Başkaları gibi olamayız, elimizde düsturlar var!..

YORUM | Prof. Dr. OSMAN ŞAHİN

Tarık Burak’ın “Aşık-ı Sâdık Fethullah Gülen Hocaefendi” adlı yazı dizisinde Hocaefendi bir hatırasını anlatmaktadır: “Ben her iki gazete arasında neler geçtiğini teferruatıyla bilemiyorum. Fakat, Bugün Gazetesi’nin İslam’ı Türkiye’de temsil eden tek gazete olduğu imajı vardı. İttihad gibi o da yararlı oluyordu ve arkadaşların hepsi meşrepler üstü hareket etme gayreti içindeydiler. Fakat, yine de bir hayli rahatsız olan vardı. Bu arada, dengenin tam korunup korunmadığını bilemeyeceğim. Mustafa Polat Bey ve bazı arkadaşların yazılarından rahatsız olanlar vardı. Bu durum beni çok rahatsız etmeye başladı.

Sağa, sola durmadan tecavüz Bediüzzaman’ın mesleği ile telif edilemez…

Bir gün, hiç unutamıyorum, Mustafa Polat Bey’i telefonla aradım. Neler konuştuğum bütünüyle hatırımda değil. Fakat şunları söylediğimi zannediyorum: “Sağa, sola durmadan tecavüz ediyorsunuz. Ben bunu Bediüzzaman’ın mesleği ile telif edemiyorum.” Ben bunları söyleyince Mustafa Polat “Ağabey, onlar da bize hücum ediyor” dedi. Ben de “Onlar bize on defa hücum etseler, biz onlara bir defa karşılık versek, yine biz zulmetmiş oluruz. Çünkü bizim elimizde yol gösterici düsturlar var. Eğer bu tutumunuzda devam ederseniz, işi tamir için bizim de anlatacağımız değişik şeyler olabilir” dedim ve ahizeyi kapattım. Daha sonra bu konuşma benim için bir hicran oldu. Çünkü o aziz ve çok kıymetli dostum ve kardeşim Mustafa Polat Bey, bu konuşmamızdan kısa bir müddet sonra elim bir trafik kazası sonucu vefat etti. Ve ben ona “Hakkını helal et” diyememiştim.”

Bu hatırada vurgulanan bazı önemli noktalara bir göz atalım. Birincisi “Sağa, sola durmadan tecavüz ediyorsunuz. Ben bunu Bediüzzaman’ın mesleği ile telif edemiyorum.” cümlesinde ifade edilen hakikattır. Sağa sola durmadan tecavüz etme, saldırma, sıfatlar üzerinden değil de direkt insanları hedef tahtasına koyma gibi haller, Bediüzzaman Hazretlerinin mesleğiyle yani üslubuyla telif edilemez.

Hocaefendi’nin bu ikazı üzerine Mustafa Polat ise “Ağabey, onlar da bize hücum ediyor” diyerek savunmasını yapıyor. Burada bu ağabeyimiz “hak bir davanın vesileleri de hak olmalı” düsturuna aykırı bir beyanda bulunuyorlar. Bu olaylarda “asıl mağdur edilen biziz, önce onlar bu yanlışları irtikap ettiler. Biz de aynı şekilde mukabele ettik. Onlar bu yapılan muameleleri hak ettiler.” demek istiyor. Bu olaylarda kendi üslubumuzdan taviz verme ve başkalarının yanlışlarını taklit ederek, temsil ettiğimiz değerlere zarar verme söz konusudur.

Biz onlar gibi olamayız, çünkü bizim elimizde yol gösterici düsturlar var…

Hocaefendi bunu üzerine, başkaları ne yaparlarsa yapsınlar, ne kadar savrulursa savrulsunlar, bu yapılanlar bizi ne kadar mağdur ederse etsin, maruz kaldığımız zulümlerin seviyesi ne olursa olsun asla uslubumuzdan taviz veremeyeceğimizin ve Nebev-i ve Kur’an-i olan metodlarla meseleleri halletmemiz gerektiğinin tahşidatını yapmışlardır: “Onlar bize on defa hücum etseler, biz onlara bir defa karşılık versek, yine biz zulmetmiş oluruz. Çünkü bizim elimizde yol gösterici düsturlar var.”

Onların yaptığı  gibi, Kur’an-i ve Nebevi olmayan şeytani yollarla, onların yaptığı on hücuma mukabil, biz bir defa bile mukabelede bulunsak, biz zülmetmiş oluruz. Çünkü temsil ettiğimiz ve ikame etmeye çalıştığımız değerler, böyle davranıldığında zarar görecek ve bizler güvenilirliğimizi yitirmiş olacağız. Şeytani yollara başvurduğumuz için de istediğimiz hayırlı neticeleri elde edemeyecek ve sonuçları itibariyle şer ve tahrip olan durumlar ortaya çıkacaktır.

Tabi ki burada yapılan şeyler karşısında susmak gerektiği gibi bir anlam bulunmamaktadır. Yapılan zulümler karşısında hakkımızı elbette savunacağız ama bu mukabele bizim  üslubumuza uygun bir şekilde yapılmalıdır.

Babalarını kınamak ve haklarında kötü söz söylemek suretiyle çocuklarını rencide etmeyin!..

Mevzu ile ilgili bir diğer hususa daha dikkat çekelim. Kafirler hakkında bile kötü söz söylemek bir marifet değilken, onların müslüman olan yakınları rencide olmasınlar diye, böyle davranışlardan uzak kalmamız emredilmişken, kendi içimizdeki insanlara karşı kullandığımız dil ve uslup hususunda ne kadar hassas olmamız gerektiği üzerinde düşünmek lazımdır.

Fethullah Gülen Hocaefendi bu konudaki ölçüyü ise şöyle ifade etmektedirler: “Ayrıca, muhatabımız kâfir bile olsa, ona veryansın etme, sınır tanımadan saldırma ve acımasızca sövüp sayma bir ibadet ve fazilet değildir. Peygamber Efendimiz, kendisine sürekli hakaret eden ve hep saygısızlıkta bulunan Ebû Cehil hakkında bile kötü söz söylemeyi tavsiye etmemiş; meselâ, “Ebû Cehil’e on defa lânet okursanız, benim şefaatimi haketmiş olursunuz!” gibi bir söz söylememiştir. Yani, Peygamber’e hakaret eden ve saygısız davranan insanlara bile lânet okumak ve gidip her yerde onların kötülüğünü anlatmak gibi bir ibadet olduğuna dair dinde herhangi bir kayıt göstermek mümkün değildir.

Bir insan selim kalb taşıyorsa, çirkin sözler ne maksatla söylenirse söylensin onun ruhunda yara yapar. İnanmış bir gönül, fenalık hangi zaviyeden gelirse gelsin, kötü duygu ve tutkular hangi enstrümanla seslendirilirse seslendirilsin onlardan rahatsız olur ve o türlü şeylere karşı hep kapalı kalır. Kur’ân-ı Kerim’in talim ettiği ahlâk çerçevesi içinde Resûl-i Ekrem Efendimiz öyle davranmıştır. Ebû Cehil öldüğü zaman, bir rivayete göre, sadece “Bu ümmetin firavunu öldü.” demiş ama Mekke’nin fethinden bir müddet sonra Müslüman olan Ebû Cehil’in oğlu Hazreti İkrime’nin de bulunduğu bir mecliste, Ebû Cehil aleyhinde bazı sözler söylenince, “Babalarını kınamak ve haklarında kötü söz söylemek suretiyle çocuklarını rencide etmeyin!” buyurmuştur. Peygamber Efendimiz bu beyanıyla, hem mü’minlere lüzumsuz sözler sarfetmemeleri tembihinde bulunmuş hem de yanında babasına hakaret etmek suretiyle oğuldaki cibilli duyguları harekete geçirmemeleri hususunda ashabını ikaz etmiştir.”

Şer güçlerin var güçleriyle ve her türlü yolları kullanarak, cemaatler ve hizipler halinde,  Hizmet hareketini bitirmeye çalışdığı bir ortamdayız!… 

Zaman insanları birbirinden soğutma, birbirlerinin aleyhine konuşturma, zihinlerde Hizmet hareketi ve Hizmet insanları hakkında şüpheler uyandırtma, çarpıştırma, intikam alma, hesaplaşma adı altında hizmet içinde düşmanlıklar oluşturma ve bölünmelere meydan verme zamanı değildir.

Yapılan işlerin kimin faydasına neticeler doğuracağına bakarak yapıp yapmayacağımıza karar vermeliyiz. Yapılan işler sahip olduğumuz, bayraktarlığını yaptığımız ve temsil ettiğimiz değerlere zarar veriyorsa, sonuçları itibarıyla hayr, inşa ve vücuttan ziyade şer, tahrip ve ademe yakınsa, hak cephesi kaybediyor ve şer cephesi kazanıyor demektir.

Zaman insanları kaynaştırma, ümitlerini besleme, hizmet atme aşk ve şevkini arttırma, birbirlerine olan güveni tekrar teessüs ettirme, geçmişteki hadiselerden ve hatalardan ders alma ve aynı hatalara düşmemek adına gerekli tedbirleri de alarak, geleceğe doğru, daha sağlam bir şekilde gidebilmek adına çalışmak zamanıdır.

Allah ahlâkıyla ahlâklanma, Cenâb-ı Hakk’ın muamelesini esas alarak hareket etme…

Hocaefendi bir önceki yazıda ele aldığımız “ifk” hadisesini ele aldığı yazısında yaşanan bu hadiselerden çıkarılması gereken Kur’an’i ve Nebevi düsturu ise şöyle ifade etmektedirler: “Hatta birilerini tutarken ve onların haklarını savunurken bile dengeyi kaçırıp meseleyi başkalarına düşmanlık şekline çevirmezler. Hiç kimseye kin ve nefret duymazlar; şahıslara değil, sadece kötü sıfat ve fiillere karşı hasmâne tavır alırlar. Onlar, nezih ve güzel ahlâklı insanlardır; nezihlere ince tavırların, hoş davranışların ve temiz sözlerin yakıştığını bilir, bütün düşüncelerini o nezâhete uygun olarak ortaya koyarlar. Kötü düşünce, çirkin söz ve kaba davranışlarla hiç kimseyi rencide etmezler…

Hâsılı, kâmil mü’minler, gönlünde merhamete yer bulunmayan ve düşmanlık duygusunu besleyip duran insanlar gibi olmamalı; Allah ahlâkıyla ahlâklanarak, Cenâb-ı Hakk’ın muamelesini esas almalıdırlar.”

Allah ahlâkıyla ahlâklanarak meseleler çözülebilir. Zaten bir hadis-i şerifte bizden istenen “İlahî ahlak ile ahlaklanın!..” değil midir?

Bu bakış açısıyla değerlendirildiğinde, süreç boyunca, Hocaefendi’nin bu ahlâka uygun olarak hareket ettiği anlaşılmaktadır. Bu sergilenen ahlâk sayesindedir ki tahrik edici, hissi ve tepkisel hareket etmeye zorlayıcı ve insanda hesap sorma, intikam alma vb. duyguları tetikleyici onca meydana gelen hadiselere rağmen, Hocaefendi, Kur’an’i ve Nebevi olan duruşlarından asla taviz vermemişlerdir. Bu duruş karşısında, şer odaklarınca profesyonelce planlanıp uygulamaya sokulan her türlü stratejiler, oyunlar, senaryolar vs. neticesiz kalmışlardır.

Bu çizgi muhafaza edildiği takdirde “Güzel âkibet müttakîlerindir” olarak müjdesi verilen hakikat, her zaman tecelli etmiştir ve kıyamete kadar da tecelli etmeye devam edecektir.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin