Bazen ‘makbul’, bazen ‘maktul’ [Padişah Damatları-1]

Yazı Dizisi | Dr. YÜKSEL NİZAMOĞLU

Türkiye, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemiyle büyük bir reform sürecine girmiş gibi görünüyor. Ancak reformların demokrasi, insan hakları ve hukuk devleti ilkeleri etrafında olması gerekirken çıkarılan Cumhurbaşkanı Kararnameleriyle tam bir “Tek Adam” rejimi kuruluyor.

Bu rejim o kadar keyfi ki, büyük bir ekonomik kriz yaşanırken “Tek Adam”, damadını hazine ve ekonomiden sorumlu bakan yapabiliyor. Ülkenin büyük bir çoğunluğu “liderimizin icraatlarının hikmetinden sual olunmaz” diyerek bu durumu sorgulamazken, asıl tepki iç ve dış piyasalardan geliyor ve “doların ateşi daha da yükseliyor”.

Bildiğimiz kadarıyla bu şekilde bir atama örneği, Cumhuriyet devrinde görülmüyor. Menderes hükümetlerinde bakanlık yapan Ethem Menderes’in Menderes’le bir akrabalık bağı yoktu. Turgut Özal ise bacanağı Ali Tanrıyar’ı İçişleri Bakanı (1983-1984), kardeşi Yusuf Bozkurt Özal’ı da Devlet Bakanı (1989-1991) yapmıştı.

Osmanlı döneminde ise damatların yönetimde etkili oldukları bir gerçek. Biz de birkaç yazı ile Osmanlı döneminde hanım sultanların evliliklerini mercek altına alarak damatların icraatlarını ve bu evliliklerin yönetime etkilerini açıklamaya çalışacağız.

SARAYA DAMAT OLMAK

Türk devletlerinde Avrupa’da gördüğümüz “soyluluk” anlayışı olmasa da hanedan üyeleri her yönden farklıydı. Dolayısıyla hanedan üyesi kızların evlendirilmesi de sıradan bir şey değildi.

İslam anlayışına göre Müslüman erkekler “ehl-i kitap” kadınlarla evlenebildiklerinden Osmanlı hükümdarları ilk dönemde Anadolu beylerinin kızları yanında Bizans, Sırp, Bulgar ve Mora despotlarının kızlarıyla da evlendiler.

Fatih’le beraber iyice belirginleşen “merkeziyetçi yapı” ile bu tür evlilikler sona ermiş ve padişahlar artık “Harem’deki cariyelerle” evlenmeyi tercih etmişlerdir. Bunun tek istisnası II. Osman (Genç) oldu. Ancak onun harem yerine dışarından evlilik yapması tepkiyle karşılanmış, hükümdarlığı da uzun sürmemiştir (1618-1622).

Osmanlılarda padişah kızlarına “Sultan” denilmekteydi. Sultanlar ilk dönemlerde Candaroğulları, Karamanoğulları, Dulkadir ve Akkoyunlu Türk hanedanlarının çocuklarıyla evlendirildiler. Padişahlar gibi kızlarının bu evlilikleri de “siyasi” bir nitelik taşımaktaydı. Asıl amaç, akrabalıklar yoluyla diğer beylikler üzerinde nüfuz kurmaktı.

Bazı sultanlar Çandarlı ailesi gibi devlette etkili görevler üstlenmiş yönetici elitle evlendirilirken bazıları da dönemin âlimleriyle evlendirildi. Bunlardan birisi, döneminin saygın bir âlimi olan Emir Sultan’la evlendirilen Yıldırım Bayezid’in kızı Hundi Hatun’du. Niğbolu Zaferi sonrasında gerçekleşen bu evliliğe Bayezid başlangıçta karşı çıksa da Emir Sultan’ın daha sonra padişah üzerinde büyük bir nüfuza sahip olduğu anlaşılmaktadır.

Osmanlı hükümdarları Turahanoğulları, Evrenozoğulları ve Mihailoğulları gibi dönemin nüfuzlu ailelerine kızlarını gelin olarak vermekten ısrarla kaçındılar. Bunun nedeni, bu aileleri ülke yönetiminde daha da etkili hale getirmemekti.

KUL KÖKENLİ DAMATLAR

Fatih döneminin önemli bir yönü, devşirme sisteminden gelen Hıristiyan Sırp, Rum, Hırvat, Boşnak ve Arnavut kökenli kulların veya orijinal ifadesiyle kölelerin devlet yönetiminde etkinlik kazanmasıdır. Buna paralel olarak hanedanın hem erkek, hem de bayan mensuplarının evlilikleri de değişikliğe uğramıştır.

Osmanlı prensesleri, II. Bayezid’den itibaren belli bir makama gelmiş kullarla evlendirildiler. Aslında bunun ilk örneği Fatih’in kız kardeşi Fatma Sultan’ı bir devşirme olan Zağnos Paşa ile evlendirmesidir. II. Bayezid ise kızlarının hepsini devşirmelerle evlendirmeyi tercih etti.

Bu damatlar başlangıçta “aristokrat” ailelerden geliyordu. Bayezid kızlarından birisini Hersek dukalığından gelen Hersekzade Ahmet Paşa, diğerini Dukakinzade Ahmet Paşa ve torununu da Dukakinzade’nin oğlu ile evlendirdi.

Sonraları aristokrat Hıristiyan aileler yerine soylu olmayan ama kabiliyet ve başarılarıyla önemli makamlara gelen ve “paşa” olan “kul” kökenliler tercih edildi. Böylece damatlar zaten önemli bir makamda olduklarından sultanların “dengi olmayan bir kişiyle evlendiği” dedikodusuna fırsat verilmemiş oldu.

Dönemin padişahının bir tercihi olan bu evliliklerde damatların yaşı ve etnik kökeninin önemi yoktu. Zaten belli bir makamda olan damat, daha sonra padişahın arzusu ve sultanın aracılığıyla daha üst makamlara gelebiliyordu.

Padişaha damat olmak “damat paşaya” büyük bir avantaj sağlamakla beraber belli yükümlülükler de getiriyordu. Böyle bir evlilikle “ paşa”, önceki eşlerini boşamak zorunda kalıyor, yanlış bir davranışında “hanım sultan” evliliği sona erdirebiliyordu.

Bu durumda damadın hayatı kararıyor ve makamını kaybediyordu. Bazen de bundan sonraki hayatı Lütfi Paşa örneğinde olduğu gibi sürgünde geçiyordu.

PARGALI İBRAHİM

Kanuni Sultan Süleyman devri, padişahların damatlarıyla tam bir yakınlaşma yaşadıkları bir dönem oldu. Kanuni önce kız kardeşlerini sonra tek kızını, son olarak oğlu Selim’den olan kız torunlarını önde gelen devlet adamlarıyla evlendirdiği gibi onları “sadık kullar” olarak önemli görevlere getirdi.

Bunlar içinde en meşhuru, Muhteşem Yüzyıl dizisi ile bir magazin figürüne dönüşen “Pargalı İbrahim Paşa” idi. Osmanlı tarihinin önemli isimlerinden İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Paşa’nın padişah damadı olmadığını belirtse de Çağatay Uluçay gerekçeleriyle bunun doğru bir tespit olmadığını savunmuştur.

Bugünkü Yunanistan sınırları içindeki Parga’da doğan ve “Rum, Arnavut veya İtalyan” asıllı olduğu iddia edilen İbrahim’in çocukluk dönemlerine ait çok farklı rivayetler bulunmaktadır. Ancak Kanuni’nin Manisa sancak beyliği sırasında onun hizmetine girdiği ve Süleyman’ın hükümdar olmasıyla İstanbul’a geldiği kesindir.

MAKBULLÜKTEN MAKTULLÜĞE

İbrahim, Padişaha olan yakınlığı dolayısıyla “has odabaşısı” olarak görev yaptı ve 1522’deki Rodos seferinde bulundu. Ardından hiyerarşiye aykırı olarak 1523’de Vezir-i azam yapıldı. Ancak bu usulsüz tayin, huzursuzluklara yol açtı. Hatta “bid’at” olarak değerlendirildi ve Vezir-i azamlığa tayinini bekleyen Ahmet Paşa’nın Mısır’da isyan etmesine neden oldu.

İbrahim Paşa, yeni görevinden sonra padişahın kız kardeşi Hatice Sultan’la on beş gün süren görkemli bir düğün merasimiyle evlendi. Daha sonra Kanuni’nin verdiği Mısır’ın asayişini sağlama görevinde başarılı olduğu gibi Mohaç Meydan Muharebesi’nin kazanılmasında da önemli bir rol oynadı.

Bu sırada Sultanahmet’teki sarayının bahçesine diktirdiği heykeller nedeniyle “büt-nişan (put dikici)” olarak adlandırıldı ve halk arasında aslında Müslüman olmadığına dair rivayetler çıktı.

Anadolu’daki asileri de bertaraf eden Paşa’nın şöhreti iyice arttı. 1529’daki Avusturya seferi sonrasında İbrahim Paşa’nın nezaret ettiği görüşmeler sonrasında iki taraf arasında bir antlaşma yapıldı.

1533’deki antlaşmayla Avusturya, Osmanlı Devleti’nin üstünlüğünü kabul ediyor ve Arşidük Ferdinand Vezir-i Azam’a denk sayılıyordu. Böylece devşirme kökenli bir “köle”, “soylu” Avusturya hükümdarı ile aynı statüde oluyordu.

KURB-U SULTAN ATEŞ-İ SUZAN

İkbal basamaklarını hızla tırmanan Paşa, 1534’deki Irak seferine “Serasker Sultan” olarak çıktı ve sefer sırasında nüfuz sahibi bir kişi olan Defterdar İskender Çelebi’yi idam ettirdi. Hem bu hadise, hem de kendisini “Sultan” unvanı ile anması, Saray’ı rahatsız etti.

Kanuni bir Ramazan günü Paşa’yı iftara davet etti ve verdiği emirle iftar sonrasında boğdurttu. Böylece bir zamanların “makbul” Paşa’sı, “maktul İbrahim Paşa” oldu. Hatta defnedildiği yer bile gizlendi.

Kanuni’nin bu çok yakın arkadaşını idam ettirme nedenleri olarak Paşa’nın; saltanat hırsına kapılması, elde ettiği makam ve zenginliği bunun için kullanmaya kalkışması, oğullarını tahta çıkarmaya çalışan Hürrem Sultan’la arasının açık olması ileri sürülmüştür.

Özellikle Irakeyn Seferinde Bağdat’ın fethinden sonra etrafına karşı çok sert bir tutum takındığı ve büyük bir gurura kapılarak kimsenin sözüne kulak asmadığı iddia edilmiştir.

Yakın arkadaşı İbrahim’i geleneklere aykırı olarak Vezir-i azam yapan Kanuni, hatalarını gördüğü anda kız kardeşinin kocası da olsa on iki yıllık sadrazamını öldürterek saltanatın asıl sahibinin kendisi olduğunu herkese ilan etmiştir.

“Pargalı İbrahim” örneğinde gördüğümüz manzara, bundan sonraki padişah damatlarında da tekrarlanacak ve genellikle “kurb-u Sultan, ateş-i suzan” olacaktır.

Kaynakça: Juliette Dumas, “Bir Prenses Bir Köleyle Evlenirse” vd. , Toplumsal Tarih, S. 209-210, 2010; S. Parlaz, “Osmanlı Hanedan Evlilikleri Üzerine Bazı Notlar”, Tarih Okulu, S. 15, 2013; F. Emecen, “İbrahim Paşa, Makbul”, TDV İA, C. 21; T. Gökbilgin, “İbrahim Paşa”, İA.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

1 YORUM

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin