Almanya için Yeni Türkiye’yi anlama kılavuzu [Haber-Analiz: Ahmet Dönmez]

Diyanet’e bağlı imamların casusluk iddiasıyla evlerinin basılması, Alman Die Welt gazetesi Türkiye muhabiri Deniz Yücel’in tutuklanması ve son olarak iki Türk bakanın Almanya’da konuşma yapacakları programların iptal edilmesi ile Türkiye-Almanya ilişkileri çok gergin. Bütün bunların üzerine Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın “Eyy Almanya, bu uygulamalarınız geçmişteki Nazi uygulamalarından farklı değil” çıkışı ile şoka giren Alman hükümetinden, “Bu ifade rezilce ve kabul edilemez” cevabı geldi. Her ne kadar Türkiye’deki gelişmeleri yakından izleseler de Almanların Yeni Türkiye konusundaki acemilikleri dikkatlerden kaçmıyor.

Gerçi diktatörlük konusunda ağzı herkesten fazla yanmış bir millete ders vermek doğru bir karar olmayabilir. Ancak onlar böylesi bir cinnet dönemini 70 yıl öncede bıraktıkları için hatırlamıyor ya da hatırlamak istemiyor olabilirler. Erdoğan onlara kötü bir nostalji yaşatıyor. Haliyle nasıl mücadele edecekleri konusunda ellerinde yeterince pratik yöntemler olmasına rağmen 70 yıllık travma nedeniyle Türkiye özelinde bazı nüanslara dikkat etmedikleri görülüyor. Sol Parti Genel Başkanı Bernd Riexinger bile “Türkiye’nin despotu Alman hükümetini burnuna çengel takılmış gibi sirkin ortasında oynatıyor” dediğine göre birkaç hatırlatma iyi olabilir.

Almanların Erdoğan nefreti bir realite

Almanya’da yükselen bir Erdoğan antipatisi olduğunu kabul ediyorum. Bild am Sonntag gazetesinin yaptırdığı ankete göre Almanların yüzde 77’sinin Erdoğan’ın referandum mitinginin yasaklanmasını istemesi bunu gösteriyor. Fakat Erdoğan’ın bu polemikten ne kadar mutlu olduğunu tahmin edebiliyorlar mı emin değilim. Bu referandum sürecinde ihtiyaç duyduğu geleneksel mağduriyet söylemine bir türlü kavuşamamış olan Cumhurbaşkanı’nın, Almanya’dan gelen bu son dakika haberine çılgınca sevindiğinden kuşkum yok. “Ya ben istersem yarın gelirim. Gelirim ve kapıdan sokmadığınız zaman veya konuşturtmadığınız zaman da ben dünyayı ayağa kaldırırım” demesi bundan. Almanların, Erdoğan nefretini içlerinde saklamakta zorlandıkları bir gerçek. Ancak paradoksal olarak bu tutumun Erdoğan’ı beslediğini ve Türkiye’deki bir çok muhalifin bu polemiği yüreği ağzında izlediğini de bilmeleri gerek.

Mesela Gazeteci Deniz Yücel olayına verilen tepkiler… Die Welt muhabirinin 27 Şubat’ta tutuklanmasının ardından konuşan Federal Hükümet Sözcüsü Steffen Seibert, “Bunu anlaşılmaz bir karar olarak değerlendiriyoruz” dedi. Hâlbuki niye anlaşılmaz olsun. Gayet de anlaşılır. Bugün artık eşiğine geldiğimiz diktatörlük düzeninin kurulabilmesi için muhalif herkesin susturulduğu, gerçekleri yazanların cezalandırıldığı, AKP hükümetinin yolsuzluklarını ve terör gruplarıyla girdiği karanlık ilişkileri yazan herkesin hapsi boyladığını görmüyor olamazlar.

Bir kere damat Berat Albayrak’ın mail kutusunu karıştıran herkese ceza kesildi. Mailleri ilk ele geçiren Redhack grubundan olduğu iddia edilen gençler gözaltına alındı, işkenceden geçirildi. Albayrak’ın IŞİD’le petrol ticaretini ortaya koyan bu mailleri yazan 6 gazeteci gözaltına alındı, Tunca Öğreten’in aralarında olduğu üçü tutuklandı. Anlaşılmaz bir şey yok. Basın özgürlüğü, ifade hürriyeti, bağımsız yargı Yeni Türkiye’nin, ‘Eski Türkiye Müzesi’ne kaldırdığı ilkeler.

Naif sözlerle Türkiye’yi ikna edemezsiniz

Yine Sözcü Seibert’in “Yücel kendi isteğiyle gidip ifade verdi”, “Gazetecilik faaliyeti suç olamaz”, “Tutuklama kararı son derece orantısız” cümleleri de fazlasıyla naif. Aynı hataya Almanya Başbakanı Merkel ve Dışişleri Bakanı Sigmar Gabriel de düştü. Merkel, Deniz Yücel’in gönüllü olarak ifade vermeye gittiğine işaret ederek alınan kararın sert ve orantısız  olduğunu vurguladı. Bir kere Almanların artık şu “Orantısız” lafını kullanırken bin kere düşünmesi gerek. Gezi olaylarındaki “Orantısız şiddet” tepkisi hafızalarda. Elbette “Gezi darbesinin arkasında Almanlar var. 3. havalimanını kıskanıyorlar” söylemi de. Doğal olarak Yeni Şafak Genel Yayın Yönetmeni İbrahim Karagül kendini tutamıyor ve “Almanya’nın korkusu ne? Referandum öncesi yeni operasyon ne?” başlıklı yazı yazmak zorunda kalıyor. Ne olacak canım yeni operasyon; elbette ‘Erdoğan’ı durdurmak, Türkiye’ye diz çöktürmek’.

Kendi isteğiyle ifadeye gidip tutuklanma bahsi de maalesef artık gülümseten argümanlardan. “Yarın gidip ifade vereceğim” diye tweet attıktan sonra arabasıyla Balıkesir’den İstanbul’a yola çıkan Meydan köşe yazarı Atilla Taş’a, Bursa’da bir dinlenme tesisinde ‘operasyon’ yapıldı misal. Yandaş medya “Yakalandı” diye verdi haberi. Keza Ercan Gün de tweet attıktan sonra İstanbul Adliyesi’ne kendisi gittiği halde ‘kıskıvrak yakalanmış’ oldu.

Alman hükümetinin, “Yücel’in adil ve anayasal çerçevede muamele görmesi” beklentisi de varmış. Maalesef çok bekleyecekler. Şu anda bunu bekleyen onbinlerce insan var ve uzun zamandır beklemelerinden daha kötüsü, daha ne kadar bekleyeceklerini hiç kimsenin bilmiyor oluşu.

Bu aşamada artık Merkel’in ‘basın özgürlüğüne saygı’ uyarısı yapmış olmasının ne kadar önemi var? “O kendi mesleğini icra etmekten başka bir şey yapmıyordu, bu nedenle serbest bırakılması gerek. Bağımsız gazetecilik var olabilmelidir, gazeteciler işlerini yapabilmelidir” demiş Şansölye.

Ey Überall, ‘Allah’ın lütfu’ bu darbe!

Alman Gazeteciler Birliği (DJV) Başkanı Frank Überall, “Cumhurbaşkanı Erdoğan, hoşuna gitmeyen haberciliği bitirmek için olağanüstü hali suiistimal etmeye çalışıyor” diyor. Ey Überall, siz bilmiyor olabilirsiniz ama bu Erdoğan için Allah’ın bir lütfu. OHAL sayesinde 120 bin muhalifini gözaltına alıp 45 binini tutukladı. 7 bin 500 civarında akademisyen bu sayede üniversiteden atıldı. 5 bin civarında yargı mensubu ihraç edildi. 80 bin öğretmen açığa alındı. 170 medya kuruluşu kapatıldı. 200 gazeteci tutuklu.

Almanya Dışişleri Bakanlığı da Türkiye’nin hukuk devleti ilkelerine uygun hareket edilmesini istiyor. Belki mülteci pazarlığı sürecinde gözden kaçmış olabilir, hukuk devleti bir mülteci kayığında batırılalı çok oldu. Bugün Alman muhalefetinin Merkel’i sıklıkla mülteci anlaşması ve Türkiye’ye karşı tavizkar kalması üzerinden eleştirmesi boşuna değil.

Almanya Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Martin Schaefer, “Özellikle Türkiye’de basın özgürlüğünün anayasa hukukuyla güvenceye alınmış olması bakımından, hukuk devleti kurallarına riayet edilmesini ve adil davranılmasını istiyoruz.” diyor. Bahsettiği Anayasa’nın 30. maddesinde bir basın kuruluşunun hiç bir gerekçeyle müsadere edilemeyeceği yoruma yer bırakmayacak şekilde yazılı olmasına rağmen AKP hükümeti, Zaman, Bugün başta olmak üzere onlarca gazete, televizyon, haber ajansına el koydu ve kapattı. Avrupa seyretti.

Erdoğan’la pazarlık edebilir misiniz?

Sol Parti Eş Başkanı Bernd Riexinger, diğer birçok siyasetçi gibi, Deniz Yücel’in serbest bırakılması için Başbakan Merkel’in Cumhurbaşkanı Erdoğan ile temasa geçmesi gerektiğini söylüyor. Erdoğan’ın bu anı beklediğini bilmek için kâhin olmaya gerek yok. Karşılığında Can Dündar’ı mı ister artık yoksa iltica başvurusu yapan diplomatları mı bilinmez. Ama Almanların bilmesi gereken şu; Türkiye’de yüzlerce insan sırf şantaj ve pazarlık amaçlı olarak tutuklandı. Gazeteci Bülent Korucu’yu bulamayıp eşini tutukladılar sözgelimi. İşadamı Akın İpek yerine kardeşini… Bunun gibi yüzlerce örnek var.

Münih Güvenlik Konferansı’nda konuşan Yeşiller Partisi Milletvekili Omid Nouripour,  Deniz Yücel’in bir terörist olmadığını, salonda bulunan ve onu tanıyan çok sayıda kişinin bunu gayet iyi bildiğini dile getirdi. Şu anda içerideki gazetecilerin kaçı terörist? AKP hükümetine bakacak olursanız hiç biri gazeteci değil gerçi. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, İspanya gezisinde, “Türkiye’de haber yazdığı için tutuklu olan tek bir gazeteci yok. Eğer varsa kim olduğunu bilmek isterim” dedi. Hadi Çavuşoğlu okuma özürlü diyelim. Almanlara tavsiyem, 15 Temmuz sonrası tutuklanan 29 gazeteci ile ilgili Savcı Murat Çağlak’ın iddianamesini bir okusalar. “Delilleri” bir görseler, inanın ‘Türk-Alman Komedi Haftası’ bu sene çok daha eğlenceli başlayabilir.

Peki, Başbakan Binali Yıldırım’ın yine Münih Güvenlik Konferansı’nda Deniz Yücel’le ilgili soruya verdiği cevaba ne demeli? Aynen şunu dedi: “Bu konu savcılığı ilgilendiriyor”

Türkiye’de yargı bağımsızdır, bilemediniz mi?

Türkiye’de yargı tamamen bağımsızdır zira. Ne Cumhurbaşkanı ile çay toplamaya giderler ne cüppeyi iliklemek için olmayan düğmelerine davranırlar. Ne açık açık ‘Evet’ propagandası yaparlar ne de kişisel sosyal medya hesaplarından “Seni seviyoruz uzun adam” diye yazarlar. Erdoğan, tahliye kararı veren hâkimlerin ihraç edilmesi için “HSYK toplantısı gecikti” diye fırçalamaz, HSYK Başkan Vekili de “Özür dileriz, hemen toplanıyoruz” demez hiç. Tabii bu kadar şeyden sonra tahliye kararı veren o iki hâkim de şipşak ihraç edilmez ve tutuklanmazlar.

Hal böyle iken Sınır Tanımayan Gazeteciler örgütünün Almanya Basın Sözcüsü Christoph Dreyer’in, “Bizim Türk makamlarından talebimiz, Sayın Yücel’in derhal hâkim karşısına çıkartılması ve kendisine yöneltilen suçlamaların incelenmesidir.” demesi de havanda su dövmek gibi. 15 Temmuz sonrası tutuklanan gazeteciler, 7 aydır hakim karşısına çıkmayı bekliyor. Çoğunun iddianamesi bile yazılmadı.

Christoph Dreyer’in naiflik kokan bir diğer açıklaması, Yücel’e yöneltilen “terör örgütüne üyelik” suçlaması ile ilgili. “Bu suçlamanın hiçbir dayanağı yok. O sadece gazetecilik görevini yerine getirdi.” diyor. Terör örgütüne üyelik iddiasıyla tutuklu olan gazetecilerle ilgili iddianameyi bir kez daha tavsiye edeceğim. Naom Chomsky’nin sözünü tweet’lemek, 17 Aralık Şeb-i Arus tweet’i atmak, muhalefet milletvekillerinin tweet’lerini RT’lemek terör delili olarak sayılıyor.

Die Welt gazetesinin, Deniz Yücel’in hakkındaki suçlamaları hükümete yakın Sabah gazetesinden öğrendiğini yazması da tam bir “acemilik” örneği. Türkiye’de şüphelilerin hala avukatlar aracılığıyla bilgi aldıklarını zannediyor Alman gazetesi. Yeni Türkiye’de bu tür bilgiler başta Sabah olmak üzere yandaş medyadan alınıyor ama haberleri yok.

Schulz’a ‘haddini’ çok önceden bildirmemiş miydik?

En azından SPD’nin başbakan adayı Martin Schulz’dan daha temkinli adım atması beklenirdi. “Avrupa Parlamentosu Başkanı olduğum dönemde de Türkiye’de basın özgürlüğünün kısıtlanmasını açık bir şekilde eleştirdim ve Recep Tayyip Erdoğan’a bizzat ilettim” diyor. Hala dersini almamış. Oysa Erdoğan, “İdam gelirse Türkiye ile ilişkiler biter.” diyen Schulz’a 14 Kasım 2016 tarihinde ‘haddini bildirmişti’: “Kimsin sen ya, kimsin sen? Bir parlamentonun başkanı. Nesin sen? Şu terbiyesize bak ya. Yaptırım uygularız diyor. Senin her tarafın yaptırım olsa ne yazar.”

Aynı şekilde Almanya Cumhurbaşkanı Joachim Gauck da yaşına rağmen acemilikler yapıyor. Yücel’in tutuklanmasını eleştirirken “Basın özgürlüğüne yapılan bu saldırının neden gerekli olduğunu Almanya’da anlayamıyoruz” dedi. Şimdi tekrar başa döneceğiz ama, bunda anlaşılmayacak bir şey yok Sayın Gauck. Türkiye’deki yandaş basın sizin için “Gauck guk etme” manşeti attığında anlamalıydınız. 2014 yılındaki Ankara ziyaretinizde “Türkiye’de basın özgürlüğü, demokrasi ve hukuk tehlikede” dediğinizde bu başlıklar atılmıştı, hatırlayın. Hani Erdoğan’ın size “Herhalde hâlâ kendisini rahip zannediyor. Çünkü rahipti bir zamanlar.” dediği ziyaret. Size bütün gazeteler aynı başlığı atsın diye yapılıyor bu tutuklamalar. Bundan anlaşılmayacak bir şey yok. Zaten çoğu gitti, azı kaldı.

Türkiye’de muhalifler toplanmaya başladığında…

Papaz demişken… 1984’te vefat eden Alman papaz Martin Niemöller’in sözleri bu kez tersten Almanya’yı vuruyor gibi sanki. Niemöller, Hitler faşizmi ile ilgili olarak kendisini ünlü yapan şu cümleleri sarfetmişti: “Önce Sosyalistleri topladılar sesimi çıkarmadım. Çünkü ben sosyalist değildim. Sonra sendikacıları topladılar, sesimi çıkarmadım. Çünkü sendikacı değildim. Sonra Yahudileri topladılar, sesimi çıkarmadım. Çünkü Yahudi değildim. Sonra beni almaya geldiler. Benim için sesini çıkaracak kimse kalmamıştı.”

Türkiye’de muhalifler toplanmaya başladığında siz Erdoğan’la mülteci pazarlığı yapıyordunuz. Çünkü siz Türkiye’de yaşamıyordunuz. Medya susturulduğunda, Merkel İstanbul’da altın varaklı koltuklarda Erdoğan’la poz kesiyordu. Hükümet Sözcüsü Numan Kurtulmuş, “Gazeteciler ayağını denk alsın” dediğinde Saray’ı şereflendirmekle meşguldünüz. Şimdi sizin gazetecileriniz tutuklanmaya başlayınca ‘basın özgürlüğü’ demeye başladınız. Erdoğan sizin ülkenize gelip konuşma yapacağı zaman “Erdoğan Führer olma yolunda” başlıkları atıyorsunuz. Şimdi hiç boşuna ‘gak guk’ etmeyin! Zaten 3. havalimanımızı da kıskanıyorsunuz!

almanya spot

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin