Akşener ve İnce, Erdoğan’dan ne kadar farklı?

Yorum | Prof. Dr. Mehmet Efe Çaman

Kafadaki kasket kadar, takke veya sarkık bıyık olayını da anlamamışımdır. Veya çember sakalla, badem bıyıkla, başörtüsünü üniformalaştırarak verilmeye çalışılan siyasal mesajları. Siyasi içeriklerin böylesine yüzeysel sembolleştirmelerle kitlelere nakledilmesine gerek duyulmasının sebebi nedir? Muharrem İnce’nin seçim kampanyalarında taktığı kasket, bunları düşünmemin nedeni. İşten eve geri döner dönmez pazen çizgili pijamalarını çekenlerin veya fotoğraf çektirirken takım elbise giyenlerin kültüründe doğal mı karşılamalı yoksa bunu? Elde şakır-şukur tespih akrobasisi yapan bıyığı yeni terlemiş delikanlıların “dayı” olduklarını vurgulamak ve belki de içlerindeki korkuyu bastırmak için bunu yaptıklarını düşünmem nedense yüreğime su serpmiyor. Belki de işkillenmek doğamda vardır, bilmiyorum. Fakat tıpkı yerleşik pro-faşist davranış kalıpları gibi, bu tür semboller üzerinden yürütülen Ortadoğu türevi sembolleştirmeler de rejimin yerleşmesine – hatta esasında var olmasına! – neden oluyor kanısındayım.

Bir diğer önemli nokta, semboller üzerinden konuşmak. Ya da daha ileri giderek, süperlatifler – abartılı ifadeler, mübalağalar – temeline oturan bir işletişim dilini benimsemek. Mesela İnce’nin tekmeci AKP militanından hesap sorma konusundaki kararlılığını ifade ederken “…hesap sormazsam namerdim…” demesi gibi. Oysa basitçe, tekme atma örneğine değinerek, bu gibi vandallıkların yasalar önünde hesap vermesi doğrultusunda gayret edeceğini ifade edebilirdi. Sanırım böyle yalın bir ifadenin seçmene yeterli gelmeyeceğini hissetmiş olmalı. Tıpkı, yıllardır kasket takmadığı halde, cumhurbaşkanı adayı olur olmaz, Karaoğlan misali kasketli bir tür “halk adamı” imajı yaratmaya karar vermesi gibi, ifadelerde de mübalağa yapmaya başlamak, seçim stratejisinden olsa gerek.

Akşener de İnce gibi sembollere fazla değer atfediyor

Belki de birileri “bu halka ulaşmak için doğru şifreleri girmek lazım” diye fısıldıyordur kulağına, bilemem. Dış görünüşün ve dilin siyasette önemsiz olmadığı malum. Toplumsal düzey yükseldikçe, temsilci adaylarının kendilerini olduğu gibi halka sunması oranı yükseliyor. Giyim, üslup, retorik, kişisel tercihler, dine yönelik tutum gibi öğelerin olduğu şekilden saparak seçimle alakalı bir stratejik öğeye dönüşmesi, siyasetin toplumsal beklentilere kanalize olmasından daha çok, toplumu manipüle etmeye yöneliktir. Bu bağlamda avam üsluba kayan ve kıyafetlerini kostümleştiren İnce, esasında kendisini karikatürize etmekte, Erdoğan ve Demirtaş’a göre daha yapay kalmakta, bariz olarak sırıtmakta. Akşener de İnce gibi sembollere daha fazla değer atfediyor, mesela ay-yıldızlı kına gibi, mesela Çillerleşme belirtileri sabit olan “abla” rolü gibi. Yani erkek egemen siyasette, bir erkek gibi hareket ederek cinsiyetsel rolleri alaşağı etmek – ve aslında kadınları özgürleştirici bir söyleme başvurmayı seçmek – yerine, ne yapıyor? Erkek egemen kültürün bir kadın siyasetçiye biçtiği rolden dışarı çıkmıyor. Asena da mitolojide aslında cinsel rolünün dışına çıkmaz: anaç, emziren, bebeğe bakan, lideri yetiştiren dişi kurt. Dişinin ikinci planda, edilgen, pasif, korunmaya muhtaç, görece zayıf olması, Türk mitolojisine de, partisine Kayı izlenimi vermek için İYİ adını veren kafa yapısında da aynı. Yani aradaki binlerce yılda, kadın-erkek ilişkilerinde başladığımız noktaya dönüşü kutsayan bir “muhalif siyasetimiz” var.

Kaç Hakkâri mitingi olması lazım acaba…

Semboller bize bilinçaltı tasavvur ve tahayyüllerini, sosyal “kodları” ve bunlardan hareketle, siyasetin bizi götürebileceği yerleri göstermesi bakımından önemli. Mesela İnce’nin – ve CHP’nin – Selahattin Demirtaş’ı hapishanede ziyaret etmeyi akıllarına getirmeleri için cumhurbaşkanlığı seçimlerini beklemeleri, böyle bir şey. Dahası, içerideki onlarca Kürt milletvekili ve yüze yakın belediye başkanını henüz akıllarına getirmemiş olmaları da bu bağlamda dikkate alınması gereken göstergelerden. Kaç Hakkâri mitingi olması lazım acaba, bu “milli irade” faciasının akıllara gelmesi için, merakımdan soruyorum!

İrrasyonel vaat yarışında da İnce ve Akşener, rol-modelleri Erdoğan’dan geride sayılmaz. İnce’nin üzümün kilosunu 2 doların altına indirmemeye söz vermesi, sanırım Anayasa’nın rafta olmasından da, veya mesela Anayasa Mahkemesi kararlarına riayet edilmemesinden de daha önemli olmalı bugünün Türkiye’sinde. Çiftçiye mazotu 3-3,5 lira arasında vermeyi vaat etmesiyle, içeride keyfi olarak tutulan yüzlercesi gazeteci, binlercesi akademisyen veya öğretmen, on binlerce mahpus düşünce suçlusunun durumları hakkındaki icraat vaatlerini dillendirmemesi arasındaki ince çizgiyi, rejimin yerleşikliğinin artmasıyla (konsolide olmasıyla) alakalı bir nokrada mı okumalıyız? Aklım karıştı! Biz hangi ülkede seçimlere gidiyoruz?

Akşener ve İnce’nin rejimle bir sorunu var mı?

Hangi ülke. Bu önemli bir soru. Zira anayasa yok ortada. OHAL denilen bir fiili rejimde, anayasal devlet tasarımının hiç öngörmediği uygulamaların gün be gün yapıldığı bir ortamda, yargının yürütmenin kucağında olduğu bir atmosferde, YSK’nın bir önceki referandum oy sayım işleminde hile yaptığı bir diyarda gerçekleşecek seçimler. Bu bağlamda belki de üzümün kilogram fiyatı ile mazot taban fiyatı tespiti gibi konular birileri için daha önemli görünebilir, bilemem. Ama bildiğim şu ki, adaylar – sanallıkları bir tarafa bırakılacak bile olsa – baştaki şahıstan ne kadar farklı, bunun irdelenmesi lazım. Sembollerin kullanılması (kasket, kına vs.) ile dil (“FETO” söylemi ve hukuk devletinin sıfırlanması üzerinde durmama gibi) meseleler, en basit siyasi analize bile dâhil edilmesi gereken noktalar.

Ancak Akşener ve İnce gibi adayların cidden rejimle bir sorunu var mıdır? Bu meşru bir sorudur ve sıklıkla, bıkmadan-sıkılmadan sorulmalıdır. Akşener ve İnce, Erdoğan gitse bile mevcut siyaseti çıktığı anayasal yörüngeye oturtamayacak, oturtmayacaktır. Mesela Akşener, bırakın Kürt sorunu hakkında makul siyasi müzakerelere dönmeyi, daha HDP ile ittifak konusuna bile hazır değil. Zaten Türkçülük (Türk faşizmi) üzerine “çadır kurmuş” (alınmasınlar, Asena döneminde de uluyan kurt mitolojilerinde de Türkler göçebe, yani şehir öncesi kültürünü temsil eden bir kavimdir) ideolojisinde de Akşener ve “iyi” partisi, öyle çok da demokrasiyle araları olan bir tablo çizmiyorlar ne yazık ki. Hangimiz daha anti “FETÖCÜ” yarışması yapılsa, Erdoğan, Akşener ve İnce arasında en zayıf Erdoğan kalır. Liberal demokrasiye bağlılık konusunda en kötü notu alma yarışmasında üçü de kafa kafaya gider. Ötekileştirme konusunda her biri kendi mahallesinin en hararetli savunucusu olma yanında, bu mahalleye eleştirel bakan herkesi düşman ilan etme ve şeytanlaştırma konusunda da kıyasıya çekişir. Erdoğan “münafıkları ve dinsizleri”, Akşener “bölücüleri”, yani kültürel özerklik ve anayasal hak davasında olan Kürtleri, İnce ise – tüm kasketli halk adamı, kamyon şoförü Hacı ustanın oğlu kamuflajına karşın – kentli, seküler ve ulusalcı kesimleri, yani beyaz Türkleri temsil ederken, bunun tersi görünümde olan “röportaja kürtaj diyen” ve “göbeğini kaşıyan” kesimi ötekileştirir.

Alternatifimiz nedir o zaman?

Demirtaş’ın kendi mahallesindeki radikalleri normalleştirerek Türkiyeli bir lider olması yönünde işinin kolay olmadığı göz önüne alındığında, karamsarlık artar. 100 bin imzayı bulan Perinçek, sandıkta değil ama devletin derin çekirdeğinde oldukça etkin. Şahsi olmasa da, ideolojisi bakımından. Elbette Maocu-komünist Perinçek değil esas olan. Kemalist-Ulusalcı ve Avrasyacı bir derin yapının sözcülerinden biri olmasından bahsediyorum. Selahattin Demirtaş ikinci turda seçilemez. İkinci tura ikinci olarak kalması da olasılık dışı gibi. Kürtlerin oyu YSK’ya gelmeden berhava olur bu durumda. İkinci Turda da İnce’yi kasketi de kurtarmaz. Kürtlerin katılımı ikinci turda düşer ve bu Erdoğan’a yarar. Kürtler Akşener’e oy verecek değil ya. Partisinin logosu bile faşist etnik bir sembol olan Akşener, “Asena” olarak hangi Kürt’ün iç dünyasının yansımasıdır? Yani seçimde seçmenin önemli bir bölümü, YSK abrakadabrasından önce elimine olur.

Geriye birbirinden farkı olmayan, ceberut devlerin emrine girmekte tereddüt etmeyecek üç aday kalır. Perinçek ve Temel reis, siz bunları geçiniz. Fiili güç yansımasında Perinçek zaten iktidar ortağıdır. Tercihi Erdoğan, ikinci tercihi Akşener’dir. E İnce de Akşener’in yardımcısı olabileceğini söyledi zaten. Yani Erdoğan alternatifi olur. Ama sistemin alternatifi yoktur. Türkiye çıkmaz sokakta. YSK zaten nasılsa oyları “sayacak” (siz anladınız nasıl sayacak!). Tut ki sayım “işi” tutmadı (ki ihtimal çok az), gelecek yeni bir isim – olası olan Akşener – Erdoğan döneminden daha farklı bir Türkiye oluşturamaz. Türkiye’de sorun yapısal. Yüzeysel önlemlerle bu işin içinden çıkmak mümkün değil!

Bu nedenle, kasket, badem bıyık, ay yıldızlı kına, sarkık bıyık, envai çeşit Üçüncü Dünya vaadi, namus üzerine, şeref üzerine edilen yeminler, elde tespih, ağızda mahalle jargonu – tüm bunlar semboller dünyasında hangi yolda olunduğunun açık göstergeleri. Bence sokak ortasında “kürtaj” yapılan amca bile gayet net biliyor bunları.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

3 YORUMLAR

  1. Akşener ve İnce, Erdoğan’dan ne kadar farklı? Hala bilmiyoruz. Sembollere cok deger atfetmeleri disinda bir tespit icermeyen, icerik yoksunu bir yazi. Bu tip yazilarin fazlaligi da negatif bir etki tr724 icin… Ilginc bir baslik gorunce, “Acaba okumaya deger mi?” sorusunu sormama sebep oluyor. Iddia var ama gerekce yok. Fikir yazisi mi, propaganda mi okuyoruz?

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin