Bir insan neden işkence eder?

HABER-YORUM | KEMAL AY

“Gözaltılar halen devam ediyor, bunun sebebi de sürekli gerginliği ayakta tutmak, okula girip çıkarken gözaltına alınabilirsiniz korkusunu yaymak. Kuzey Kampüs’ün karşısındaki otopark işkencehaneye döndü, gözaltına alınmadan önce oraya götürülüyorsunuz, orada dayak yiyorsunuz…”

“Bir arkadaşın gözlüğü kırıldı. Aracı otoparka götürüp ters kelepçe yaptılar. Sevgilisiyle konuşan bir polis telefonda, ‘Çok iyi oldu, iki gündür bunları dövüyoruz, stres attık’ dedi. Sürekli gözaltında kaybetme tehdidinde bulundular.”

“Dayak atarken sürekli ense köküne vuruyorlar. Benim bir hafta kafamın arkası uyuşuktu, kulak zarım delindi. Hastaneye götürdüler saat 3 gibi, bizi hastaneye sokarken, ‘Darp raporu almak isterseniz çıkışı var bunun, görüşürüz tekrar’ dediler. Hastaneden çıkarken işitme raporu, tomografi ve röntgen çektirmek için diretince beni ayırdılar diğer arkadaşlardan.”

Bu cümleler, Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerine ait. Afrin operasyonunu ‘işgal’ olarak niteleyen bir grup öğrenci, Erdoğan’ın öfkeli miting konuşmasının ardından gözaltına alınmıştı hatırlarsanız. BBC Türkçe’nin öğrencilerle konuşarak yaptığı haber, gözaltıların polis şiddetiyle birlikte infaz edildiğini gösteriyor.

Türkiye’de polisin şiddet kullanması, gözaltına aldığı vatandaşlara ‘böcek’ gibi bakması yeni değil. Hatta birçok polis için bu bir ‘görev’. Maalesef Türkiye’de en az karşılık gören suçlardan biri ‘işkence’. Evet, zaman aşımı yok. Elinizde delil varsa, hayatınızın herhangi bir aşamasında işkenceyi mahkemeye taşıyabilirsiniz. Ama Türkiye’deki yargı erki, bunun önüne geçmek için elinden gelen hemen her şeyi yapıyor.

12 Eylül darbesinden sonra kurulan işkencehânelerde görevli polisler, askerler hayatlarına o şekilde devam ettiler. Şu an saçma sapan delillerle hapiste tutulan emekli polis Tuğrul Özşengül, mahkemede şöyle bir anekdot aktarmıştı hatırlarsanız:

“12 Eylül darbesini yaşadım. İşkenceleri görmüştüm. Benim babam işkenceci bir polisti maalesef. Ama normalde şeker gibi bir insandı, çok severdim. Ama o sorgu odasına girdiği zaman bambaşka bir insan oluyordu, bir canavar oluyordu. Ben insanlara elektrik verildiğini, Filistin askısı yapıldığını gördüm. Elektrik verilen insanın çıkardığı sesi size tarif edemem. Onlara nasıl sopa atıldığını biliyordum. Babamla bir kaç kez tartıştım, ‘niye yapıyorsun’ dedim. Bana, ‘oğlum görevim’ diyordu.”

2015’te Yargıtay, üç polisle ilgili işkence ve kötü muameleden yargılanmaları gerektiği kararı verdiğinde, medyada bu konu ‘nihayet’ kelimesiyle başlığa taşınmıştı. Çünkü yerel mahkeme, vatandaşı önce sokakta coplarla, ardından bindirildiği araçta kelepçeli hâldeyken yumruklarla döven polisler için ‘hürriyeti tahdit ve yaralama’ suçundan ceza vermiş, Yargıtay ilk kez işkence meselesini gündeme getirerek davayı bozmuştu.

Önceki hafta Konya’da olanlar sosyal medyaya yansıdı. Zaten 15 Temmuz’dan bu yana uluslararası raporlara da konu olan çok sayıda işkence vakası ortaya çıktı. Askerlere yapılan işkence bizzat Anadolu Ajansı tarafından dünyaya servis edildi. Polis, işkenceden ötürü ceza almayacağını bildiği için bu kadar rahat. Dahası, yukarıdaki Boğaziçili öğrencilerin söylediklerine bakarsanız, bu durum günlük hayatın da bir parçasına dönüşmüş durumda.

Başta Cumhurbaşkanı Erdoğan, toplumun geniş kesimleri şiddete ve sindirmeye onay veriyor. Zamanla bu yetersiz hâle gelecek. Şiddet, daha çok şiddete yol açacak. Bir süre sonra ‘insan gibi muamele’ nadir görülen bir ‘devlet pratiği’ hâlini alacak. Devletle ilgili bu kadar kutsamanın sonunda, insanlar kendilerine olan saygılarını tamamen yitirip, devletin her şeyi yapmaya hakkı olduğunu düşünmeye başlayacaklar.

Bu, yalnızca bireyin sınırlarının aşılması değil. Çok daha beteri: Bireyin kendi sınırlarını hatırlatan herkese karşı hasmane duygular beslemesi, devletle kendini ayıran düşünceye kulağını tamamen tıkaması anlamına geliyor. İnsanın kendi değersizliğiyle başa çıkmasının tek yolu da, başkalarının değersizliğini sürekli tekrarlamak oluyor. Erdoğan’ın sık sık, ‘Bunlar…’ diyerek muhayyel bir kitleye yönelik aşağılamaya girişmesinin en büyük sebebi de bu.

İşkenceden önce çözülmesi gereken problemlerden biri, karşı kamplara yönelen ‘insan yerine koymama’ tavrı. Bürokrasideki her memur, kendisini devletin temsilcisi, devleti de kendinden çok daha önemli ve öncelikli bir entite olarak gördüğü sürece, devlet-vatandaş ilişkisini rayına koyamayacağız ve vatandaşlar ‘kendi değersizliği’ ile karşı karşıya kaldıkça ötekine şiddetle yaklaşmaya devam edecek.

Evet, belki iktidardaki politik kültürü değiştirme ya da dönüştürme şansımız yok ancak hem bundan sonraki süreçte, hem de genel politik konuşmalarımızda kamplaşmayı aynı zamanda ‘karşı kamptakini yok etme’ biçiminde algılamamak en önemli meselelerden birisi. İşkencenin ne kadar büyük bir mesele olduğunu anlamak için de insana verilmesi gereken değerin yeniden tesis edilmesi gerektiği açık.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin