Çaresizliğin gölgesinde güneşlenen İslamcı burjuva!

Yorum | Naci Karadağ

 

Biliyorum başlık mantıksızlık, abartma, sündürülmüş oksimoron ya da düpedüz absürt paradoks gibi görünüyor. Çok fazla tartışmak istemem, siz isterseniz başlığı “Kokuşmuş çok şeyler var Tayyip Erdoğan Krallığı’nda” şeklinde değiştirebilirsiniz!

Ama Reza Zarrab (soy ismini istediğiniz gibi okuyabilirsiniz, hatta ismini de) anlattıkça ülkenin nasıl bir bataklığa dönüştürüldüğünü ve kokuşmuşluğun boyutlarını gördükçe kahrolmak ve umutsuzluğa kapılmamak mümkün mü?

Emine Akçay ismini hatırlayanınız var mıdır?

Ya Dilek Özçelik?

Sene 2012…

Adana, o sene en sent kışlarından birini yaşıyordu. 26 yaşında iki çocuk annesiydi Emine Akçay… Kocası epeydir ortalardan kaybolmuştu ve tüm çabalarına rağmen çaresizlik girdabından bir türlü çıkamıyordu. Üşüyordu çocukları Emine Hanım’ın…

Elinde kalan son parayı yanına aldı ve en yakındaki oduncuya gitti.

“5 liralık odun verir misin?” diye sordu oduncuya…

Şaşırmıştı adam, kiloyla odun mu olurmuş?

Yaklaşık 10 kilo odunu verdi genç kadına ve para filan da istemedi.

Evine döndü bahtsız kadın. Fakat bir türlü yakamadı odunları. Çocukları üşüyordu.

İsa ve Kardelen…

İki masum yavru…

Annelerinin ateş yakma çabasını çaresizce izliyorlardı.

Ancak yanmıyordu odunlar. Çünkü sırılsıklamdılar…

Sinirden ve çaresizlikten ağlamaya başladı genç kadın.

Yavrularının ellerini avuçlarına aldı ve hohlayarak ısıtmaya çalıştı. Buz gibiydi minicik parmaklar.

Aklına geçici de olsa bir çözüm geldi.

Hemen saç kurutma makinasını çıkardı ve İsa’ya verdi. “Önce kardeşini ısıt, sonra sen ısın ama dikkat et” dedi.

Yan odaya geçti…

Minik Kardelen’in yanakları al al oldu, morarmış dudaklarına tekrar kan yürüdü. İsa, epeydir sesi çıkmayan annesinin uyuduğunu düşündü ve kardeşini yanına alıp yan odaya gitti.

Kapıyı açtığında bir çocuğun görebileceği en dehşetli manzarayla karşılaştı. Emine Akçay, kendini ütü kablosuyla tavana asarak intihar etmişti!

Çaresizlik girdabı böyle bir şeydi… Evirmiş, çevirmiş ve kahredici bir trajedinin kollarına bırakmıştı zavallı aileyi.

 

PARAYI CEBİNDEN DÜŞÜRME!

Yine aynı dönem…

Kanser hastası bir genç kızdı, Dilek Özçelik.

Tedavisi zor ve ilaçları hep yurt dışından geliyor. Bulmakta zorlanıyor genç kız. Parkta otururken karşıdaki caminin avlusunda olağanüstü bir kalabalık görüyor. Bir dolu maiyetindeki adamla Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar kameralar eşliğinde ibadete gidiyor. Genç kız Bayraktar’a yanaşıp derdini anlatmayı deniyor. Bakan doğru düzgün dinlemiyor bile ve cebinden çıkardığı bir tutam parayı avcuna sıkıştırıyor Dilek’in. “Parayı cebinden düşürme! Orada çok para var” diye ekliyor. Oysa genç kız parayı tutmuyor bile, cebine sıkıştırıyor bu esnada. Geri dönüp bakıyor bakan.

Genç kız ağlamaklı, “Ben dilenci değilim” diyor. Uzaklaştırıyorlar kızı.

Ancak gurur inciniyor genç hastanın, namaz çıkışı fırsatını bulup tekrar yaklaşıyor ve parayı iade ediyor. Bu esnada içimizi kanatan şu cümleler dökülüyor solgun dudaklarından, “Ben dilenci değilim, insanlık konusunda bir kez daha hayal kırıklığına uğradım. Görüyorum ki çaresizliği hiç tatmamışsınız hayatınızda…”

Parayı bakanın avcuna tutuşturan genç kız hızla uzaklaşıyor bakanın yanından…

Bu esnada bambaşka bir hikâye yaşanıyordu devleti yönetenlerin cephesinde.

Bugünlerde yaşanan mahkemeye bakınca biraz önce tasvir etmekten aciz kaldığım sefalet tablosunun tam zıddı bir inanılmaz kokuşmuş her türlü ahlaksızlığın, rüşvetin, irtikâbın, adam kayırmanın yaşandığı manzara.

“2 milyon doları banka müdürü yerine bakanın hesabına yanlışlıkla yollamışız,” diyor Reza Zarrab.

Zaten o günden sonra iç muhasebe kaydı tutmuşlar ve kimlere ne rüşvetler dağıttığını kalem kalem kayda geçmişler.

Reza’nın büyük bir sükûnet ve kendinden emin şekilde anlattığı rüşvet ve ahlaksızlık çarkının bir bölümünü 17/25 Aralık Süreci olarak bilinen dönemde birebir yaşamıştık.

Ancak bu yolsuzluğu ortaya çıkaranların sadece kendileri değil, eşleri ve çocukları da şu anda zindanlara atılmış durumda.

Şimdi yine filmi biraz geri saralım ve 17/25 Aralık’ın hemen ertesine gidelim.

4 bakanın yolsuzlukları ayyuka çıkmış ve ilk tepkiyi bastırmak isteyen Tayyip Erdoğan bakanların istifasını talep etmiş.

 

HER ŞEY BAŞBAKAN’IN TALİMATIYLA YAPILDI!

Belli ki birkaç kurban vererek vaziyeti bastırabileceğini düşünüyor ve haklı da çıkıyor.

Erdoğan Bayraktar istifa ediyor ve basın toplantısında satı satırına şöyle konuşuyor:

“17 Aralık tarihinde yapılan operasyon dosyasında, şahsımı rencide edecek veya izah edemeyeceğim hiçbir husus yoktur. Ancak Sayın Başbakan’ın, istediği bakanla çalışmak veya istediği bakanı görevden almak en tabii hakkıdır ve yetkisidir. Fakat, rüşvet ve yolsuzluk ifadelerinin bulunduğu bir operasyon sebebiyle ‘İstifa ediniz ve beni rahatlatacak deklarasyon yayınlayınız’ şeklinde tarafıma baskı yapılmasını kabul etmiyorum. Bugün bize iki metin gönderildi. Bir tane istifa metni, bir tane de deklarasyon metni. Ben tabii ki partimi rahatlatmak isterim fakat böyle bir durumda bu işin yanlış olduğunu ifade ediyorum. Çünkü soruşturma dosyasında var olan ve yasalara uygun olarak onaylanan imar planlarının büyük bir bölümü Sayın Başbakan’ın talimatıyla yapılmıştır. Bu nedenle Bakanlık’tan ve milletvekilliğinden istifamı açıklıyorum. Sayın Başbakan’ın istifa etmesi gerektiğini ifade ediyor, yüce milletimize saygılar sunuyorum.”

Kısa süre sonra yapılan Meclis oylamasında tüm bakanlar AKP’li vekillerin güle oynaya yaptıkları oylamayla aklanıyordu.

Egemen Bağış’ın büyük bir kibir ve gururla sandığa attığı oy fotoğrafı ve AKPli vekillerin sandık hatırası hala zihinlerimizde canlılığını koruyor.

Reza Zarrab ise iktidar ekranlarına çıkıp, arkasında Türk bayrağı olduğu halde nasıl bir kahraman olduğunu anlatıyor saatlerce.

“Madalya takılmalı” diye manşet atıyor havuz.

Gerçekten de kısa süre sonra Numan Kurtulmuş gibi isimlerle beraber ödüller veriyorlar İranlı iş adamına!

Şimdilerde ise Amerikan bayrağının önünde, mahkeme salonunda Amerikalı yargıca anlatıyor Reza…

Size şu kadarını söyleyeyim, Türk bayrağının önünde anlattıklarından çok daha inandırıcı ve kahredici!

O anlattıkça kahroluyor ve kahrediyoruz.

Bakanın oğluna bir referans mektubu karşılığı 100 bin dolar rüşvet verdiğini söylüyor.

Kaç ton kuru odun alınır 100 bin dolara?

Ya da kaç ton kanser ilacı getirtilir 50 milyon dolara?

Hesabı kuvvetli olanlar yapsın bir zahmet.

Asgari ücretle 24 saat iktidar ve milletin cebinden milyarlarca dolarları yürütenler için bir taraflarını paralayan trollerin hazin hesabını yapabilecek herhangi bir hesap makinası icat edilmedi henüz!

Bu ülkeyi bu hale getirenlerin…

Kokuşmuşluğun…

Ahlaksızlığın…

Utanmazlığın en yüksek desibelde ortaya saçılmasını izliyoruz her gün…

Bu kepazeliği bu millete layık görenler ise hayâsız bir serkeşlik ile hala vatan millet edebiyatıyla kandırabilecek kitleler bulabiliyor.

Beddua etmekten başka seçenek bırakmıyorlar kimseye.

Burnunuzdan fitil fitil gelsin, diyebiliyor millet sadece.

Haram olarak yediklerinizi kan olarak kusun…

Ve iki cihanda da sürüm sürüm sürünün…

Allah bu millete acısın, daha ne diyelim?

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

2 YORUMLAR

  1. Selam
    kelleperest bir millete göğsünü yarıp kalbini göstersen.. arkasında ne var diye sorar…
    ve lânetli bir kelleperest..kutlu bir gönül erine asla inanmaz…çünkü gönüller gönül diliyle konuşur..oysa kellecilerin kalbi mühürlüdür… ne desen duymaz..
    sesini yükseltsen…bağırsan..çağırsan boş!
    gırtlağın yırtılır…olan sana olur..
    bana öyle geliyor ki; bu kokuşmuş kalbi mühürlülere laf yetiştirmektense… bizi dinlemeye niyetli..bizi anlamak isteyenlere seslenirsek daha iyi olacak… (başka bir dilde olsa bile)
    anlatmalı herkese.. bakın İslam dinini bu hale getirenler bunlar… suç ise bizim.. meydanı bu ikiyüzlülere bıraktık… ikiyüzlü olduklarını bildiğimiz halde.. müslümanız dediler…biz de yedik! yedik te âfiyet mi oldu? hayır..
    bir kere mi yaşandı bu ihânet İslam tarihinde.. hayır!
    aynı delikten kaçkere sokulduk? ne sokulması be…artık şeytan delikten çıkmış elimize kolumuza dolanıp baş olmuş.. bizi de deliğe tıkmış!!!
    acaba gelecek nesiller akıllanır mı… inşâAllah benim umudum var!
    çünkü artık münafıklar fotoğraflandı ve yüzleri..bedenleri zihinlere kazındı…
    artık onları bir bakışta tanıyabilirler..
    hepsi yüzünden gözünden kanburundan göbeğinden biliniyor…
    yer içer yalan söyler gururlanır övülmek ister.. nefsine toz kondurmaz vesâire…
    bu karakterler artık hem görsel hem sözde armut ağacı gibi belli

  2. Selam
    yâ ben armut ağacına hakaret ettiğim için uhde kaldı içimde.. böyle mi denir bilmem de acıtıyor işte…vicdan azabı!
    armut ağacından özür dileyerek belirtmek istefim ki.. ben O mübârek ağacı sadece diğer ağaçların arasında hem de uzaktan bile ayırt edilebildiği için örnek olarak kullandım…kötülemek ve çirkin göstermek gibi bir niyetim yoktu..
    şimdi armudun iyisini… diye başlıcam ama geçici gaflete düşmüş mü’min kardeşlerim alınacak bu sefer.. en iyisi…
    üslubu bi gözden geçirmek.. bi değişiklik olmazsa… şimdiden özür dilerim

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin