaj tuzağı kuruldu. Dürüst binlerce iş adamı ya yok yere hapse atıldı veya iflasa sürüklendi.

Üretimle değil, gasp edilen mallar ve inşaatla ‘saadet zinciri’ kurmaya çalışan hükümet öngörüldüğü gibi duvara tosladı…

SAMİMİYSENİZ HAYDİ DÜŞÜRÜN FAİZİ!

Ekonomi verilerinin gerçeği yansıtmadığı, TÜİK’in her yıl keyfi hesaplama değişikliğiyle milli geliri kağıt üstünde yükselttiği, kaynağı belirsiz ve varlığı şüpheli ‘kara para’ girişiyle, ekonomi rakamlarıyla oynandığı kanaati pekişti.

Tüm bunların üzerine, Merkez Bankası’nın bağımsızlığının yok edilmesi, bankalara faiz indirimi baskısı, kamu bankalarının yandaş işadamlarına karşılıksız kredi vermeye zorlanmaları Türk ekonomisine güveni yok etti.

Hükümetin bugüne kadar başarıyla uyguladığı, ‘’bankalara borçlandır, borçla lüks yaşat ama iktidara mecbur et’’ formülü de ‘Çiftlikbank’ gibi çöktü.

Vatandaş kredisini ödeyemez, esnaf malını satamaz hale geldi. Piyasalarda uzun süredir devam eden durgunluk sürekli seçim ve gerilim atmosferinde normalmiş gibi muamele görmeye başladı. Borç batağı büyüdü, iflaslar arttı, icra kuyrukları oluştu…

Türkiye hukukun üstünlüğünden uzaklaşıp, Tek Adam rejimlerinin keyfiliğine sürüklenince, faizi düşürecek doğal yöntemler yerine, enflasyonu düşürecek tedbirler yerine, baskıyla düşük faize sistem zorlandı ve Türk lirası itibar ve değer kaybetti.

Oysa iktidar, ‘’enflasyon düşerse faiz düşer’’ klasik ekonomi tezine gerçekten inanmıyorsa ve ‘’sıfır faiz, sıfır enflasyon ve refah getirir’’ tezinde samimiyse, işte Merkez Bankası orada. Artık özerk veya özgür de değil. Çağırır verirsiniz talimatı, anında ‘sıfır faiz’ uygulanmaya başlar. O zaman siz de dünya da gerçeğin ne olduğunu görür…

Ekonomiyi kötü idare edip, hukuku yok edip, 16 yıldır tek başlarına iktidar olmalarına rağmen ‘’24 Haziran’dan sonra faizi indireceğiz’’ demek, bir partinin kendi seçmenini en hafif tabirle ‘aptal’ yerine koymasıdır…

ERDOĞAN’IN SÖZLERİ KRİZİN TUZU BİBERİ OLDU

Lükse ve israfa alışan hükümet, uluslararası ekonomide değişen dengeleri de gözardı etti.

ABD’de FED’in gecikmeli de olsa faiz artışına yönelmesi, ABD tahvillerine yönelimi artırdı ve Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerdeki sıcak paranın ABD’ye yönelmesine neden oldu.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, en son İngiltere’de uluslararası yatırımcılara yaptığı serbest piyasaya müdahale edebileceği yönündeki açıklamalar da krizin tuzu biberi oldu…

Tüm bunların üzerine, Avrupa Birliği, komşularıyla ve ABD ile kavgalı olmak eklenince, sermaye açısından Türkiye artık fazlaca riskli bir ülke haline geldi.

DOLAR ARTTIKÇA HALK FAKİRLEŞECEK

Sonuçta 1 ABD doları 5 TL’yi gördü…

Benzin başta tüm ithal ürünler, teknoloji ve tekstil ürünlerinde fiyatlar kademeli olarak artacak demektir.

İki ay önce 100 bin liraya aldığınız bir sıfır arabayı çok kısa bir süre sonra 140 bin liraya alamayacaksınız. İki ay önce 5 bin lira olan bir cep telefonu, kısa süre sonra en az 7 bin lira olacak…

Türk lirası değer kaybettikçe fiyatlar daha da artacak ama vatandaşın kazancı bu oranda artmayacak. Alım gücü düşecek, halk gün be gün daha da fakirleşecek. Vatandaşın sadece cebi değil giderek canı yanmaya başlayacak…

Düşünün Türk Lirası, Esed’in Suriye Lirası karşısında bile yüzde 20’ye yakın değer kaybetmiş durumda.

İktidar, kamuoyundan gizlediği oynanmamış gerçek ekonomi verilerine sahip olduğu için krizin yaklaştığını herkesten önce görebildi.

Krizi önleyici veya hafif atlatmak üzere ‘acı tedbirler’ almak yerine fırsatçılık yapıp baskın seçim kararı aldı… Yine de yıllardır altını oyduğu binanın enkazı altında kalmaktan kurtulamadı.

EKONOMİK KRİZ İKTİDARIN SONU OLMAYABİLİR…

Gelinen noktada çokları 2002’de yaşanan ekonomik krizin iktidarı nasıl vurduğunu hatırlatıyor ve bu iktidarın da ekonomik çöküşten aynı şekilde etkileneceğini dile getiriyor.

Normal bir ülkede ‘evet’. Hatta çok daha küçük bir ekonomik kriz iktidarın sonu olur…

Ancak 2002’de Türkiye bu kadar kutuplaşmış değildi ve iktidar alternatifi olarak yükselen AK Parti o dönem güven veren bir programa ve kadroya sahipti.

Bugün ülke aşırı kutuplaştırılmış durumda, AK Parti tabanı önemli ölçüde aklı selim ile değil, fanatik bir futbol kulübü taraftarı gibi aidiyet duygusuyla hareket ediyor. İktidardan beslenen, onun sayesinde kamudan iş veya kadro alan, sosyal yardım gören önemli bir kitle var artık. ‘’Değil ekonomi çökse, kıyamet kopsa’’ onlar çıkarları zarar görmesin diye oylarını iktidara verirler.

İkincisi, muhalefetin topluma verdiği umut rüzgarı yetersiz görünüyor. Akşener ulusalcı kadrosu ve bazı açıklamalarıyla hayal kırıklığı oluşturdu. CHP de beklenen akıl dolu sürprizleri adaylarını belirlerken yapamadı… Buna karşılık iktidarın hassaten siyasal İslamcılar, Neo-Osmanlıcılar, yaygın tarikat ve bazı cemaatlere verdiği ulufeler ve umutlar var. Onlar, 24 Haziran’ın TC’nin son seçimi olduğuna ve yeni bir dönemin başlangıcı olacağına inanıyorlar. Siyasi ihtirasları, hilafet beklentileri, ekonomik beklentilerinin çok üzerinde…

Üçüncüsü, ekonomik krize verilen tepkiler de tıpkı yolsuzluk ve rüşvet suçüstüne gösterilen tepkiler gibi yalan bombardımanında cılız kalabilir. İktidar tabanını, ‘’yeni bir küresel saldırıya ve ekonomi darbesine maruz kaldım’’ diye bir kez daha aldatabilir. Tabanı maalesef her türlü iftirayı kabüle meyyal, ‘yargı darbesi’ çıkışında olduğu gibi bu büyük yalanı da satın almaya müsait…

SEÇİMDE HİLE YAPMALARI NASIL ÖNLENECEK?

Dördüncüsü ve en önemlisi, ekonomik kriz Tek Adam rejimlerinin devrilmesi için yeter bir sebep ama seçimler hileli olduğundan etkisiz kalıyor. Venezuella’nın durumuna bir bakın… Türkiye’den kat kat büyük bir çöküş yaşıyorlar ama sandıktan diploması bile olmayan eski belediye otobüs şöförü Maduro bir kez daha galip çıktı… Siyasi uzmanlar, bu hileli seçim sisteminde umutsuzluğu ifade için ‘’Mesih gökten inse rakip olsa, Maduro kazanır…’’ yorumunu yapıyorlar.

Sonuç olarak, hükümet iktidarda kalmayı başarırsa Türkiye daha da fakirleşecek, iflaslar, icralar, belki borç bunalımda arka arkaya intiharlar yaşanacak, ülke daha da içine kapanacak özgürlüklerden yoksun bir Üçüncü Dünya ülkesi haline gelecek…

Ama yine de AK Parti’nin kazanma ihtimali var, zira muhalefet yeterince halkı cezbedecek hamleler yapamıyor, OHAL şartlarında adil olmayan bir seçim yarışı söz konusu ve en önemlisi iktidarın seçimde hile yapmasını önleyecek bağımsız bir bir mercii artık yok gözüküyor.

Cevabı bulunması gereken esas soru şu; İktidarın seçim hilesi yaptığı ortaya çıksa, buna müdahale edebilecek bir yargı mercii veya bir üst mekanizma mevcut mu? Cevap ‘hayır’ ise, hileli seçimin ardından bir kez daha ‘’Atı alan Üsküdar’ı geçti…’’ açıklaması yapılır ve sonuç oldu bittiye getirilirse, muhalefet ne yapacak, iradesi çalınan halk ne yapabilir?

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

1 YORUM

  1. AKP nin belli oranda fanatik bir tabanı var ama daha önceki seçimlerde sırf ekonomik nedenlerle AKP yi desteklemiş olan önemli bir kesim de var. Koalisyon gelirse kriz de gelir argümanına sarılan ve sürekli olarak 2002 öncesi ile mevcut durumu kıyaslayan bu kesim artık AKP nin ekonomiyi çok daha kötü batırdığını görüyor.

    Dış mihraklar palavrasının o kesim üzerinde etki etme ihtimali çok az. Çünkü dış saldırı olduğunu kabul etse bile saldırıyı önleyemeyen mevcut yönetimin seçimden sonra da bir şey yapamayacağını ve işlerin daha da kötüye gideceğini görebiliyor.

    Sonuç olarak bu şartlarda AKP nin kendi çekirdek seçmeninin üzerine fazla bir şey koyamayacağını ve kaybedeceğini düşünüyorum. 1-2 puanlık fark hile ile kapatılabilse de büyük farkların kapatılması çok zor. Hele de rüzgarın yön değiştirdiği bir dönemde, hile yapmanın maliyetini göze alabilecek kişi sayısı da eskisi kadar çok olmayacaktır.

    Ayrıca Venezuella örneği Türkiye’yi çok yansıtmıyor. Çünkü orada muhalefet liderleri bir gece yarısı evlerinden toplanıp tutuklandı, kalanlar seçimi protesto etti.Sandık güvenliği de neredeyse sıfırdı.

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin