ABD ve Avrupa, ‘yeni başkandan’ ne bekliyor?

YORUM | ADEM YAVUZ ARSLAN

 

Eğer bir Havuz yazarı olsaydım işim çok kolaydı.

Ortaya karışık bir komplo teorisi yazar, biraz ‘faiz lobisi’, biraz ‘üst akıl’ çokça da ‘Türkiye’nin büyümesini istemeyen dış güçler’ ekler, sonra da Erdoğan’a ‘oy vermenin dini bir vecibe olduğunu’, ‘24 Haziran’da Türkiye’nin şaha kalkacağını’ filan söyleyip mevzuyu bağlayabilirdim.

CHP ile İYİ Parti arasında yapılan vekil transferi meselesini de ‘bakın işte üst akıl devrede’ diye sunabilirdim.

Yüz milyon kez yanılsam da, benzer senaryoları yüz bir milyon kez yeniden yazar, hiçbir şey olmamış gibi ‘komploları çözen büyük yazar’ edasıyla Erdoğan’ın uçağından pozlar verirdim.

Neyse ki biz Havuz’da değiliz ve gazetecilik, yazarlık ciddi bir iş.

ERDOĞAN NEDEN KOŞAR ADIM SEÇİME GİDİYOR?

Türkiye siyasetinde 24 saatin bile çok uzun bir zaman dilimi olduğu söylenir. Yaşanan olaylar da bunu teyit ediyor.

Son örneği erken seçim kararı ve partiler arası ittifak çalışmalarında yaşanıyor.

Her gün, her saat kritik öneme sahip.

Bu aşamada şu notu düşmekte fayda görüyorum: Kamuoyu Erdoğan-Bahçeli ikilisinin yıldırım hızıyla erken seçim kararı almasını ‘yaklaşan ekonomik krize’ bağlıyor.

Haklılık payı olmakla birlikte ekonomik krizin ‘en önemli’ etken olmadığını düşünüyorum.

Çünkü ekonomik kriz bir sonuçtur ve akşamdan sabaha olmaz. Adım adım gelir. Bu açıdan ekonominin kötüye gittiği, Erdoğan rejiminin hukuksuzlukları nedeniyle paranın ürktüğü doğru.

OHAL uygulamaları nedeniyle piyasanın çöküntüler yaşadığı da bir başka gerçek.

Ancak Erdoğan’ın korkusunun daha çok yurt dışı dinamiklerle ilgili olduğu kanaatindeyim. Sonuçta Erdoğan’ın Türkiye içi dinamiklerle baş etmesi çok kolay.

Önceden ‘yarı Havuz’ görünümündeki Doğan Medya’nın da hükümetin emrine geçmesiyle tüm Türk medyası Erdoğan’ın kontrolünde.

Çıkacak bir ekonomik krizi bile Fetö’ye bağlayıp, dış güçler, üst akıl, faiz lobisi vs diyerek manipüle edebilirler. İktidarın bunu yapacak gücü ve ekibi var. Ayrıca ‘kaynağı sorulmayan para girişleri’ de acil durumlarda palyatif çözümler de üretebilir.

Fakat yurt dışından gelecek haberler Erdoğan’ın kontrol edip manipüle edebileceği şeyler değil.

‘ZARRAB KORKUSU’ BÜYÜK

Bu noktada ABD’de sürmekte olan Halkbank – Reza Zarrab davası önemli.

Malum olduğu üzere 2016 Mart’ında Miami’de tutuklanan Zarrab, 20 ay süren bir maratonun sonunda ‘itirafçı’ olarak mahkeme önüne çıkmış ve Erdoğan ve AKP’li bakanlar ile olan ilişkilerine dair çok şey anlatmıştı.

Washington’da konuşulanlara göre Zarrab Davası sonucunda Amerikan Hazine Bakanlığı Yabancı Varlıkları Kontrol Ofisinin (OFAC) Halkbank’a hatırı sayılır bir ceza kesmesine kesin gözüyle bakılıyor. Üstelik ceza Halkbank ile de sınırlı kalmayabilir.

İkincisi, Zarrab’ın savcılık ile yaptığı anlaşmanın en önemli ayaklarından birisi bilgi belge paylaşımıydı.

Yani Zarrab mahkeme salonu dışında da savcılıkla iş birliğine devam etti. Kaldı ki, bir ay boyunca duruşmayı yerinde izleyen birisi olarak rahatlıkla söyleyebilirim, Hakan Atilla ‘zincirin ilk halkası’ydı.

Üçüncüsü Suriye’de gerek PYD gerekse de ABD askerlerince ele geçirilen IŞİD militanlarının ifadeleri sürprizlere yol açabilir. Bir süredir başkentteki düşünce kuruluşlarında bu yönde yorumlar yapılıyor. O IŞİD militanlarının anlattıkları, ABD’li makamlarla paylaştıkları yeni ve sürpriz davalara konu olabilir.

Dördüncüsü, ABD Kongresi’nin Türkiye’ye yönelik ambargo hazırlığı.

Gerçi İzmir’de tutuklu Rahip Brunson nedeniyle ABD Kongresi uzun süredir Magnitsky Yasası’nın uygulanmasını istiyor, Beyaz Saray ve Dışişleri ise ‘ülke çıkarları’ bahanesiyle ambargoyu engellemeye çalışıyordu.

Rahip Brunson’un tahliye edilmemiş olması Kongre’yi fazlasıyla germiş halde. Bizzat Trump ve Başkan Yardımcısı Mike Pence konuyla alakalı doğrudan tweet attı.

Çok sayıda senatör, artık Türkiye’ye ‘anladığı dilden’ cevap verilmesi gerektiğini savunuyor.

Sonuç itibariyle bu dört başlıktan biri veya birkaçının Erdoğan açısından getireceği yıkım büyük olacak. Fakat seçim sathında iken gelecek bir ambargo ya da astronomik ceza Erdoğan’ın işine bile gelebilir.

Erdoğan, zaten komplo teorilerine bayılan kitlesine hitaben ‘bakın ümmetin son kalesini devirmek için üst akıl devreye girdi’ gibi söylemlerle yerini sağlamlaştırmaya çalışır.

Bu arada şu ayrıntıyı da hatırlatayım.

Ankara, Halkbank nedeniyle gelecek cezadan fazlasıyla endişeli. Merkez Bankası, geçtiğimiz kasım ayından bu yana ABD’de tuttuğu devlet tahvillerini azaltıyor. Şu ana kadar 7 milyar dolarlık rezerv azaltıldı ki bu, Eylül 2012’den bu yana en düşük seviye demek.

ABD NE BEKLİYOR?

Girişte de dediğim gibi Havuz’da yazıyor olsaydık kolaydı.

Akla gelen her türlü abukluğu ‘analiz’ olarak yazar geçerdik. Ancak, gazetecilik, yazarlık ciddi bir iş.

Peki ABD, önümüzdeki oylamada seçilecek yeni başkandan ne bekliyor?

Bu konuda elimizde somut veriler var. Kastım gizli kapaklı strateji belgeleri ya da eylem planları değil.

ABD Dışişleri Bakanlığı her yıl düzenli olarak 200’e yakın ülke hakkında insan hakları raporu hazırlıyor. Bu raporlar hayli kapsamlı ve adeta o ülkenin röntgeni şeklinde.

Rapor geçtiğimiz günlerde açıklandı. Büyükelçi Michael Kozak tarafından okunan raporun Türkiye kısmı 64 sayfa.

Türkiye’nin insan hakları karnesi zaten parlak olmadığı için raporlar genellikle olumsuz çıkıyordu fakat bu yılki rapor hayli kapsamlı ve ağır eleştiriler getiriyor.

Her alandaki insan hakları ihlalleri tek tek sıralanmış. OHAL eleştirisi çok net dikkat çekiyor. Neye göre yapıldığı net olmayan görevden almalar, tutuklamalar ve el konulan işyerleri de raporda yer alıyor.

İşkence iddiaları ise ‘en önemli insan hakları sorunu’ olarak gösteriliyor.

Yargı bağımsızlığının zayıfladığı vurgulanıyor. Raporda ayrıca seçim kampanyalarının adil yürütülemediğine dikkat çekiliyor. Gazeteci ve akademisyenlerin tutuklanması, internet yasakları, STK’lara yönelik kapsamlı baskılar da raporda mevcut.

Detay çok. Merak edenler için Dışişleri Bakanlığı web sitesinden erişime açık.

Dediğim gibi rapor bir nevi ülkenin röntgenini çekiyor. Ekrana yansıyanlar ise hiç de parlak değil.

Nitekim ABD Dışişleri Bakanlığı Demokrasi, İnsan Hakları ve Çalışma Dairesi’nden Büyükelçi Micheel Kozak şunları söyledi: “Türkiye ile ilgili çok ciddi konular var. Bu noktada Türk hükümetine mesajımız OHAL’in bitirilmesi, tüm bu insanlara adil ve bağımsız yargılanma hakkı tanınması ve Türkiye’nin yeniden hukukun üstünlüğüne bağlı bir ülke konumuna dönmesidir. Bu nokta rahatsız edici. Biz mümkün olan her yolla Türk hükümetine, geri adım atıp ülkeyi ne yöne yönlendirdiğini görmesi ve yeniden olması gereken yola ülkeyi getirmesi gerektiği mesajını iletiyoruz”.

Bu cümleler başlıktaki sorunun cevabını, yani ABD’nin yeni başkandan ne beklediğini, daha adaylar bile belli değilken söylüyor.

AB CEPHESİ DE FARKLI DEĞİL.

AB cephesi de ABD’den farklı değil.

Geçtiğimiz günlerde AB Komisyonu ‘ilerleme raporu’ açıklandı. Raporun adı ‘ilerleme raporu’ydu fakat içeriği baştan sonra ‘gerileme’ örnekleriyle doluydu.

Detaylarına geçmeden şu noktayı kayda geçmekte fayda var.

AB Komisyonu raporu daha yayınlanmadan Erdoğan medyası tekmili birden, ‘AB Raporunda Cemaat terör örgütü olarak yer alacak’ yalanını yaydı.

Rapor açıklandığında böyle bir şeyin olmadığı görüldü.

Buna rağmen Erdoğan medyası yalanı sürdürdü. Dolayısıyla alternatif kaynaklardan beslenmeyen milyonlarca kişi ‘AB’nin Cemaati terör örgütü olarak kabul ettiğini’ sanıyor.

Gelelim rapora.

ABD İnsan Hakları Raporu gibi bu rapor da fazlasıyla eleştirel. Hatta Brüksel’deki uzmanlara göre ‘bugüne kadar yazılmış en sert rapor’.

Özetle Erdoğan rejiminin Türkiye’yi kararlı bir şekilde Avrupa’dan ve demokrasiden uzaklaştırdığı kayda geçirilmiş. İfade özgürlüğü, temel haklar, hukukun üstünlüğü, sivil toplum, mülkiyet hakkı gibi onlarca başlıkta ‘geriye gidiş’ olduğu vurgulanıyor.

Yargıdaki ‘geriye gidiş’ ve OHAL raporun özünü oluşturuyor.

RAPORLARIN MUHALEFETE MESAJI

Peki AB ne bekliyor? Tıpkı ABD gibi, onlar da hukuka dönülmesini istiyor.

Sonuç itibariyle:

Bu hafta hem ABD’den hem de AB’den gelen raporlar gösteriyor ki 24 Haziran sonrası gelecek başkanı büyük bir enkaz bekliyor.

Her iki tarafta da beklenti OHAL’in bir an önce son bulması, hukuka dönülmesi, yargı bağımsızlığının tesisi, düşünce ve ifade özgürlüğünün sağlanması. İşkence ve kötü muamelenin bitmesi, tutuklu gazeteci ve akademisyenlerin serbest kalması da ‘altı çizilen’ beklentilerden.

Peki başkan adaylarından bu beklentiye kim cevap verebilir ?

Diğer adayları henüz bilmiyoruz ama Erdoğan’ın ABD ve AB’nin beklentilerine olumlu cevap vermeyeceği açık. Yani Erdoğan’ın başkan seçilmesi iki cephede de karamsar bir dönemin işareti demek.

ABD ve AB’den kopmuş bir Türkiye’nin ne hale geleceğini tahayyül edemeyen Ortadoğu’daki otoriter ülkelere bakabilir.

Bu açıdan muhalefet partilerinin aday belirlerken seçtikleri kişinin ABD ve AB ile ilişkileri düzeltebilecek kapasitede olmasına dikkat etmesi hayati öneme sahip.

Hatta önceliklerini buna vermeleri şart.

Türkiye'de bu haberi engelsiz paylaşmak için aşağıdaki linki kopyalayınız👇

YORUM YAZIN

Lütfen yorumunuzu yazın
Lütfen isminizi girin